” To şîirî micism, min şaîrî milhim
To hisn û fisûn, min hemdeme meftûn. “
Şiir bizi teskin eder, şair bizi teşvik eder. Yaşamaya, yürümeye, düşünmeye, sevmeye, acı çekmeye, özlemeye, bilmeye, bilinmeyene, dinlemeye ve bazen mücadeleye bazen de tarihin bir süreğeni olmaya davet eder.
Bu yüzden insan evladı her şeyin şiirini yazarken, bir nevi yaşama dair duyguları da eğiterek varlığın sınırlarını, sırlarını ve serzenişlerini de yine yeniden tanımlamaya çalışmaktadır.
Sanat dalları içinde duyguları doğanın benzerliğine ve düşüncenin içine sınırsızca yerleştirilebilen en önemli yazımsal alan şiirdir. Bu yerleştirmede doğa mı insanı etkiliyor, insan mı ana doğayı düşünsel olarak yansıtıyor bilinmez ama bu tatlı çekişmenin ortaya çıkardığı hislerin benliğimizi güçlendirdiği muhakkaktır.
Bugün için şiirin çağları diyebileceğimiz; birikimlere dayanan, eserler, kişiler, sosyal değerler ve onların egemenliği ile rüştünü ispatlayan çok zengin bir şiir dünyası söz konusudur. Bu dünyaya ağırlık kazandıran aşk, acı, mutluluk, nefret ve ayrılık gibi duygu tarihinin genetik halleri kadar, fonksiyonel tarihin yaşanmışlıklarını da kapsayan çeşitli materyalist etkinler de söz konusudur.
Bireyin gerçeğinden toplum ve ulusun gergefine geçen, ortak bir hayal ve hatıratı teşvik eden bu materyal alanı hem şiirin duygusal çehresini, hem de düşünsel çerçevesini etkilemektedir. Bireyin ihtiyat ve ihtiras alanından sıyrılıp toplumun ortak heyecan ve heves hayatı ile buluşan şiirler, şair kadar, şiirin de gelecek tahayyülünü etkilemiştir.
Büyük uluslar ve onların bireyleri için eser sorunu yoktur. Her türlü maddi ve manevi materyali kolayca işleyebildikleri için eser sorunu yerine eserin niteliği tartışma konusudur.
Ancak kendi eylem ve emek alanlarında gerekli tarihsel form ve fırsatları olmayan toplumlar için hem yazar, hem eser, hem de içeriğinin önemi büyüktür.
İşte Dildar, yani Yunus Rauf ve şiiri Ey Reqib’in hikayesi bu önemli tartışmaya katılma hikayesidir.
Yunus Rauf’ın hikayesi, şiirlerini ” Aramice ve Arapça’dan Latince’ye” çeviren Şiyar Şerif Berazi’inin deyimiyle “bilinen ama kim olduğu bilinmeyen” bir hikayedir. Bu hikaye hem ulusal kaderine yön verdiği halkına, hemde onu ayağa kaldıran şairini bilmeyen halkının siyasal ve düşünsel maceralarınında bir vesikasıdır.
Bugün bu saatlerde dahi Yunus Rauf’un yani Dildar’ın başına gelenlerin aynısı ülkesi Kürdistan’da başka hikayelerle devam etmektedir. Dildar, gibi ülkesine hizmet ve hayat vermiş nice şair,yazar ve müzisyenin yetişmesine, bilinmesine ve Kürtlerin geleceğinde söz sahibi olmasını engelleyen iç ve dış çelişkiler tüm korkunçluğu ile bünyemizi kemirmeye ve bizi bir ulus gibi davranmaktan alı koymaya devam etmektedirler.
Ancak Dildar’ı herkesten ayıran bir şey vardır. Dildar, on altı dize ile Kürdistan’ı kendi başına ayağa kaldırabilen tek şair ve sanatçıdır. 1938’de Kerkük’te yazdığı Ey Reqib şiiri onun ve tüm Kürtlerin siyasi hayatını fazlasıyla değiştirmiştir. Aso Zağrosi’nin aktarımına göre “Şêx Abdülkerim Berzencî tarafından Kurdistan Cumhuriyeti’nin kuruluş günlerinde birçok şiir arasından bu şiir beğenilmiş ve bestelenmiştir.” Dildar’ın şiir divanı geçtiğimiz aylarda Avesta yayınları tarafından Soranice yayımlandı. Divan, Ey Reqip’in de içinde bulunduğu kırk dört şiirden oluşmaktadır.
Aslında Divan hem Dildar’ın bireysel hayatı hemde o bireyselliği şekillendiren etkenleri barındıran bir ulusal tranformasyonudur. Zira dünyanın en kalabalık milleti olan Kürtlerin her hayat yolculuğu bu durumun bir başka versiyonu olarak şekillenmektedir. Bu yüzden Ey Reqib, genç bir şairin gözünden ülkesinin geçmiş ve gelecekte yerini hayal etmesi bakımından çok kıymetli bir eserdir.
Dildar, Şubat 1918’de Kürdistan’ın en zor yıllarında ve en hareketli parçası olan Koyeyê’de dünya gelmiştir. Öğrenim hayatının ilk yıllarını kendi yöresinde geçirmiş,hukuk eğitimini Bağdat’ta tamamlamıştır. Bağdat’a gitmesi onun hayatına yeni bir hayat daha eklemiştir. Pek çok kuşakdaşı ve sanatçı arkadaşı gibi yabancı başkentlerdeki eğitim süreci onun için bir aslına rücü süreci olmuştur. Bu süreç Dildar’ın kısa hayatında büyük bir sanatsal süprizle sonuçlanacak ama ne yazık ki kendisi bunu görmeyecektir. Dildar’in otuz yaşında bir kalp krizi ile hayata veda etmesi bugün dahi tam açığa kavuşmamıştır. Ancak bir şiiri ile kendisinin ve halkının geleceğinde yer edinme payesi bu genç adama düştüğünde ölüm denilen zaman şantajı da her yanıyla boşa çıkmıştır. Dildar’in yaşadığı yıllar Kürtlerin zor yıllarıdır ve O’da bu zorluklara fazlasıyla maruz kalmıştır.
Zira genç bir şaire Ey Reqib’i yazdıran zorlukları tarif etmek için ancak Dildar gibi 1900’lerde doğan, mücadele eden ve varlığının gasp edilmesine karşı çıkan bir Kürd olmak yeterlidir. Remezan Hemedemin’in kitabın önsözünde yazdığı gibi şiirlerinde, “siyaset, çocuklar için şiirler,marşlar, din gibi ana temaları” işlerken bir nevi kendimize has nedensellikleri, sanatsal argümanlarla göz önüne sermektedir.
Hepimiz Dildar ya da Yunus Rauf’u birebir bilemeyiz. Ama Ey Reqib’ini ruhumuzun bir köşesinde saklar ve her fırsatını bulduğumuzda ondan bir kaç kelime mırıldanırız. Lozan’ın yüzüncü yılını tartıştığımız bu günlerde, tarihimizde Lozan’ı samimiyetle reddeden ve onu işlevsiz kılan tek kişinin Dildar olduğunu görüyoruz. Zira bir tek onun sözlerinde gerçek bir tarihin ruhu dalgalanabiliyor.
Sanırım Dildar, fazlasıyla şiir ve ötesidir….
Ey Reqîb her mawe qewmî kurd zuban
Nayîrmênê daneyî topî zeman. “
İyi pazarlar.