Hayatın hava küreden yönetildiği bir çağın başındayız ve tarih buna uygun uluslararası bir dizi krizin eşiğindedir.
Tam da bu dönemde Türk devlet aklı da bir dizi tarihsel geçişle buna paralel kendi realitesini kurgulamak istemektedir. Kürt cephesi bu global ve bölgesel hazırlıklara karşı yeterli fikri ve fiziki teyakkuzu göstermiş değildir henüz. Bu gelişmelerin kurdistana olası etkilerini izlerken, Kürt aklının seviyesini ve geleceği okuma ciddiyetini birbirimizle tartışmayı her zamankinden fazla önemli görüyoruz.
Bu tür kriz yada geçiş dönemlerinde ortaya çıkacak fikirsel nitelik şimdi olmasa bile yarınlar için bir vicdan vesikası olacaktır.
Bugün Kürt kamusunda olan bitenin bir ulusal politik standartı yoktur. Daha çok insiyatif, senaryo yada ihtimallere pay edilen bir sürüklenme içindeyiz. Herşeyden evel kendimize ait farklı,cesur ve zengin yorumlara ihtiyacımız var. Seçimin sayısal sonuçları kadar Kurdistan’daki siyasal girdi ve çıktıları da önemlidir. Bu bilanço da ancak Kürt aklıyla hesaplanırsa, tartışılırsa gerçekçi, adil ve kalıcı sonuçlar doğurabilir.
Geçtiğimiz hafta ilk kez bir kürt partisi Kürtlerin beklentileriyle uyumlu 7 maddelik bir seçim deklarasyonu sundu. Elbette bu deklarasyon bir ulusal şahika değildir, lakin Kürt siyaset dünyasında ki bunalımın aşılması yeni ve saydam fikirlerin ortaya konulması adına da önemli bir fikri çıkıştır. Bu deklarasyona imza atan PAKURD un genel başkanı: yazar,şair ve siyasetçi İbrahim Halil Baran’la yazılı ve kısa bir röportaj gerçekleştirmek istedim. Kuşkusuz bu klasik bir röportaj değildir. Sanal medyada ki okuma şekilleri değişmekte ve okurun bilinç hızı gün geçtikçe kısalmaktadır. Bu nedenle formatını Beş Soru- Altı Cevap şeklinde tuttuğum ve son soruyu konuğun kendisine bıraktığım bir fikir teatisi yapmayı daha faydalı buluyorum. Seçim sürecine dek belli aralıklarla ve farklı metotlarla kısa röportajlar yapmayı düşünüyorum. Bu minik değişime destek veren Nupel medya ağına ve sorularıma vakit ayırarak içtenlikle cevap verdiği için sayın Baran ayrıca teşekür ederim.
1- İlk sorumuz küresel sisteme dair olsun, bugünkü uluslararası gerginlikleri sistemin işlemezliğine mi yoksa, geçici şokları olarak mı değerlendiriyorsunuz? Zira siz uzun zamandır ibrenin Pasifik’e kaydığını ve kriz ağının orda restleşeceğini iddia ediyordunuz, bu hala böyle mi?
Küresel sistemin tarihin bir yerinde tümüyle işlemez hale geleceği ve sonunda görkemli bir şekilde çökeceği düşüncesi sol bilincin bir yanılsaması. Arzuladığı devrimi yapamayan karşı kültür oluşumları, böyle bir çöküşle sıranın kendilerine geleceğini, hiç değilse tarihin onları doğrulayacağını umuyor. Ama hayır. Bu olmayacak. Burada görülmesi gereken, her şeyin olması gerektiği gibi devam ettiğidir. Büyük tarihsel evrimde şaşırtıcı bir şey yok, her şey yerli yerinde. Bahsettiğiniz şoklar, sistemlerin kendi kusurlarını düzeltmesine imkan tanımak gibi işlevsel bir role sahip. Bütün bu olanlardan anladığımız şey, sadece hegemonyanın coğrafya değiştirmesine, kapitalizmin yüce merkezinin değiştiğine tanıklık ettiğimizdir. Marks yanıldı. Sınıflar arası mücadele değil, bütün sınıflarıyla ulusların birbiriyle kavgası dünyanın yegane belirleyeni. İnsanın bilmem kaç milyon yıllık tarihi, kendisini, diğer insanların barbarlığından korumasının hikâyesidir. Devletlilik tam da bu yüzden fonksiyonel.
Uzun yıllardır dünyadaki jeopolitik aksın Pasifik’e yöneleceğini ve Kürtlerin de buna göre yeniden konum alması gerektiğini söylüyorum; artık dünyanın odağındaki alan Ortadoğu, hele de Kürtler olmayacak. Nitekim ABD-Çin arasındaki hegemonik çekişme artık bir sır değil. ABD’nin Çin’i çevrelemesi, QUAD ülkelerini güçlendirmesi, Tayvan uyuşmazlığındaki rolü vs biliniyor. Ukrayna savaşı ile yeni bir Batı tanımlaması ve sınır tespiti yapıldı. Sonuçta kim kazanır bilmiyorum ama eğer 1839’daki Afyon Savaşları’ndan beri batıya boyun eğmiş olan Çin bir daha geri adım atmazsa bu iş küresel bir savaşla neticelenecektir.
Burada düşülmemesi gereken yanılgı şudur: Batı ve Doğu blokları farklı medeniyetleri temsil etse de İkinci Dünya Savaşı’ndaki gibi farklı ideolojik biçimleri temsil etmiyor artık. Bu çekişme, kapitalizmin yeni merkezinin neresi olacağı ile ilgili. Bu sorunun cevabı biz Kürtlerin kaderini de doğrudan etkileyecek.
2- Türk egemen yapısı Batı Avrupa karakterli bir otoriterliği yeniden reforme ederken ortaya çıkan iki kamplı politik tasnifte Kürtlerin bu tasnifi bloke etme şansları olduğuna inanıyor musunuz?
Türk egemen yapısı Batılı değil ve bugün Tayyip Erdoğan ismi çerçevesinde geliştirdikleri otokrat yapı da Batı Avrupa karakterli değil. Bugün Türkiye’de gördüğümüz şey Türklüğün tarihsel seyriyle çok tutarlı bir biçimde Orta Asya tipi bir diktatörlük. Türkiye’deki yönetimsel iklim Türkmenistan’ın, Kazakistan’ın ve Kırgızistan’ın daha batıdaki formundan başka bir şey değil.
Öte yandan bu çağda ulus devletlerin aşılacağı varsayımının yanlış olduğu ortaya çıktı. Devletler daha katı bir şekilde ulusalcılığa yönelirken terminolojik olarak Batılı olan demokrasi artık yerini yerli demokrasi deneyimlerine bırakıyor. Çin sözgelimi 1,5 milyarlık nüfusuna rağmen tek parti ile yönetiliyor; kâğıt üstünde varlığı olan diğer sekiz partinin ismini bilen kimse yok. Dünyadaki en büyük dikta rejimleri parlamentolarda yaşıyor. 1812’de Napolyon’un Rusya Seferi’ne çıkmasıyla batıya karşı sonsuz bir hayranlığa sahip Rusya’da bir tiksinme meydana geldi ve o günden beri gerileyip duruyor; çarlıktan sosyalizme, sosyalizmden de demokratik diktatörlüğe geçtiler. Putin’in tartışmasız otoriterliği ortada. Yine İran örneği şaşırtıcıdır. 1979’da bir halk devrimi gerçekleşti ve monarşiye son verilerek cumhuri bir demokrasiye geçildi.
Şimdi teokrasi ile yönetiliyor ama diğer taraftan muhalifler bastırılsa da demokratik bir karaktere sahip ve iktidar seçimlerle belirleniyor! Fakat Jina Mahsa Emini’nin öldürülmesiyle başlayan olaylar bu konuda ilginç bir gerilemeyi daha ortaya çıkardı. Bugün İranlılar daha ileri bir demokrasiye geçmek için değil çoklukla Şah’ın oğlunu tekrar İran’ın başına getirmek için uğraşıyorlar. Yani monarşiyi devirip önce demokrasiye, sonra Hümeyni’nin darbesiyle teokrasiye geçtiler ve şimdi ellerindeki en iyi seçenek tekrar monarşiye dönmek. Yine geçen gün Almanya’da darbe hazırlığındaki bir yapı çökertildi. Başlarında bir Alman Prensi vardı ve devletin içinde 3000 kadrosunun olduğu yazıldı. Yani dünya demokratikleşmiyor; bilakis diktatörler ve monarklar devri tekrar başlıyor. Tüm devletler olup bitenin farkında ve kendilerini bu tehlikeli döneme katı bir zırhla girmek zorunda hissediyorlar. Sadece tehlikenin farkında olmayanlar kesilmekten korkmayan Hint inekleri kadar sakinler.
Türkiye’de olup biten de bu. Devlet bütün kurumlarıyla, ordusu, meclisi, iktidar ve muhalefetiyle Erdoğan’ın bu otokrat yönetimine onay vermiş durumda. Elbette iç sorunlar sebebiyle bazı uyuşmazlıklar, oyun dışına itilmişler, gelgitler yok değil ama dehşet verici bir kararlılıkla yaklaşıyorlar bu meseleye. Bu anlamıyla önümüzdeki seçimlerde Erdoğan gitse bile Erdoğanizm’in kalacağını söylemek yanlış olmaz.
2018’deki referandumla birlikte Türkiye iki bloklu bir sisteme geçti. Kürtlersiz bir siyaset öngörüldü ve Kürt siyaseti eninde sonunda bu iki blok arasında dağıtılacak, eritilecektir. Kürtlerin bu mengeneden çıkabilmesinin yegane yolu bir araya gelerek stratejik hedefler koymasından geçiyor. Diğer bütün hallerde Türk devletinin değirmenine su taşımaktan başka bir rolleri görünmüyor.
3- Kurucu genel başkanı olduğunuz PAKURD, 7 maddelik realist bir deklarasyon metni yayınlayarak kamuoyuna sundu. Her maddesi Kürtlerin, Türkiye’de kuruluşundan bu yana yaşadığı sorunlara ve çözümlerine işaret ediyor. Şimdiye kadar diğer Kürt partilerinden size herhangi bir eleştiri ya da destek geldi mi? Kürt partilerini kendi gündemlerini oluşturabilecek bağımsızlıkta görüyor musunuz?
Yedi başlıkta topladığımız taleplerin tümü Tanzimat’tan Cumhuriyet’e devredilmiş ve her seferinde artırılarak gelişmiş yapısal sorunlarla ilgili. Bir seçim süreciyle çözülebilmeleri olası görünmüyorlar ama Kürtlerin, Türkiye içindeki sorunlarını tanımlayan bir belge olarak tarihe geçecektir. Kürtlerin anayasal olarak tanınmaları, Kürtçe anadilde eğitim, kayyum uygulamasına son verilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilerek valileri halkın seçmesi, Kürdistan’a demografik müdahaleye son verilmesi, Kürdistan isminin tanınması ve Kürtçe yer adlarının iadesi, çatışmalara son verilerek koruculuğun kaldırılması ve Türkiye’nin, Irak ve Suriye’de yaşayan soydaşlarımızın iradelerine yönelik saldırgan tutumdan tutumdan vazgeçmesi ile siyasi tutsaklara genel bir af uygulanması gibi taleplerimiz kabaca Kürtler ve Türkler arasındaki ilişkinin belirlenmesine dair bir düşünceyi esas alıyor. Bu maddelere itiraz edebilecek hiç bir Kürt yapısı yok ama bu maddeler için mücadelede ortaklık kurabilecek Kürt yapıları da yok. Kürt partileri bir araya gelmeyi sadece seçim öncesi hatırladığı ve buradaki pazarlıklar da sadece koltuk hesabı üzerinden yapıldığı için bu deklarasyona henüz beklediğimiz düzeyde bir karşılık almadık ve Kürt kamuoyunda da hakkıyla tartışıldığını söyleyemeyiz. Nezaketten çok uzak bir ortamı var Kürt siyasetinin ve bu durum bizim tarihsel karakterimizle müthiş bir uyuma sahip.
Türklerin Kürtlerle ilgili sorunlarında şanslı oldukları iki konu var: ilki Kürtlerin her halükarda birleşemiyor oluşudur. Diğeri ise bugün Kürtlerin temsiline soyunmuş sınıfın akli bir siyaset yapmak yerine ahlaki bir siyasete yönelmiş olmalarıdır. Dikkat edilirse Kürtlerden popüler siyasetçiler çıkıyor ama hiç popülist ya da oportünist -fırsatçı- siyasetçiler çıkmıyor. Bir araya gelemeyen Kürtler dünyayı kurtarmanın görevleri olduğuna kendilerini inandırmış görünüyorlar ama diğer taraftan Türkiye’deki nüfusun üçte birini oluşturmalarına rağmen kendi anadillerinde eğitim veren tek bir ilkokula dahi sahip olmadıklarının farkında bile değiller. Bu, etik veya estetik bir akımın işareti değil; skandal etkisinin bile yaratılamadığı, şok tedavisinin bile işlemez hale geldiği bir duruma düştüğümüzü gösteriyor.
Bu deklarasyon bir tür cennetten düşmüşler için ayağa kalkma rehberi ama önümüzdeki günlerde tartıştığımız şey bir millet olarak bizim taleplerimiz değil, Türk siyasetinin bize biçtiği gündem maddeleri olacaktır.
4- Kürtler neden Kürdistanilik diye bir parantez açmak zorunda kalıyorlar siyasetlerinde, ulusal talepleri meşru oIan bir halk, neden dava içinde dava izahı yapar sizce?
Burada da itiraz edilmesi gereken şudur; Kürdistanilik bir parantezi ifade etmiyor. Biz Kürtler için modern anlamda Xanî’den bu yana mücadelenin temel aksı; Kürtlerin ağzından çıkan, kalemle ya da silahla kağıda döktükleri temel cümle Kürdistaniliktir. Fakat 2000’li yıllarda sahip olacağımızı düşündüğümüz kara parçasından bize sadece mezar taşları kaldı ve Kürt siyaseti Türkiyelileşme diye bir parantez açtı. Kürtler bir bütün olarak geriye doğru ket vurmaya başlayınca da buna müdahale şart oldu ve bugün artık büyük oranda haklılığı anlaşılan hem siyasi hem entelektüel çıkışımız bu parantezin kapatılması gerektiğine dairdir. Diğer milletlerin tarihlerinde de böyle savrulmalar vardır ve bugünkü dağılmayı toparlayamazsak ileride çocuklarımıza bırakacağımız tek miras, Anadolu’da yaşayan halklar gibi Türkleşmek olacaktır.
Dava içinde dava izahı yapmamızın sebebi Kürt siyasetinin problemlere önerdiği çözümlerin yanlış olması değildir; bizzat problemin kendisini yanlış tanımlamış olmalarıdır. Bizim sorunumuz Türklerin demokratlaşması ya da hasbelkader bir gün insafa gelmeleriyle çözülebilecek bir sorun değildir. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenirse diğerleri de yanlış gider; peki ya gömleğinizi başkasının ceketinin düğmelerine iliklerseniz ne olur?
Kürt siyasetinin bunu açıkça kavraması gerekir: Türkiye’de demokratik reformların her seferinde ertelenmesi, taraflar arasındaki mücadelede ilk olarak Kürtleri de ilgilendiren konularda kesintiye gidilmesi, Kürdistan meselesinin üstünü kapatmak için kurgulanmış ve sürekli tekrarlanan bir oyundur. Yemeği kendi aralarında paylaşan muktedirler her seferinde Kürtlere boş tabağa ekmek bandırıyorlar ve biz de bir dahaki sefere tabağımızda yemek olacağı umuduyla yaşıyoruz. Oysa Kürtlerin kendi kaderlerini tayinine karşı haset ve düşmanlıkla davranan Türklere ne kadar demokratça, dostça yaklaşırsanız sizi o kadar çok ezerler çünkü bizden tam da bu yüzden, Kürtlerin tarihsel, toplumsal rollerinden dolayı nefret ediyorlar. Tekçi bir anlayışı hayatlarının merkezine koymuş bir millet yapısının, kendisine insanlığı öğretme iddiasındaki çoğulcu bir yapıya tahammül edeceğini varsaymak bir trajedidir. Ve bu trajedide Kürtlerin yapabileceği tek şey haysiyetlerini korumaktır. O bile artık çok zor.
5- Seçimlerden sonra aktörler ve faktörler değişecektir, bu durumda partinizin Kürdistan’a dair programında değişimler olabilir mi?
Türkiye veya Kürdistan’da hükmeden diğer devletler içinde Kürtlerin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişimlerini olumlu buluyor ve destekliyoruz. Fakat bu tür tedrici ilerlemeler bizim için nihai hedefin, Kürtlerin bir devleti olması gerektiği fikrinin önemini azaltmıyor. Seçimler, seçim sonrası ortaya çıkacak durumlar, barış süreçlerinin başlaması veya bu tür süreçlerin akamete uğrayarak bozulması gibi durumlar Kürtlerin temel sorununa tümel bir çözüm getiremeyeceği ve her seferinde eksik kalacağı için bizim pozisyonumuzu değiştirmeye yetemez. Yarın yorulabilir ve bu mücadeleden vazgeçebiliriz ama Kürdistanlıların bir devleti olması gerektiği fikri ortaya atıldığı günkü kadar vazgeçilmez ve güçlü bir fikirdir. Öte yandan Kürdistanlıların geleceğinin hiçbir partinin bakış açısına hapsedilemeyeceğini, hiçbir liderin tasarrufunda olamayacağı gerçeğini ilkesel bir tutuma, ahlaki bir bilince dönüştürmemiz gerekir.
Son söz?
Bugün söylemsel dahi olsa radikal bir Kürtlük kalmamıştır. Belki de hiç olmayacağını bilerek her seferinde bunu ummalıyız. Kürt siyasetçileri Kürtlüğü seviyorlar ama Kürtleri hiç sevmiyorlar. Sıradan bir yemek tarifini bile Kürdistan’ın bağımsızlığına bağlayan bir halkız artık, çünkü devletsiziz. Siyaset sınıfımızın başarısızlığı hiç farkettirmeden bir halkın yaşam enerjisini sömürerek libidosunu yerle bir etti. Diğer insanlar gibi normalleşmenin yegane koşulu bugün devlet sahibi olabilmektir.