76.Cannes FilmFfestivali medya ve sanat dünyasının yoğun katılımı ile 16 Mayıs’ta açılışını yaptı. Onlarca oyuncu, yönetmen ve film şirketinin son eseri ile katıldığı festivalde, medyanın sansasyonel konu-konuk yakalama hevesine rağmen, sanatsal yaratıcılık,sinemanın gücü ve filmlerin kalitesi magazinel yaklaşımlara gündemi bırakmayacak kadar zengin bir içeriğe sahip. Açılış konseptinin etkisi ikinci gün dağılırken, sanatsal kalite, sektörün kronik sorunları ve sinemanın global gidişatı filmlerle görücüye çıktığında kırmızı halının cazibesi de sinema dünyasındaki sosyal ve sanatsal olgular karşısında bir tür kırmızı halı muhakemesine dönüşüyor.
Bu yılki festivalin jüri başkanı İsveçli Ruben Östland, sembol yüzü ise Catherine Deneuve idi. Sembol yüzü olması hasebiyle açılış konuşmasınıda o yaptı. Deneuve, sinemanın ikonu olduğunu bir kez daha hatırlatırken, bir sürprize de imza attı. Ukrayna’lı büyük şair Lessia Ukrainka’dan okuduğu “L’esperance ” Umut adlı şiirle Ukrayna halkına selam göndermesi geceye ayrı bir renk kattı.
Kuşkusuz her sanat dalının büyük sanatçı modu farklıdır. Fakat sinemadaki büyük sanatçı imajı, çağımızın en zorlu sanatsal örneğini oluşturmaktadır. Şimdilerde salt rol yapma, ekran yüzü ve popülerler bir karekter olmaya indirgensede, esasında sinema oyunculuğu pek çok sanatsal katkının ürünüdür. Oyuncunun sahip olduğu kendine özgülük sinemanın teknik ve senaryo başarısından hep fazlaca nitelik barındırmıştır. Bu yüzden Deneuve ve pek çok çağdaşının sinemadaki kariyer,yetenek ve oyunculuk hakimiyetleri salt mesleki bir yükselişten ibaret görülemez. Sanat ve medyanın kurtlar sofrasını oluşturan bir sektörde yıllar yılı ayakta kalmanın ağırlığını ve sanatçı olmanın sorumluluğunu taşımak bir tür zorluklar diyarında harikalar yaratmaya benzemektedir.
Geçtiğimiz yıllarda Harvey Weinstein vakası ya da rezaleti olarak medyaya yansıyan sinemanın Hollywood ayağındaki skandallar zinciri belkide bu zorlukların küçük bir örneğidir. Üstelik Hollywood gibi dünya sinemasına yön veren ve yüzbinleri bünyesinde barındıran bir kültür ve sinema merkezinde yaşanan vicdan ve akıl ötesi yaklaşımlara gösterilen kısmi duyarsızlık hala hafızlardaki yerini koruyor.
Pek çok şeyde olduğu gibi ekonomik ve sosyal eşitsizlikler bu sektörde de cinsiyet ve emek sömürüsü üzerinden yükseliyor. Weinstein’in birçok aktriste uyguladığı şantaj, taciz ve şiddet mahkeme kayıtlarına bile geçerken bu ve buna benzer sayısız ithamın yarattığı skandallar ne sektörde ne de toplumsal ölçekte yeterince tartışılamadı. Dünya sinemasının kalbinde ve en önemli sanatsal zemininde dahi şantaj ve şiddetin boyutları,olayın sorumluları, gerektiği gibi eleştirilip,cezalandırılamadı.
Kuşkusuz şiddetin cinsiyeti ve tarafı yoktur. Ama bu konuda erkekler adına bu işi fazlasıyla kötüye kullanan egemen değer sistemini düşündüğümüzde adil ve saygıya dayalı mesleki bir vizyon edinmenin kadınlar için hala zor oIduğudur. Yine şiddet ve manipülasyona maruz kaldığı mahkemece kanıtlanan Johnny Depp’in ayakta alkışlanması ve bir mağdur nidası ile karşılanması, çektiği filmin bir kurbanın yeniden doğuşu şeklinde yansıtılması sanatsal ortamın bile kadın-erkek meselesine hangi şablonla baktığının tipik bir tezahürüdür.
Sanırım kültür sanat dünyası bu yozlaşma ve şiddetin sorumlularını eşit bir tonda eleştirmedikçe ve bunu toplumsal bir tartışma zeminine çekmedikçe her sektördeki Weinstein’ler bildiğini okumaya devam edecek ve sanatın yozlaşma ile olan mücadelesi başarıya kavuşmayacaktır. Festival 26 mayıs’ta sona erecek ama kırmızı halının üstünden geçilirken, halının altına süpürülenler de unutulmayacak.