Eski FED başkanı Alan Greenspan Fransız finans dünyası için ” ekonomilerine bilinçli bir şekilde Fransız medeniyeti ve tarihi yol gösterir.’ tabirini kullanmaktadır. Elbette bir ekonomistin görüşleri bir siyasetçi ya da sanatçı kadar yankı uyandırmaz ama günümüzün sosyal ve toplumsal yaşamında ekonomistlerin de karar verici olduğu bilinmektedir.
Üstelik söz konusu Avrupa ve onun ruhani lideri Fransa olunca kültür ve ekonominin medeniyetin geleceğindeki rolü daima önrmlidir. Fransa’nın Doğu ve Batı’ya denge ve değer dağıtma becerisi onu tarihsel ilkelerine sabitlerken, değişim halindeki rolü onu uluslararası arenada süper güç yapan en önemli yeteneğidir.
Bu yetenek Mağrip ve Afrika ilgisi nedeniyle kıta Avrupası’nda onu, Britanya’dan daha fazla sorumluluk altına koyarken, ülkenin klasik kültürel ve diplomatik girişkenliğini de örselemektedir. Fransız diplomasisinin bu kuşatmayı dışardan nasıl kıracağı henüz belli değil ama içerideki kimi sorunların dışardaki kuşatmaya giderek zemin sunduğu da açıktır.
Geçtiğimiz günlerde Fransa’nın klasik stresine aşina kimi olaylar meydana geldiğinde hiç kimse bu denli organize bir şiddet ve talanı beklemiyordu. Benzer gerginlikler daha önce de yaşanmış ve protestolar bir süre sonra dinmişti. Ancak bu defa örgütlü bir talan ve şiddetin pimi çekilmek istenmiş, olaylar tırmandırılmaya çalışılmıştı.
Dış basın Marsilya’daki olayları kıyamet senaryosu ile servis ederken aynı günlerde Paris’te moda haftası için turist ve tatil hazırlıkları da devam ediyordu. Her biri küresel sermayenin birer paydaşı olan giyim markalarının sonbahar- kış kreasyonları bir hafta boyunca farklı mekan ve metaforlarla meraklılarını beklerken, olayların Parislilerce pek görülmemesi ortadaki şiddete bir tepki olarakta okunabilir.
Milano, New York, Londra ve Paris’te her yıl düzenlenen moda haftaları sektörün küresel donanım ve dolaşımını farklı ülkelere göre test ederken, bir nevi toplumların kültürel ve demografik değişiminin giyim kuşama yansıyan son hallerini de göstermektedir.
Bu yüzden moda haftaları ekonomik ve medyatik bir alan gibi algılansa da içindeki kültürel, sosyal ve sanatsal yaratıcılığın kitlelerin üretim ve tüketim seçimlerini belirlediği de gerçektir. Moda evleri, tasarımcılar ve koleksiyoncular yılın değişik dönemlerinde yapılan bu uluslararası etkinliklere birer ulusal pazarlamacı olarak katılır ve kendilerini deneme fırsatı bulurlar. Sektörde yer edinmek kadar kendi trendini yaratarak iğneden ipliğe her şeyi modaya uyarlama becerisi bu mesleğin en az diğer endüstriyel alanlar kadar kendisi ve zamanla yarış halinde olduğunu göstermektedir.
Her biri büyük bir sermaye gücü olan ve aynı zamanda küresel pazar hacminde milyarlarca dolarlık bütçeye sahip olan firmaların bu haftalara biçtiği misyonun, maddi getiriler kadar, giyimden, ev tasarımına, aksesuardan parfümeriye uzanan platformlarla manevi bir vizyon taşıdığı da bilinmektedir. Bu yüzden moda sektörü kendi siyasasına paralel bir seyir izlerken her türlü kültürel çekişmeyi de beslemektedir. Bu beslenmenin en ironik yansıması Fransız ve İtalyan markaları arasında yaşanmaktadır. İki ülkenin moda dünyasındaki pazar hacmi ve kalite yarışı bu platformun bir klasiği heline gelmiştir artık.
Bu yıl ki Paris moda haftası bir bakıma bu klasik rekabetten son haberler şeklinde geçti. Son tasarımları ile gövde gösterisine hazırlanan firmalar defilelerini sergilerken, marka ve mekan işbirliğini bu yüzden fazlaca öne çıkardılar. Tarihi mekanların arka fonda olduğu sunumlar aynı zamanda firmaların finansal ve fikriyat gösterisi gibiydi. Valentino, Château de Chantilly’yi seçerken, Louis Vuitton klasik çanta ve bavul koleksiyonları için Ponte Alma’yı boydan boya sergi alanına çevirirek geceyi klasik müzik konseri ile geceye sanatsal bir hava katmaya çalıştı.
Herşeyi ile bir Fransız icadı olan Chanel, Saint nehri kıyısına sokaktan haller modunda inerken, Alaïa şehir içi köprülerinden birini yürüyüş alanına dönüştürmüş, Givenchy ise İnvalide askerî müzesini tercih ederek reste reste mahiyetinde dikkatleri kendinde toplamaya çalıştılar. Cristian Dior,hepsini gölgede bırakmak istercesine “Roma giyim stili” temasıyla iç mekanda kalmayı tercih ederken, Armani, Balenciaga ve Schiaparelli gibi diğer büyük markalar klasik podyum sunumu ile yetinip izleyicilerini kendi satış mekanlarına davet etmekle yetindiler.
Ancak bütün bu meydan okumanın bu yıl ki başarılı koleksiyonu Armani’ye aitti ve İtalyan devi kumaşın büyüsünü bize yeniden hatırlatırken moda meraklılarından gereken alkışı almışa benziyor.
Kuşkusuz böylesi büyük organizasyonların birde genç girişimci ya da geleceğin tasarımcı adayları olur. Bu yıl ki adaylardan biri de Kürdistanlı Lara Dizee’yi idi. Abdullah Keskin’in ifadesi ile ” Kürtlerin üç büyük küresel avantajından biri” olan Kürt kıyafetlerinin uluslararası pazara açılımı, nihayet Paris moda haftasında bu cesareti gösterme ve kendini kanıtlama fırsatı buldu.
Dizee’yenin klasik Kürt elbiselerine dayanan bol altın işlemeli aksesuarlarla desteklediği tasarımları beklenen ilgiyi şimdiden yakalamışa benziyor. Özellikle Kürdistan bayrağını sembolize taçları takdire değerdi. Ve seçtiği kreasyon Kürtlerin geleneksel giyiminden güzel bir seçkiye sahipti.
Siyasi gelişmeler kültürel tarih ve toplumsal hafıza sembolleri ile desteklendiğinde uluslararası tanınırlığı kolaylaşır ve tarihsel zenginliğinin işlenme şekilleri çoğalır. Lara Dizee’ye Kürdistan’da ve Kürdistan için bir ilki başardı. Sanırım Alan Greenspan bu yüzden haklı. Medeniyet ve tarih kimi milletlerin olmazsa olmazıdır ve daima kendi kodlarına uygun fırsatları kovalar.