Behice Feride Demir: Leyla Bedirxan’ın Sahneye Geri Dönüşü

Yazarlar

29 Temmuz’da bir grup Leyla Bedirxan hayranı olarak Paris’te Saint-Cloud mezarlığındaki kabrini bulduğunuzda gözlerimizin dolduğunu  söyleyebilirim. Dünyanın çeşitli yerlerinden farklı yaş ve meslekten kişiler olarak sanat tarihimizin en önemli sembollerinden olan Leyla Bedirxan’ın mezar yeri nihayet bulunmuştu.

Elbette herkes kendi Leyla’sını arıyordu ama bunun bir önemi yoktu. Zira Leyla, her zaman herkese hitap eden hikayenin ta kendisidir. Başta Sayın Rohat Alakom’un önerileri, Ahmet Kardam ve Osman Aydın’ın ısrarları, Pascal Boran, Mücahit Özden Hun, Fatma Toksoy, Cihan Bazencir, Melis Kaya ve bendenizin Leyla’nın sokağını keşfi ve sevgili Pervin Chakar’ın haberi twitter’dan duyurması ile Leyla Bedirxan yeniden sahneye döndü diyebilirim. Hayatını kaybettikten sonraki 37 yıl boyunca, bir demet çiçek, bir dua, bir selam bile alamayan Leyla, iki gün içinde dört yüz binden fazla kişinin gönlüne yeniden misafir oluyordu.

Leyla Bedirxan önemlidir. Hem de birçok siyasi kişiden daha önemlidir. Sanat ve sanatçı siyasilerin çürüttüğü gâh yıktıkları gah içini boşalttıkları pekçok tarihi  ve toplumsal  değeri dehaları ile onarmasını başaran kişilerdir. Sanatçılar toplumlarının duygu ve düşünce mimarlarıdır. Yapmak, yaratmak, yaşatmak ve zamana güzellikler bırakmak onların işidir. Bu yüzden yalnız kalır, yokluğa düşer, yanlış anlaşılır, türlü türlü sahteliklere tanıklık eder hatta terk edilir, mezarları bile bilinmez çoğunlukla. Ama adları ve eserleri kalıcıdır. Tarihi peşinden sürükleyen bir haklılıkları vardır.  

Leyla Bedirxan’ın hikayesi de budur. Kürt bir aristokrat olarak doğdu, tutkulu ve başarılı bir dansçı olarak ünlendi ama büyük bir sanatçı olarak kültüründen beslenerek yaşadı. Bizden evvel Leyla Bedirxan’ın izini süren biri daha vardı. Hem de üç tesadüfle Leyla olan biri idi bu kişi. Yazar Leyla Safiye, Leyla Bedirxan’la olan yolculuğunu Dansın Kürt Prensesi Leyla Bedirxan adlı kitabında etraflıca anlatmaktadır. Bir okur ve Leyla Bedirxan meraklısı olarak sayın Leyla Safiye’ye bu saikle başvurdum. Kendisi bir yazar  ve Leyla’nın adaşı olarak büyük bir incelikle sorularıma cevap verdi. Bu edebi toleransı için kendisine çok teşekkür ediyorum.

Şunu belirtebilirim Leyla Bedirxan, nasıl bir önceki  yüzyılın başında  dünyanın en bilinen sanatçılarından biri oldu ise bu yüzyılın başında da ülkesinden başlayarak yeniden anılmaya, anlaşılmaya ve anlatılmaya başlanacaktır. Tıpkı kendisinin tercih ettiği haliyle Leïla olarak… 

Ciziri’nin dediği gibi :

 «  Setweta Leylê yeqîn Mecnûn tepand

 Wer ne Qeys naket beyabanê xelet «  

20. Yüzyılda; Cizre,istanbul, Viyana ve Kahire’den Paris’e uzanan ve çağın büyük sanatçılarından olan Leïla Bedirxan’ın hayatını konu edinen bir çalışmaya imza attınız. Bu kadar önemli ve inanılmaz hareketli olan bir portreye merakınız ne zaman başladı, neden Leïla Bederkhan’ı yazdınız? Dansın Kürt Prensesi Leïla Bedirxan kitabınız aynı zamanda üç Leyla’nın hikayesidir. Üç Leyla’nın kaderleri nasıl ve nerede kesişiyor ?

Leyla Safiye: Öğretmenim kalkmış sıramın yanına atılan buruşmuş kâğıt parçasını almıştı. Kürsüye dönüp kâğıdın kırışıklarını açıp, okudu. Gözlerim yerde, yüzüm alev alevdi.  

“Gece, Leylâ’yı ayın on dördü,

Koyda, tenhâ, yıkanırken gördü”   

Ankara Koleji İlkokulu son sınıf öğrencileri olan bizlere,  kâğıdı yollayanı kutlarım”, dedi gülümseyerek, “Yahya Kemal’in bir şiirini seçmiş”. Leylâ sözcüğünün Arapça karanlık gece anlamına geldiğini, kavuşulamayan sevgilinin adı olduğunu anlattı.  

Şair Kays Leylâ’ya aşkından Mecnun olup çöllere düşmüş. Leylâ ve Mecnun’un ölümsüz aşkı doğunun en ünlü efsanelerinden olmuş.

“Bizim Leylâ’mızın Mecnun’u kim?” diye sordu öğretmenim. Adımın gizeminin, ezgisinin o gün mü ayırdına varmıştım, yoksa dedem, “Leylâ bir özge candır, kara gözlü ceylandır” dizelerini mırıldandığında mı?  Yıllar sonra klasik Arap şiirinin aya, yıldızlara ve serin geceye, ‘leyl’e ait olduğunu öğrenecektim. Adımın gizemli bir doğulu prensesten geldiğini de.  

Annem ikinci bebeğini beklediğini yazdığında İsviçre’de okuyan Gürbüz dayım, “Abla, Lozan’da Leїla adlı bir İsviçreli kızla tanıştım. Bebek kız olursa adını Leylâ koyun” diye yanıtlamış mektubu.  

6 Haziran sabaha karşı Samsun’da evde doğmuşum. Babam kulağıma babaannemin adı olan Safiye sözcüğünü fısıldamış, Safiye Leylâ olarak nüfusa yazılmışım.  10 aylık yürümüş ve konuşmuşum. Hareketli, meraklı bir çocuktum. İsviçreli Leïla Perret düğün öncesi Türkiye’ye geldiğinde Samsun’da bizde de kalmıştı. ’Türkçe bilmediğimi anlayınca objeleri gösterip Türkçe adlarını söyleyerek bana ilk Türkçe öğreten adımı taşıyan dört yaşındaki Leylâ oldu.’ derdi.  

Bana da isim annesinin, isim annemizin bir prenses olduğunu söylemişti. Yıllar sonra, bir bayram toplantısında, “Adaşımız Leïla Bedirxan’ın bir Kürt prensesi olduğunu biliyor musun?” dedi.

Kürt prenses olabilir miydi? Düşündüm, neden olmasın, Emir, mir, prens demek olduğuna göre… Tüm Avrupa ve Amerika basını Bedirhan ailesinden öyle söz ediyordu.  Bu topraklarda sevilen bir addı Leylâ. Adımın Leylâ olmasındaki ilginçlik dayımın İsviçreli eşi Leïla’dan geliyor olmasıydı. Adımızın ardına düştüm. Google öncesi araştırma uzun zaman aldı. ‘Serendipite’ (Fransızca), şans eseri güzel bir şey bulmak demek. Adımın ardındaki yolculukta sadece yengemin vaftiz ve isim annesini değil, 1930ların, çevresine çizilmiş çemberin ötesine geçme uğraşı veren öncü bir kadını, dönemin ünlü dansçısı Kürt Prenses Leïla Bederkhan’ı buldum. İlk Kürt modern dansçı, ilk Kürt-Yahudi dansçı, modern zamanlarda Sfenks önünde ilk dans eden kadın, danslarına Kürtçe adlar veren ilk dansçı: Kürt Büyüsü, Kürt Savaşçı, Dilan gibi.

 2004 yılında Avesta tarafından basılan ilk kitap aile anekdotlarının ağırlıkta olduğu bir çalışma olmuştu. Ardından uzun süren bir araştırma, okuma ve çapraz sorgulama dönemi başladı ve 2012’de Avesta Yayınları’ndan, ‘Searching for Leïla, The Kurdish Princess of Dance’ adlı İngilizce kitap çıktı. Üçüncü kitap ‘Dansın Kürt Prensesi Leïla Bederkhan’ ise 2021 yılında yine Avesta Yayınları’ndan çıktı. Sanılanın aksine kitapların hiçbiri çeviri değil. Her kitap bir öncekinden farklı ve daha kapsamlı. Bir kitap bittiğinde araştırma bitmiyordu. Yeni bilgi ve belge buldukça da ilgilenenlerle paylaşmak istiyordum. Avesta Yayınları yöneticisi Abdullah Keskin de Leïla’nın ardına düşme isteğimi paylaşıp beni yüreklendirdi.  

İsviçreli Leïla Perret Kadirbeyoğlu’nun annesi Yvonne, Leïla ve Henriette Bedirxan’la kayak için gittikleri dağda tanışmış ve arkadaş olmuşlar. “Mavi pırıltılı siyah saçları yastığa dağılmış, beyaz süzgün yüzünde belirginleşen koyu gözleri pencereden görünen karlı tepelere dalmış, uzun parmaklı elleri çarşafın dışına sarkmıştı. Kımıldamadan yatıyordu tahta yatakta. Leïla Bederkhan’ı ilk kez 1917’de Zermatt’da gördüm. On sekiz yaşındaydım, o da on dört. İkimiz de annelerimizle dağdaydık.” İki aile görüşmeye başlamışlar. Yvonne Leïla’dan ve dansından çok hoşlanmış, adını da çok sevmiş; “İlerde bir kızım olursa adını Leïla koymak isterim” demiş.  

1933 Eylül’ünde Leïla Bederkhan annesiyle on beş yıl önce Mısır’dan geldiklerinde tanıştıkları Yvonne Perret’nin kızının vaftiz törenine, Lozan’a gidiyor. Leïla Bederkhan, adını taşıyan bebeğin vaftiz annesi oluyor.  Arapça ve İbranice’de gece anlamına gelen Leïla, Doğu-Batı gelgitlerinde diller, ülkeler, kültürler aşarak kuşaklar ötesinden 3 kadını bağlayan bir ad.

 Adının ardında Doğudan Batıya gitmiş sıra dışı bir kadın, bir zamanların ünlü dansçısı prenses Leïla Bederkhan var. Yaşam öyküsü, Batıdan Doğuya giden vaftiz ve isim annesi Leïla Bederkhan’ı, olayları ve konuşulanları ayrıntılarıyla hatırlayan Leïla Perret’nin anılarında. Öykünün aktarılması ismin yeniden Doğu-Batı arasında, kaynağına yakın bir yere dönmesiyle gerçekleşecekti, Leïla Perret’nin isim annesi olduğu Leylâ Safiye’ye!  

 Dansın Kürt Prensesi Leïla Bederkhan, Adlı kitabınız çok kapsamlı bir araştırmaya dayanıyor. Bedirxaniler gibi dünyanın dört tarafına dağılmış bir ailenin güçlü ve birazda sansüre maruz kalmış bir üyesi hakkında yazmak zor olmadı mı? Anladığımız kadarı ile Leïla Bederkhan’a dair ailede de bir oto sansür söz konusu. Kitabı hazırlama süreciniz bir nevi bu görünmez sansüre de ışık tutuyor. Bu otosansür ya da ilgisizliğin nedeni nedir. Bu durum sizin çalışmalarınızı nasıl etkiledi ? 

Leyla Safiye: Bu soruya soruyla yanıt verebilirim. ‘Kürt kültürünün koruyucu ve kollayıcıları Bedirhan kardeşler çıkardıkları dergilerde Kürt kadınıyla ilgili “Kürt Kadını” ve “Kürt Kadını ve Toplumsal Rolü” başlıklı makaleler yazmışlar, ancak dergilerinde Leïla hakkında tek satır bile yok. Bir kadının saygınlığı özveriden mi geçiyordu? Zorluklara sessizce katlanan kadınlar, savaşçı kahraman eşler mi Kürt kadınına örnek olabilirdi? Leïla’nın adının yokluğu Bedirhanların dans edişini onaylamamasından mı kaynaklanıyor? Leïla’nın Bedirhan ailesinin dünya çapında ünlü tek bireyi olduğu ve Bedirhan kardeşlerin ailelerinin prestij ve kültürünü tanıtmak konusunda hayli istekli oldukları düşünülürse Leïla’nın adının yokluğu anlamlı.’ Aile onurunu kadın bedeninin kontrol edilmesine bağlayan kültürel kodlar ağır mı basmış?

Bedirhan kardeşlerin Leïla’dan söz etmemeleri, Leïla Avrupa ve Amerika’da dans ettiği ve Paris’te yaşadığı için dansı hakkında malzeme bulmamı pek engellemediyse de yaşantısının ilk dönemi hakkında yeterli bilgiye ulaşmak oldukça zor oldu. 1000 küsur yazı, haber, makale buldum. Amerikan gazetelerinde çıkan bir haber Yeni Zelanda’dan Belçika’ya kadar yayılıyor. En fazla haber Fransız gazete ve dergilerinde, onları Amerikan, Alman-Avusturya, İspanyol, İtalyan ve İsviçre basını izliyor. Singapur gazetesinde bile Leïla’nın dansıyla ilgili haber çıkmış. Doğal olarak bunlar benim ulaşabildiklerim. 

Leïla Bederkhan aslında ailenin maddi ve manevi mirasından koparak kendisini yine, yeniden bir Bedirxani olarak yaratıyor. Dünya çapında bir sanatçı ve döneminin yıldızı olabilmesinin sırrı nedir sizce? 

Leyla Safiye : Leïla’nın Fransa’da sahneye çıkışı doğru zamanda, tam Batının Doğu kültürünün zenginliğiyle yeniden gözlerinin kamaştığı anda ve doğru yerde, güzelliğin tüm biçimlerini seven Paris’te. Paris sosyetesi, Leïla’nın büyülü Doğu’yu canlandırışını kaçırmamış. Doğu’da başlayan dans dürtüsünü Batı’da aldığı eğitimle harmanlayan Leïla, “kadın”ın öne çıkmaya başladığı bir dönemde, dansa ve Doğu’ya tutkun Paris’te sunmaya başlamış sanatını. Kadınların tanrıça ya da ece olarak onurlu görüntüleri Doğu’nun modern kadın dansçılara sunduğu en önemli olgu. Bedenin kutsadığı ve bedeni kutsayan dansıyla Antikçağ ana tanrıçalarının, efsane kadınların gizemini dans ediyor Leïla: Lakshmi, İsis, Belkıs, Nefertiti.

1932’nin son ayında verdiği resitalde Leïla Doğu mitolojisinden esinlenmiş danslarından biri olan “Radha” dansını İran minyatürü olarak sunuyor. İlkyazda Tanrı Dammuzi’yle düğününe hazırlanan Mezopotamya tanrıçası Inanna/ Ishtarı canlandırıyor. Getirdiği yenilik doğu danslarını stilize bir şekilde yapıyor olması.  

 Bildiği diller- akıcı Fransızca ve Almanca, Rutenya dili, biraz İtalyanca, Arapça ve Yunanca- gezdiği yerler, okuduğu kitaplar, danslarıyla hem Doğulu hem de Batılı soyluları tanıyan Leïla, kokteyllerin, toplantıların gözdesiymiş.  Paris’in kaymak tabakasının, “Tout Paris”nin parçası. Bir Fransız eleştirmen Leïla’nın dansını Doğuyu canlandırma kisvesi altında abartılı eğilip bükülmeli kıvrılmalı gösterilerle karşılaştırarak dansçı-prensesin oryantal dansın dekadans damgasının silinmesine yaptığı katkıları övüyor. Leïla’nın zarif, özgün dansı, yüksek sanat. Çöller sultanı pazar yerindeki dansçı kadınlar gibi çalkalamaz. Sanatı bir Racine kahramanının çırpınışları ve düşüşünü çağrıştırarak yüce duygular uyandırıyor. Yüzükler bilezikler ve kolyelerle bezenmiş dansçılardan değil, kendisi de birçok dansında kol hareketlerinin bütünlüğünü bozmamak için bilezik takmıyor. İnce, uzun 172 boyunda, Elleri çok güzel, uzun ve zarif parmakları dansta ona yardımcı oluyor. Musée Guimet’de esin kaynağı ülkelerin minyatür, rölyef ve heykellerini inceleyen Leïla imgesel duruşlar buluyor. Dansı saygınlaştırıyor, dışavurumcu denilen ekspresyonist dansa yaklaştırıyor Doğu dansını.

 Paris sokaklarında yürürken bakışların çevrildiği son derece şık,güzel, modern ve oldukça kentli bir duruşu var ama evinin bir kısmını Kürt oda tarzında döşeyecek kadar da geçmişi ile iç içe, yine beyaz leçek takıp kültürel değerlerini göstermeyi seviyor. Paris’in kültür sanat hayatına hakim bir entellektüel figür ama aynı zamanda Kürtlüğünü her fırsatta dile getirecek kadar politik. Bu kadar güçlü bir profile sahip bir kişinin Kürt kamuoyunda bilinmemesinin özel bir sebebi olabilir mi? Bu kamusal uzaklık kimin tercihi Leïla’nın mı, Kürt çevrelerinin mi? 

Leyla Safiye : Leïla’yı 1930’ların Paris’inden tanıyan Stockholm Dans Müzesi kurucularından Bengt Häger, Prenses’in renkli bir portresini çiziyor: Çok hayranı olan çekici bir kadın Leïla; dirençli, kararlı, alımlı, ışıltılı, özgüvenli. Güçlü ‘ben’i, benlik bilinci, özgüveni olmayan kadın dans edebilir mi? Görünüşü ve davranışlarıyla dikkatleri üstünde toplayan Leïla’nın bir dokunulmazlık alanı, başkalarının giremediği bir dünyası vardı. Soylu bir özgüven, zarif jestler, boy bos ve nazik bir buyuruculuk, etkili konuşma yetisi: kadim mirasının bilincindeydi. Her daim Kürt olduğunu söylüyor. Kürt kamuoyunda bilinmemesi akrabalarının dansına onay vermemesinden kaynaklıyor olabilir ancak Yayla Bucak küçükken babası ve arkadaşlarının bir dergide Leïla’nın fotoğraflarına hayranlıkla baktıklarını anımsıyor.

Leïla’nın adı duyulmuş ama tam olarak kim olduğu bilinmiyor kamuoyunda. Leïla atalarının yurdunda bilinmek isterdi.

Kitabınızdan edindiğimiz bilgilere göre Leïla Bederkhan, dansı klasik önyargılardan çıkartarak sanatsal bir çerçeveye çekiyor ve mesleğin içine entelektüel bir nitelik katıp,ona tarihsel bir arka plan ekliyor. Belki de dansı Bale’ye yaklaştıran birkaç isimden biridir. Leïla’nın mesleğine olan bakış açısı ve geleneksel ile evrensel sanatı buluşturan yeteneği tam olarak nerde başarı kazanıyor sizce? 

Leyla Safiye : Klasik baleden modern dansa geçişte öncü kadın dansçılar Loie Fuller, Ruth St Dennis ve Isadora Duncan. Leïla’nın doğduğu 1903 yılında Doğu dansçılarının, egzotik ve erotik dişiliğin, özgür kadının ikonu Mata Hari Paris’e gitmiş, Doğu’nun “kutsal danslarını” sergilemeye başlamıştı. Atmosfer yaratmakta ustaydı. Doğu Hint adalarında öğrendiği gizemli dansları sunan, giysilerin bedenini teşhir ettiği Mata Hari “meşum kadın” olarak Doğu dansçısının simgesi olmuştu. Leïla Doğu dansını entelektüel bir çerçeveye oturtuyor. Meşum kadın algısını değiştiriyor. Dansın bir kolu olarak düşünülürse Doğu dansları oryantalizm ve egzotizm tutkunu Batıya çok ilginç geliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğunun büyüsü kalkıyor Avrupa’nın gözünde. Danslara olan ilgi de giderek azalıyor. Bu sadece Leyla için değil doğu dansları yapan tüm dansçılar için geçerli. Dansçı La Meri’ye göre egzotizmin yeniliği azalınca, eleştirmenler bile kollar, el oyunları, mimik ve kas izolasyonuna odaklı doğu dans tekniklerinin değerini göz ardı ediyorlar. Teknik terimi Batı’da sıçrama ve dönüş gibi hareketler için kullanılıyor.2

Doğu dansçıları dans tarihi içinde yerlerini almıyorlar. Şimdilerde hakkında yazılan kitap ve makalelerin de katkısıyla Leïla Bederkhan yeniden konuşulmaya başlıyor.  

Annesinin kökeni ile ilgili birbiri ile örtüşmeyen bilgiler söz konusu. Annesi Henriette Hornik kimdir tam olarak? 

Leyla Safiye: Leïla’nın annesi Henriette Hornik Rutenya kökenli, Galatz (Romanya) doğumlu Aşkenaz Yahudi. Dişçilik Okulu mezunu, güzel, akıllı bir genç kadın. Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca bildiğini belirtiyor. Romence, Rusça, büyük olasılıkla Yidiş de bilen Henriette genç yaşta İstanbul’a dişçilik yapmaya geliyor. O zamanki adıyla Pera’da daha çok Yahudi, Ermeni, Rum ve Levantenler yaşıyor. Yabancılar onların gözüyle tanıyor Istanbul’u. Henriette’in özellikle hizmet vermeğe geldiği Müslüman kadınlara ulaşmak için kadın sorunları, eğitim, sağlık, moda gibi konularda yazılar yayımlayan, ilk sayısı 1895 Ağustosunda çıkan Hanımlara Mahsus Gazete’ye yolladığı yazı ve ilanlar, derginin Şubat 1896 sayılarında yer alıyor. Henriette, İstanbul’a geleli üç ay olmasına karşın bir kadın dergisi olduğunu iki gün önce öğrendiğini, ancak kusurun kendisinde olmadığını, Türkçe bilmeyen yerli Hristiyan kadınların gazeteyi okuyamamalarından kaynaklandığını belirtiyor. Türkçe bilmediğinden ötürü üzgün olduğunu ancak öğrenene dek işyerinde kendisine yardımcı olacak bir tercüman bulduğunu yazıyor.

Leyla Safiye

 

Henriette Hornik bir toplantıda yedi dile hâkim, Galatasaray Sultanisi’nde ve Mekteb-i Mülkiye’de tahsil görmüş, Sultan Abdülhamid’in sarayında on beş yıl mabeyin mütercimliği ve teşrifatçılığı gibi yüksek düzeyli görevlerde bulunmuş, madalya ve nişanlarla ödüllendirilmiş Abdürrezzak Bedirhan’la tanışıyor. Doğu ve Batı kültürünü özümsemiş olan Abdürrezzak Bey, hem kılıç kuşanan şal û şepikli bir Kürt Beyi hem de kalem oynatan çokkültürlü, şiir tutkunu incelikli bir diplomat. Abdürrezzak Bedirhan ilk önce hastası oluyor Henriette’in, sonra birbirlerine âşık olup evleniyorlar. Abdürrezzak Bedirhan eşini seviyor fakat içki içtiği zaman Henriette yaşamının tehlikede olduğunu düşünüyor, Avusturya Elçiliğine bildiriyor durumu. Abdürrezzak Bey evi terk ediyor.

Abdürrezzak Bedirhan hem saray adamı hem de savaşçı olacak ama bağımsız ülke isteğinden vazgeçmeyecek, birbirleriyle çelişen iki dünya arasında, karşıt kimlikleriyle, birbirine zıt beklentileri bir arada yürütmeye çabalayacaktı. Yitik mirası -toprak ve saygınlık- öfkesini körüklüyor, yaşamına siniyordu. Ata toprağında at koşturmak ve bağımsızlık tutkusu yönetiyordu yüreğini. Yaşamı Kürdistan’a bağlılığının ve Kürt kültürüne adanmışlığın kanıtı olacaktı. Cizre Botan düşüyle büyüyen Abdürrezzak ne pahasına olursa olsun ata toprağının koruyucusu olma arzusunda.  

Öyküsünde sürgün, ihanet, kan, zindan ve düş kırıklıkları olan, tüm kargaşanın içinde sözünü gocunmadan söyleyen bir Kürt entelektüel, dünyaya diklenen bir eylem adamı Abdürrezzak Bedirhan. Geçmişi, dili, toprağı elinden alınmış, çalkantılı hayatını bir çırpıda yaşamış. Haksızlığa kılıcıyla karşı durarak otoriteye başkaldırmış. Güney Afrikalı Boer’lerin Britanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesinde Boer’leri destekleyen Abdürrezzak Bey, kızını bir Boer’le evlendirebileceğini söylermiş.

Acımasız tavır ve sert görünüşüyle örselenmiş bir ruh mu maskeliyordu? Başına buyruk, kültürünü, dilini, adını, varlığını direnerek kanıtlama yolundaki Abdürrezzak Bedirhan düşünü gerçekleştirmek için kelle koltukta yola çıkacaktı. Düşünce, tutku ve şiddetin alışılmadık bileşimi olan Abdürrezzak Bedirhan’ın gerçeklerle efsanelerin iç içe geçtiği yüksek gerilimli bir öyküsü var. Bir Paşa torunu ve oğlu, 1906da suikast planlayıcısı ve azmettiricisi, 1915de devrimci. Yüreğinde öfke, isyan taşıyor. Gözünü budaktan sakınmayan, kabına sığmayan, en ufak bir kıvılcımda kavgaya tutuşan bir kişiliği var. Renkli, nüktedan, kültürlü; konuşurken ağzından bal damlayan ancak arı gibi sokan yanıyla tanınıyor. Kültür ve entelektüelliği batılı ama doğası Doğulu.

 1 Nisan 1900’de başlayan evliliği bitiren nafaka davası Mart 1904’te görüldüğüne göre ayrılık Leïla’nın doğduğu 1903’te gerçekleşmiş olabilir. Belki de anne karnında babasız kalmıştı Leïla.

1904, köklü değişikliklerin olduğu bir yıl olmuş Henriette için. Otuz yaşında, iki çocuklu boşanmış bir kadındı. Aile soyadı ve mirasının taşıyıcısı olarak erkek çocuklara verilen geleneksel değerden ötürü, Necib babasına verilmişti. Oğlunu büyütemeyecekti. İstanbul Belediye Başkanı Rıdvan Paşanın öldürülmesinde azmettirici olduğu suçlamasıyla Abdürrezzak Bey ve tüm erkek Bedirhanlar sürgüne yollanıyor. Abdürrezzak Bedirhan’ın sürgüne yollanması Henriette’in oğlunu geri alma ümidini yeşertiyor. Abdürrezzak’ın kız kardeşi Zekiye’nin himayesinde olan küçük Necib, Bedirhan ve Hornik aileleri arasındaki velayet çekişmesinin odağında. Pangaltı Polis Karakolundan gelen bir muhbir raporu 1907 Temmuzunda Zekiye Bedirhan’ın, Henriette ve kız kardeşi Sabine hakkında suç duyurusunda bulunduğunu yazıyor. Rapora göre Mısır’dan gelen Henriette ve kız kardeşi, erkek kardeşleri diş hekimi Emil Hornik’in Beyoğlu Bon Marché’deki muayenehanesinde görüştükleri Zekiye’yi küçük Necib’in kendilerine verilmesi için zorlamış, eğer çocuk onlara verilmezse kendisi ve ağabeyi Abdürrezzak hakkında anlatacakları olduğunu söyleyerek tehdit etmişler.  

 

1907 yazında oğlunu alma girişimi başarısız olunca Henriette kızı Leïla ve kız kardeşi Sabine’le birlikte Karlovy Vary’e gidiyor. Kaldıkları pansiyonun kayıt defterinde Diş hekimi Sabine Hornik, Diş hekimi Henriette Hornik ve kızı Lotte yazıyor! Lotte, Henriette’in kızına koyduğu sevgi yüklü bir takma ad mıydı? İsim değişikliği Leïla’yı gizlemek için mi yapılmış? AbdürrezzakBedirhan hapiste olsa bile Bedirhan aile üyelerinin hışmından korkmuş olabilirler miydi? Leïla’yı alıp yurt dışına gitmesine izin verilmiş miydi?  

    Henriette’in yaşamöyküsünde kadına şiddet, kaçış, ayrılık, sürgün var. Evladından koparılmanın acısı var. Henriette oğlunu iki kez yitirmiş: ilk önce zorunlu ayrılıkta ve sonra ölümünde. Henriette zamansız, uzakta bir ölümün acısıyla özlem duyuyor sadece üç yaşına kadar bakabildiği oğluna. Leïla anne oğlun birbirlerinden koparılışındaki acının ayırdında olmalı.

    Abdürrezzak Bey sürgüne yollandıktan sonra, Henriette Leïla’yı alarak, İstanbul’dan ayrılmış, yeni bir yaşam kurmak için Mısır hıdivinin diş hekimi olarak Kahire’ye yerleşmişti. Kızını tek başına yetiştirmek için her şeyi yapmış. 1917 yılında Mısır’daki on yılın ardından İngilizler hıdivi tahtından indirince Osmanlı pasaportu taşıyanlar istenmeyen kişiler olarak Mısır dışına yollanıyor. Henriette ve Leïla’nın Avrupa yolculuğu başlıyor. İsviçre Avusturya, Almanya’dan sonra Paris’e yerleşiyorlar. Sürgün, evlat ve ayrılık acısına karşın hep dik durmuş Henriette; arkadaş çevresinde saygı duyulan sevilen bir kadın. İsviçreli Yvonne hem Leïla’yı hem de annesini çok beğeniyormuş. ‘Bir kızım olursa ilerde adını Leïla koyacağım’ demiş, Leyla adının öyküsü böyle başlıyor.

 Dünya tarihinin en karmaşık yıllarında bütün önemli baş kentlerde büyük organizasyonlarda yer almış ve her şeye kendisi karar verecek kadar sanatsal bir derinliğe sahip, Leïla Bederkhan’ın sanatsal dünyasını nasıl tanımlayabiliriz?

Leyla Safiye: Bulunduğu topluluktan ayrılıp solo dans etmeye karar verdiğinde koreografileri kendi hazırlıyor. Kostüm seçimi de kendisine ait. Aklındaki koreografiye göre müzik besteleniyor ya da kendisi bir müzik parçası seçiyor. Avrupa ve Amerika’da yankılanan bir başarıyla dans eden, Salzburg Festivallerinde beğeni toplayan Leïla, Respighi’nin Saba Melikesi Belkıs balesinde başrolü oynamak için Milano’nun La Scala yönetiminden çağrı alıyor. Opera ve balenin ünlü mekânı La Scala’da sahneye çıkıyor.  

     1932 kışı Leïla’nın dans kariyerinde yeni bir sayfa açmış, dans yaşamının kilit taşı olmuş. Binlerce kişinin yer aldığı görkemli bir gösteri; Doğu’ya ait bir öykü Saba Melikesi Belkıs. Sabahın, güneşe tapanların ecesi Saba Melikesi Belkıs yavaşça uyanıp güneşi selamlıyor. Doğan Güneşin Dansında salt ışığa bürünmüş, doğan gün onuruna davulların ritmine dans ediyor. Leïla atalarının Yezidi kökenine bir selam yollamış olabilir.

 Süreyya Bedirhan ilk sırada oturuyor. Dans etmesini istemeyen Bedirhanların simgesi olan kişiyle yüz yüze geldiğinde karşısında kızgın birini değil, kendisine babasının gözleriyle bakan zarif bir beyefendi görüyor Leïla. Emir Süreyya Bedirhan elinde hançer değil bir buket kırmızı gül tutuyor. 

Turnelerinin çoğunda kızına eşlik eden Henriette Bederkhan, aile dostu Bertrand Bareilles’e yazdığı bir mektupta sevinç ve gururla Leïla’nın La Scala’daki başarısından, Respighi ve Süreyya Bedirhan’ın kutlamalarından duyduğu mutluluk ve gururu anlatmış. Süreyya Bedirhan Paris’ten özellikle Belkıs Balesini görmek için gelmiş ve sonunda Leïla için çok önemli olan Bedirhan onay mührünü basmış. Celadet ve Kamuran Bedirhan’ın ağabeyi olan Süreyya Bey Leïla hakkında Wahide- Vahide- ‘tek, biricik’ başlıklı bir tiyatro oyunu yazıp Leïla’ya ithaf etmiş. İthafta ‘oryantal folklorik dansların büyük ve unutulmaz yorumcusu Prenses Leïla Bederkhan’a derin hayranlığımızın saygı ve takdiriyle’ 4 yazılı. 3 La Stampa Della Sera, 27 Mart 1934 Orijinali “dedie a la princesse Leïla Bederkhan, la grande et inoubliable interprete de danses folkloriques orientales en respectueux hommages de notre profond admiration”

Leïla Bederkhan’ın son dönemleri hakkında bir bilginiz var mı, nasıl geçirdi son yıllarını ? 

Leyla Safiye: Leïla Perret Avenue Foche’da ve Leïla Bederkhan Boulogne’da yaşarken, 1979 ve 1981 yılları arasında Paris’te her gün görüşmüşler. Çocukları ve köpeklerini çok severmiş Leïla. Her zaman ya Cocker Spaniel ya da chow chow cinsi köpeği olurmuş. Köpeğine duyduğu sevgi bir annelik içgüdüsü belirtisi olabilir. 1981de vaftiz kızı Leïla Perret’yle de köpek yüzünden kırılmışlar birbirlerine. Bir daha görüşmemişler. Çocuk sahibi olmamış ama adı birçok çocukta yaşıyor.  

Külyutmaz bir kadın Leïla, akıllı ve zeki ancak son yıllarında Paris’te tüm varlığını elinden alan vicdansız bir çiftin pençesine düşmüş. Son günlerini anne tarafından kuzeninin Cahors’daki villasında geçirmiş. Işıklar sönüp, sahne kararmış, perde 26 Aralık 1986da güneybatı Fransa’da, Montauban’da kapanmış.

 Leïla Bederkhan aşk’ın Leyla’sından ziyade sanatın Leyla’sı imgesine yönelmiş ve bu yolda oldukça kendine has bir sanatsal aura oluşturmuştur. Leïla Bederkhan’ın duygusal dünyası diğer çağdaşları gibi gündem konusu olmamış nasıl başardı bu kadar özerk yaşamayı? 

 Leyla Safiye : ‘Doğu gecelerinin kokusunu taşıyan “Leïla”, günün kavurucu sıcağının dindiği çöl gecesinin gizemli hazlarını çağrıştırıyor. Kays her hecedeki ezgiyi duyup çöl rüzgarlarına fısıldayarak sevdiğinin adını ölümsüzleştirmiş. Rüzgarlar yeryüzünün dört bir yanına taşımış o tınıyı. ‘Leïla’ adında gece, aşk var.’ Dergi ve gazeteler bu özelliklere ve yurdundan edilmiş talihsiz prensese değinmekle birlikte Leïla özel yaşamıyla magazin konusu olmamış, sadece kültürünü, dansını anlattığı röportajlar vermiş. Alman gazetelerinde Bedirhan ailesine yapılanlardan, ancak ağırlıklı olarak kadın haklarından söz ediyor. İtalya Fransa ve Amerikan basınında çıkan yazılar dans ve sanat üzerine…  

İlginizi Çekebilir

İsrail-Hamas savaşı: 600’den fazla insan hayatını kaybetti
Selim Temo’dan yeni şiir kitabı: 112 Hesp û Xezelek

Öne Çıkanlar