Şam’daki iktidar değişiminden sonra adet olduğu üzere eski rejimin insanlığa karşı işlediği suçlar bir bir gün yüze çıkıyor. Ortaya çıkan görüntüler bir yandan rejimin çöküşünü, diğer yandan insanlığın bu suçu işleyen liderleri görmezden gelişini gözler önüne seriyor.
Esad rejimine bağlı Saydnaya cezaevi, insanlığa karşı her türlü suçun işlendiği bir örnek olsa da İran, Türkiye,Rusya, Kuzey Kore ve Çin gibi onlarca ülkede benzer bir hapishane düzeni bulunuyor.
Ancak Esad rejimini diğerlerinden ayıran bir fark var. O’da Esad ailesi, Baas Partisi ile Suriye Devleti’ne bazı Nazi subaylarının danışmanlık yapmasıdır.
Baba- Oğul Esad rejimlerinin gerçek yüzleri devletler arası çıkar gereği görmezden gelinsede, Arap Baharından sonra Esad ailesi’nin bir narko terör devleti olduğu, işkence sistemi ve terör ağları sayesinde ayakta kaldığıdır. Her baskıcı yönetimde olduğu gibi ajitatif meydan okumalar,medyatik gösterişler, gülümseyen güçlü lider pozları, saraylar, göstermelik seçimler, lüks tüketimler, petro dolar klikleri, gizli diplomatik bağlantılar ve rejimi perdeleme çabaları Esad rejimi için uluslararası camiada bir normalleşme rüşveti oldu.
Ancak Aralık 2024’te Saydnaya hapishanesinden ortaya saçılan görüntüler bu perdenin arkasında çevrilen altmış yıllık korku filminin asıl boyutlarını gün yüzüne çıkardı.
Aslında çağımızın kronolojisini bilenler için Saydnaya görüntüleri çok tanıdık ve yaşadığımız şok ilk değil.
Zira Saydnaya’nın bir işkence kampı olarak tasarlanması ve oradaki akıl almaz işkence izleri aklımıza Auschwitz ya da Birkenau’yu getiriyor. Çünkü Saydnaya’yı yöneten akıl bir nazi subayının önerilerine dayanıyor. Bu subay Hafız Esad’ın savunma bakanı olduğu yıllardan beri ona danışmanlık yapan Alois Brunner’di. Bruner, nazi sisteminin tescili ve azılı bir suç makinelerinden biriydi.
“Yahudi sorunun nihai çözümü” yani Holokost’un mucidi olan Adolf Eichman yardımcısıydı. Alois Brunner, Fransa’da kurulan Drancy toplama kampından yirmi dört bin Fransız Yahudisini ölüm kamplarına göndermekten suçlu bulunan ve aranan biriydi. Kuşkusuz Bruner, Suriye ve Arap dünyasında saklanan ve korunan tek Nazi subayı değildi. Ancak onun farkı şuydu; Brunner, Esad ailesi ile erken tanışmış ve Esad’ın kendi iktidarını inşa etmesi, muhalifleri ve farklı kesimlerin yok edilmesi için danışmanlık yapmış ve bunun karşılığında hep korunmuştur.
Her faşist ideolojide olduğu lider son sözü söyler ancak O’nun sözünü güçlendiren şey etrafındaki figürlerin desteğidir. Bu nedenle anti demokratik liderlerin yükselişinde ona biat eden figürlerin, yaptığı/yaptırdığı işler, liderin gücüne güç katar. Suç, ceza, ödül,eylem,inanç, biat ve korku ile süren bu karşılıklı çark çoğu zaman büyük katliam anlarına kadar olağan mecrada yürür. Ancak herşeyi ile birbirine bağımlı olan bu çarkta en ufak bir açık, ya da dışarıdan yapılan bir dokunuş bu şiddetli mükemmelliği bir anda bozar ve çarkın içindeki pislikleri ve kişilerin rollerini ortaya çıkarır.
Bruner ve Esad ailesinin işbirliğinden de geriye kalan vahşet bu tür bir liderlik ve katliam birlikteliğidir. Alois Brunner, pek çok meslektaşı gibi Nazizmin yenilmesi sonucu kayıplara karışmış, kimlik ve ülke değiştirerek yaşamış, son olarak Şam’a yerleşmiştir. Silah kaçakçısı olarak Mısır’da Georg Fischer, Suriye’de de Ebu Hüseyin adını almış.
Hafız Esad’ın 1970’te askeri darbe ile yönetimi ele geçirmesi, Brunner için bilgilerini satma,kendini güvenceye alma ve işkence kamplarını bu defa Ortadoğu’ya ve Yahudilere olan nefretini İsrail sınırlarına taşıma fırsatı vermiştir. Kuşkusuz Brunner gibi bir Nazi subayının başka bir isteği olamazdı. Bu nedenle Hafız Esad’la bir anlaşma yaparak, istihbarat servisinin eğitilmesi,sorgu ve işkence tekniklerinin aktarılması üzerine ortaklık kurduğu kayıtlara geçmiştir. Bu ortaklıkta Esad’a ülkeyi “demir yumrukla yönetme” fırsatı, Brunner’e ise suçlarının bedelini ödememe imkanı doğmuştur. Adolf Eichmann’ın mahkemede suçlarını üstlenmediği düşünüldüğünde, Bruner’in de benzer bir psikoloji ile yaşamaması için hiçbir sebep yok.
Fransız medyasına göre yüklü bir maaş, güvenlik garantisi ve Baas rejimine danışmanlık karşılığında 2000 yılına kadar sorunsuz bir şekilde Şam da yaşadı. Hatta Mossad’ın Brunner’e bombalı paketle iki defa suikast düzenlediği, ilk saldırıda bir gözünü, ikincisinde ise dört parmağını kaybettiği iddialar arasında. Ancak Oğul Esad’ın iktidara gelmesi ile Batılıların iade taleplerine karşı önlem olarak, 2000 yılından itibaren kontrol altında tutulduğu ve bir bodrum katında aklını yitirerek 2010’da yine Şam’da öldüğüdüdür. ( Ölüm tarihi, bazı kaynaklarda 2001 bazılarında da 2010 olarak geçiyor)
Bu nedenle Saydnaya’dan yansıyan görüntüler, bilgiler,tahminler,arşivler ve şaşkınlıklar sadece fiziki bir imha makinesi ile sınırlı olmayıp ideolojik bir nefretin izini de taşıyor. Keza Nazizim ile Baasçılığın işbirliğinden doğan bir rejimin mekanizmalarına kurban giden on binlerce insanın akıbeti ve yaşadıkları başka türlü izah edilemez.
Saydnaya ile Auschwitz’in örtüşen görüntüleri bize Esad rejiminin kendisini Gestapo sistemi şeklinde örgütlediğini gösteriyor. Sorgusuz sualsız tutuklamalar, çelimsiz ve gözleri yuvalarına kaçmış insanlar, gün ışığından korkan bakışlar, dayaktan şekli deforme olmuş vücutlar ve istiflenmiş koğuşlar. Çok yaşlı kadınlar, küçük çocuklar, duvarların bile çürüdüğü mekanlar ilk etapta şaşkınlık uyandırsada binanın tasarlanma, kullanılma ve korunma koşulları bir ölüm kampı halidir. Aynı kamptan başka işkence bölümleri de medyaya yansıdı. İşkencede öldürülen kişinin bedenini presleyen makinalar, asitle eritme,askı tahtaları, toplu idam ipleri, benzinle yakma ve Alman sandalyesi olarak adlandırılan korkunç işkence yöntemleri 64 yıllık Esad aile ve iktidarının gerçek karakterinden kalanlardır.
Kitlelere, kamuoyuna, komşularına Arap Şovenizmini, Sosyalizm ve laiklikle süsleyen bu rejimin perde arkasında Nazizim, Pan-Arabizm ve Baasçılığın birbirini yeniden yapılandırdığı bir faşist akıl hüküm sürmüştür. Bu nedenle Yahudilere karşı gizli ve açıktan yürütülen uygulamalar aslında Pro-Nazizim olarak Saydnaya ölüm kampında kendini pratize etmiştir. İnsanları on yıllar boyunca çukur hücrelerde tutan, kemiklerini kırarak sakat bırakan, tecavüz ve tacizlerle delirten bir rejimin yapıp etmeleri elbette hapishanelerle ile sınırlı değildir. Ancak ürkütücü olan bu sistemin hem Saydnaya hem Mazzeh gibi sayısız hapishanede uygulandığını ispatlayan binlerce delile rağmen Dünya kamuoyunun çaresizi oynamasıdır. Bu görmezden gelme hali bugün İran’daki Evin işkencehanesi için de geçerlidir. Oraya giren insanların sağlam ve sağ geri dönebilmesi neredeyse imkansız.
Esad ve Partisi Kürtlerin topraklarını ve kimliklerini inkar etti, anti semitizmi sürekli besledi, mezhepçiliğe oynayarak Ortadoğu’nun mezhep haritasında karşı şiddet ve gericiliğin taban bulmasını diğer Baasçı liderlerle beraber sürekli kaşıdı. Ortadoğu bugün Baas ideolojisi ve ona Jandarmalık görevi veren Rusya’nın ölüm tarlasına dönüşmüş durumda.
Yeni dünya sistemi, Rusyasız bir Doğu Avrupa ve Akdeniz haritası oluşturmaya çalışırken, Ortadoğu’daki Rus etkisini minimize etmek ve uydu rejimlerin sayısını azaltmak istemektedir. Bu durum Saydnaya, Diyarbakır ve Evin hapishanelerini derhal ortadan kaldırmayacaktır.Ancak insanlık nasıl Holokost’u lanetlemiş ve yargılanmasını sağlamışsa başta Esad ve onun destekçileri olmak üzere bütün benzer diktatörlerin yargılanması için vicdanların ve tarafsız kurumların harekete geçirilmesi önemlidir.
İyi okumalar!