Dini bilgisi Kürdistan taşrasında şekillenen jenerasyonum için savaş ahlakı ve sivillerin dokunulmazlığı kırmızı bir çizgidir. Dolayısıyla Kürdistan’daki teoloji dünyası Türk islamcılığının politik tekeri olmadan evvel kendine özgü bir moral değeri olarak hem ciddi bir işlevi yerine getiriyordu hem de dünyaya dair kendi yorumlarını içeriyordu. Bu işlev şeriatçılığı frenlediği gibi siyasal olana da mesafe sayılırdı. Ancak siyasal islamın devletler arası bir politik güç olarak tanınması, bireysel inanç ve toplumsal sorumlulukla sınırlı müslümanlığın tasfiyesini hızlandırırken, Kürtlerin dini hafızasını çürüterek onları bu zeminde yönsüz bıraktı.
Birinci Körfez Savaşı sonrası islamcılık bölge devletlerinin stratejik konumlanmaları çerçevesinde yeniden tahkim edilirken, Afganistan savaşındaki islami illegalite bu tarihten itibaren Filistin’i merkezine alarak siyasal islamı bir idol haline getirdi. Kuşkusuz Afganistan’ın dinsel dayanakları yabana atılmaz ama Arap milliyetçiliği, Sovyet rejiminin egzersizleri, diğer dinsel mekanlar ve Ortadoğu’nun konjonktürel çekiciliği bölgeyi zaman içinde dinci şiddetin istasyonuna dönüştürdü.
Buna gündelik hayatın değişen motivasyonları, dünyayı okuma ve devletler arası çelişkilerin getirdiği ideolojik ve pratik uzlaşı noktalarını da eklediğimizde siyasal islamın geçirdiği evreleri daha iyi görebiliriz. Bu evrelerin sosyo ekonomik pazar, şiddet ve nefret araçları üreterek dünyaya ulaşma hızı ayrıca sorgulanmalıdır. Taliban’ı oluşturan islamcılığın deneyimleri, Filistin,Suriye ve Irak üçgeninde kentleşme ile beraber kolaylıkla organize olmuştur. Üstelik Şii ve Arap elitlerinin Batı’yı dengeleme hırsı uğruna bu alanı el altından beslemesi siyasal islamın; Taliban, Hizbullah,İŞİD, Haşdi-Şabi ve Hamas’ın son ideolojik görüntülenmesi şeklinde de okunabilir.
Böyle çoklu bir merkezden rasyonel çıkışlar beklenmeyeceğine göre tüm bunlara karşı beklemede kalan Batı dünyasının bu dinamikleri yorumlama şekli bizim için önemlidir. Batı dünyası kendi toplumlarını laiklik ve demokrasi ile kurtarırken, Ortadoğu’da ona karşı biriken risk ve bu risklerin kapsama alanlarını, şiddettinin türü,amacı ve kapasitesini sürekli gözden kaçırmış ya da buradan kendilerine iltica eden her toplamı entegrasyon yahut özgürlüklerle minimalize etmeyi, kontrol etmeyi tercih etmiştir.
Batının tarihsel değer merkezi olan Avrupa ile sermaye merkezi olan Amerika’nın olaylara farklı yaklaşımları bu çelişkileri artırırken, özellikle Amerika’nın siyasal islama geçmişte gösterdiği tahammül Avrupa’nın içte ve dışta değerlerini korumasını daha da zorlaştırmıştır. Siyasal islamın tüm devletlerce farklı amaçlarla kullanılması her defasında Avrupa için ters etki yaratarak ; göçmenlik, enerji sorunu, pazar hacmi,sermaye akışı ve insan kaynaklarının kontrolsüz gelişmesi olarak yansımıştır. Her ne kadar büyük Batılı sermaye ağları bu gelişmeleri pazarın gücü ve sermayenin canlılığı uğruna görmezden gelse de, örselenen kitlelerin kendini ve tarihi patlatması bir yerde olayların başka şekilde sonuçlanma ihtimalini hatırımıza getirmektedir.
7 ekim 2023 sabahı sadece İsrail için değil, Avrupa içinde zor günlerin kapısını aralandı. Olayların ana üssü İsrail olsada Antisemitizm ve Arap diasporası bağlamında Avrupa kentlerinde barınan ve her iki tarafa köken, kavram ve ciddi sermaye gücü olarak bağlı olan kitlelerin idaresi bir risk olarak durmaktadır. Bu riskin bölgesel gerici güçlerin baskısı ve algısı altında olduğunu, Batı Avrupa’daki iç protestolarda her defasında öne çıkarken , Avrupa’da miliyetçilğin kesinleşmesine de ayrıca bahane sunduğu bilinmektedir.
7 Ekim’de dünya illegal ve bölgesel networklerle koordineli şekilde yapılan yeni kuşak bir barbarlık ve şiddet türü ile tanıştı. Merkez aklının kuşkulu olması bu yeni gelişmenin tehlikesini azaltmaz. Her şeyden evvel kalkınma ve ekonomik refahın olmadığı bu yerlerde hızlı nüfus artışının, kendine göre yeni inanç, politik imaj ve ekonomik geçim kaynakları araması insanlığın kaderini hep kanlı şekilde etkilemiştir.
Hamas’ın insanlık dışı saldırısı uzun zamandır savaş ve barış kapasitesini büyük askeri şirketlere, fuarlara, strateji okulları ve teknoloji Argelerine emanet ettiğimiz tek taraflı teknoloji, güvenlik ve istihbarat konforunun bu ikinci el dünyanın da gündeminde olduğunu göstermek açısından da ilginç çıkarsamalarla doludur.
Hamas’ın propagandatif bir dil kullanması ve vahşeti ön plana çıkarması bu yeni durumu görünmez kılsada teknoloji şirketleri ve dijital gelişmelerin fayda ve zarar yayma şekli en az insan kopyalama tartışmaları kadar üstünde durmayı gerektirmektedir.
Şimdi yeni ve bütün savaşların göbek bağını kesecek olan bir savaşla karşı karşıyayız. Ne Araplar ne de İsrailoğulları 1960’lardaki teknik, lojistik,ekonomik, siyasi ve insan potansiyeline sahiptir.
Bu yüzden sonuçları da tıpkı Netanyahu’nun dediği gibi, sadece, ”Ortadoğu’da haritaları ” değil global hakikatleri değiştirmesi olasıdır. Dolayısıyla Gazze bandında olanlara karşı Avrupa’nın nasıl hazırlık yapacağı önemlidir. Avrupalı devletlerin uzun zamandır uluslararası gelişmeleri tarihi binaları ışıklandırarak ve sembollerle diplomasi yapmalarını hesaba katarsak, Hamas’ın yarattığı vahşetin, Avrupa’lı değerlerinin geleceği, sermaye ve seçmen kaygıları ile birleşmiş bir sınavın liderleri beklediği muhakkak.
Zira bu savaş İsrail’in olduğu kadar Avrupalı denge ve değerlerinin de savaşı olacaktır. Arap ve Yahudi sermayesinin ayrı ayrı insanlığın kaderini belirleyebileceğini kimse bu kadar erken beklememiştir.