Kadınların eşitlik talebi dünyanın en eski öykülerinden biridir. Bu nedenle çözümü de dünya gerçeklerini görmekle mümkün olur.
Özellikle kadınların endüstri devrimi ile beraber işgücüne katılmı ve bu katılımın sosyal imkanlara dönüşmesi sonucu ortaya çıkan kamusal görürünürlük hali kadınlar için “cesur yeni dünyaya” dair unutulmaz bir başlangıçtır. Bunu izleyen yıllarda seçme ve seçilme hakkı, medeni hukuk, ekonomik hayata atılım, eğitim ve sanatsal alanda elde edilen katma değerler insanlığın lehine birçok şeyin niteliğini değiştirmiştir.
20.yüzyılın hemen başında kapitalizm ve sosyalizm arasında yaşanan acımasız rekabet ortamı kadınların katma değer yaratma hızına ket vurup, onları ideolojik aparatlara dönüşmeye zorlasa da bu değer üretiminin faktörel gücü her iki kampın aşırı hırslarını kısmen boşa çıkartmıştır. Bugün pek çok ülkedeki politik gerilimlerin, insan hakları ve kadın hakları konusunda yaşanan ihlallerin altında bu faktörel etkinin küçümsenmesi yatıyor birazda. Bu nedenle kadın özgürlüğünü konuşurken evrensel ile ulusalın birleştiği ve ayrıştığı siyasal kimlikleri bilmek bize daha faydalı veriler sunar.
Şu açık ki güçlü,koruyucu yasalar ve eğitsel destekler olmadan hiçbir hakkın kalıcı olması beklenemez.
Devlet terörünü Kürt kadınlarına karşı ideolojik ve etnik bir sarkaç olarak kullanan İran’ın politikalarından bunu görebiliriz. Etnik kinini Kürtlere karşı şiddet düzenine dönüştüren bu devlet, totaliterliği her defasında genişleterek travmatik bir bölge düzenine davetiye çıkarıyor.
Bu düzende Kürt oldukları için fazladan öldürülen ve her türlü muameleye maruz kalan kadınlar için çözüm lokal değil, ulusal kimlikle evrensel hukuku birleştiren yasal dayanaklarla mümkün. Kuşkusuz ulusların bünyesine göre biçimlenen bir kadın tarihi var ve bu tarihin evrensel hukukla işbirliğine gitmesi için farklı araçlara ihtiyaç var. Ama teknoloji ve kültürlerin sınırları aştığı,kürtlerin bölgesel kefeni yırttığı bir dönemde önceliklerin ve yeniliklerin anlaşılması için uluslararası imkanlarda çoğalmıştır.
Uzun zamandır insan hakları konusunda izleme ve takip yapan Norveç merkezli İran İnsan Hakları (IHR) ve Fransa merkezli İdam Cezasına Karşı Birlikte (ECPM) İran’da işlenen insanlık suçlarına dair yıllık raporlar tutup kamuoyuna sunuyorlar. Bu iki kurumun İran’a dair son dört yıllık raporları bir tür dehşet karnesidir.
İran’da 2020 yılında en az 267 kişi,
2021’de en az 333 kişi
2022’nin ilk 6 ayında 250’den fazla kişi
2023 yılında 834 ( 151’i Kürt- 22’si kadın) kişi idam edilmiştir.
2024’in ilk 6 ayında 15’i kadın olmak üzere 345 kişi sözde çeşitli suçlardan dolayı idam edilmiş.
Özellikle Eylül 2022’de Jina Emini’nin gözaltında ölümü sonrası artan protestolar ve bunu bahane ederek yeni bir şiddet prosedürünün devreye konulması İran’ı bir işkence İstasyonuna dönüştürdü.
1979’daki şeriat devriminden bu yana baskılarla yürütme erkini ve hukunu işleten, sokaklarında faşizmi günlük gösteri haline getiren, birada yaşadığı milletleri savaş kliklerine yem eden bu Asyatik gestaponun durdurulması ancak uluslararası hukun işletilmesi ve Layehde yargılanmasını talep etmekle mümkün. Kuşkusuz Kürtlerin bir devleti olamadığı için başvuru hakları yok ama bir müttefik bulacak kadar haklılıkları var.
Filistinli 40 bin insanı kendisine savaş ganimeti yapan ama Filistinli bir lideri bile korumayacak kadar çıkarını düşünen İran, ancak ciddi bir uluslararası hukuki kampanya ile deşifre edilebilinir.
Temmuz ve Ağustos arasında 64 insanı idam eden ve hergün birilerini tehdit eden bu rejim Kürt kadınlarını hedef seçmeye devam ediyor.
2010’da idam edilen Şirin Elemhuri, Ferhad Kemanger, Ferhad Wekili, Eli Heyderyan ve Mehdi İslamyan’in gibi onlarca Kürt tutsak edildi, işkence gördü ve ölüme mahkum edildiler.
15 yıldır tutuklu bulunan Zeynep Celaliyan ve birçok Kürdün durumu belirsizliğini koruyor. Bugün benzer bir akıbet Werişe Muradi, Şerife Muhammedi ve Pexşan Ezizi’yi bekliyor.
Buna karşı tek bir çare var. İran’ı Lahey’de yargılatmak Kürt kadınlarının acil gündemi olmalıdır.
Başka türlüsü Ferhad Kemanger’in o büyük sitemi gibi olacak.