“ Ben ve arkadaşlarım bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz.”
Soğuk Savaş sonrası Kuzey Kürdistan’da ki siyasi partiler deneyimi Hatip Dicle’nin bu sözleri ile start aldı. 6 Kasım 1991 akşamı milletvekili yeminini dört kere tekrarlamak zorunda kalan Dicle, Ali Rıza Septioğlu’nun “ Lütfen lütfen” ricasıyla sözünü geri alırken, DYP’li vekillerin tehditlerine rağmen kimse Dicle’nin yanına yaklaşamamıştı.
Türk medyası olayı çarpıtarak gündeme taşırken, Kürtler için gecenin ve geleceğin siyasi yıldızları Dicle ve Zana olmuştu.
Leyla Zana’nın sarı, kırmızı, yeşil bandı ve Kürtçe konuşma resti bir devrin sembolü olurken, Dicle’nin bir süre sonra “savaşta askeri üniformalılar hedeftir.” sözleri Kürt siyaseti için devr-i sabık olmuştu. Dicle ve arkadaşları bu girişimden dolayı hapse atılacak kadar devletin rahatını kaçırtmış buna rağmen mecliste onlara dokunmayı kimse göze alamamıştı.
Sonrası mı?
Sonrası bir Cumhuriyet klasiği gibi geldi!
Dicle ve arkadaşları tutuklandı. Binlerce köy yakıldı ve boşaltıldı. Milyonlarca Kürt, Türkiye ve Avrupa’ya sürüldü. Gazeteler bombalandı, gazeteciler öldürüldü. Dicle’nin arkadaşı Mehmet Sincar Batman’da katledildi. Kürt partileri kapatıldı, siyasi yasaklar katmerlendi. Sansür, ağır cezalar, faili belli cinayetler devlet planlama teşkilatından çıkmışcasına birbirini izledi.
Devletin açtığı topyekün savaşa karşılık, Kürtler geniş çaplı sivil örgütlenme ve milis ağlarına imza atarak karşılık verdi.
Bu örgütlenme ağları siyaset için yönetici yetiştirme okulu olurken, kırsaldaki savaşın kaderini de elinde tutuyordu.
Kürdistan tarihinin büyük yıkımları bu dönemde yaşandı ama sivil siyasetin diriliği, kitlesel motivasyonu devlet aklını ürkütüp, başka senaryoların devreye konulmasını da beraberinde getirdi.
Buna uluslararası gelişmeleri, konjonktürel değişimleri eklediğimizde Kürtlerin siyasi ve askeri direnişini Türk siyasetinin dengelerine bağlama öngörüsü devlet aklının yeni mücadele parkuru olacaktı.
Ve bu parkur 1999’daki yerel seçimlerle siyasi ortamın hizmetine açıldı.
Sonrası mı?
Sonrası bir Demokrasi Masalı gibi geçti.
Devlet için birkaç belediye binası,çevre temizliği,vergi tahsili,kültür organizasyonu ve altyapı hizmetinin Kürtlere verilmesinin tarihsel bir maliyeti yoktu ama Kürtlerin buralara aktardığı profesyonel kadronun alternatifsizliği, nitelik değişikliği ve siyasi beklentinin maliyeti çok ağırdı.
Kürtler sivil siyasete yüklendikçe sistemin yeni barajları çoğaldı. Bu barajlar bağımsız adaylarla aşılınca bu defa Kürt siyasetine sistemin meşrutiyeti kadar alan açıldı.
DTP ve BDP’nin konum değiştirme süreci Kürt siyasetinin kendi kadrolarına dayanma, Kürdistan merkezli organize olmanın son dönemi olurken, BDP’nin normalleşme süreci ve Demirtaş ile yakaladığı ivme Türk egemen yapısında bu ihtiyaçların bile geri alınmasını gündeme getirdi. Bu saikle iktidara ve muhalefete yeniden Kürdistan’a doğru sızmanın görevi pay edildi.
Sonrası mı?
Sonrası Korkunç bir film gibi geçti.
2013’te Demirtaş’lı BDP -HDP siyasi merkez olmaya başladığında devletin ajandası Kürtlere göre daha hazır ve korkunçtu. İmralı görüşmeleri, sözde yasal düzenlemeler, af çıkarma dedikoduları, yerel yönetimleri güçlendirme gibi eski vaatler hızla piyasaya sürüldü , Kürt hareketi yılların deneyimli kadrolarını yerel yönetimleri garantiye almak için sahaya sürerken, birikimli kadro zincirinde beklenmedik kopmalara sebep oldu. Bir süre sonra bu boşluğu sol partilerle yaptığı ittifak üzerinden tamamlamak istese de devlet buna imkan tanımadı.
Sonrası mı?
Sonrası elbette var…
Ama öncesinden kalma bazı kırık burun, ayak ve kelepçeli ellerin hikayesi var .
12 Nisan 2010’da Samsun’da Ahmet Türk’ün burnu kırdırıldı.
4 Haziran 2010’da Şırnak’ta Sevahir Bayındır’ın polis saldırısı sonucu kalça kemiği kırıldı.
14 Eylül 2017’i de Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesi Ankara’daki mezarından çıkartılarak hapisteki Tuğluk’un tüm psikolojisi alt üst edildi.
2023’te Annesinin cenazesine katılmak üzere dışarı çıkarılan Gülten Kışanak’ın cezaevine götürülürken ellerinin kelepçelendiği söylendi.
2024’te Demirtaş, hasta babasının ziyaretine yoğun güvenlik önlemleri altında götürülüp getirildi.
Hatip Dicle ve Leyla Zana’nın kulakları çınlasın, kürsü de işler anayasal zorbalıktan koşuşturmaya dönüştü…