Evrensel Gazetesi Bertolt Brecht’in 68. ölüm yıl dönümünde onun farklı yönleriyle sanata katkılarını, teorik bakışını ortaya koyabilmek için bir derleme yaptı…
Alman Şair, Tiyatro Yazarı ve Yönetmen Bertolt Brecht’in bugün 68. ölüm yıl dönümü… Brecht sanata bakışı, politikayla kurduğu ilişki ve sanata teorik katkısı açısından hâlâ ve birçok yerde gündemde.
Bir dönem Evrensel yazarları arasında da yer alan, 2016 yılında hayata veda eden Yazar, Çevirmen ve Sinema Eleştirmeni Veysel Atayman, Marianne Kesting’den çevirdiği Bertolt Brecht kitabının ön sözünde Brecht için şunları söylüyor:
“Yaratıcı yeteneği sanatsal üretim çalışmasının önüne koyan, yapıtı bir kezlik bir esinlemenin, bir kezlik bir patlamanın, yetkin, ideal dışa vurumu sayan klasik burjuva sanatçı anlayışının karşısına ilginç bir zıtlık olarak çıkar Brecht. Onun yapıtında tarihsellik, zaman yalnızca olayları taşıyıcı bir öge olarak belirmez. Yapıtın kendisi de bu tarihselliğin, geçiciliğin içinde bir değişebilirliktir. Bir olaya ilişkin yeni bir yorum mu gerek, Brecht hiç tereddüt etmeden, yapıtı yeniden yazar, yeni yorumlarla geliştirir, değiştirir. Kutsal, ideal, bir kezlik yaratımın yerini “işlev” almıştır diyebiliriz. Değişen gerçek ile birlikte yapıtın işlevi değişecekse, onu yeni işleve uydurmanın hiçbir engeli yoktur. Brecht’in kişiliğinin yapıtın arkasında geri durduğunu, adının önemsiz bir öge olarak bilinçle saklandığını söylüyor Marianne Kesting. Oysa, yalnızca Brecht değil, sırası gelince yapıtın kendisi de gerçeğin karşısında mutlak bir öge olarak duramamakta, ona ayak uydurma kaygılarıyla yeniden düzenlenebilmektedir. Ve gerçek bir toplumcu sanatçının belki de eşsiz bir örneğidir bu tavrıyla Brecht.”
TARİHSELLİĞİ SAVUNAN DİYALEKTİK YÖNTEM VE BRECHT
Akademisyen Oya Yağcı’nın Evrensel’de çıkan 2021 tarihli, “Brecht’in ısrarlı güncelliği” başlıklı yazısında Brecht’in tiyatro anlayışı anlatılıyor:
“Tiyatro, birlikte öğrenmenin, açığa çıkarmanın, açıklamanın, kolektif üretimin alanıdır. Tamamlanmışlığa karşı her yeni durum ve yöntem için yeniden düşünmek, değişmek ve dönüşmek, öğretirken öğrenmek ve öğrenirken öğretmek; bir Tabula Rasa, boş bir sayfa olarak tarihsel şimdinin çelişkili niteliğinin sorgulanmasına yarayan birlikte düşünme ve yapma alanıdır. Kuşkusuz bu yöntemsel yaklaşım kapitalizmin genel vasıfsızlaştırma sürecine karşı zanaatın tarihten yeniden kazanılmasına da imkan tanır. Brecht dramaturjisi pedagojik bir yöntem önerisidir ve didaktiklikten kaçınmaz. Avangardın kitleleşmemeye verdiği cevabı, anlamın savunusunu ‘yüce’nin uzmanlaşmış yabancılığına gerilettiği iddiasıyla ve salt biçimsellikle eleştirirken, ‘yeni’nin, popüler kültür-estetik yüce ikiliği ve hiyerarşisinin ötesinde yeniden düşünülmesini öneren ve pratikte de arayan bir pedagojik yöntem önerisidir Brecht’in müdahalesi.
Fredric Jameson, ‘Brecht ve Yöntem’ başlıklı kitabında Brecht’te, Çin etkisi, Avrupa’da Nazi yıkımı, sürgün ve geri dönüş tecrübelerinin oluşturduğu tarihsel katmanlaşmaya dikkat çeker. Bu katmanlaşma Jameson’a göre aynı zamanda devrimci bir değişimin kutsanmasındaki yönelimi de açığa vurmaktadır: Tarihin en karanlık görünen anlarında dahi, bir devrimcinin geleceğe dair iyimserliği korumasını sağlayan, içerik ve biçim diyalektiğinin devrimci niteliğidir bu yönelime güç veren. Parçalanmaya karşı ortaklaşmayı, anlam yitimine karşı anlamın gömülü olduğu yerden açığa çıkarılmasını, değişmezliğe karşı tarihselliği savunan bir diyalektik ve asla kendi üzerine kapanamayacağını bilen bir bilinç.”
‘TİYATRO VE SİNEMA POLİTİKA İÇİN BİR SİLAH’
Evrensel Gazetesinin Kültür Editörü Şeyma Akcan’ın, Yazar ve Senarist Petros Markaris ile yaptığı röportajda ise Markaris, Brecht’in sinemaya ve tiyatroya bakışını anlatıyor:
“Bizim kuşağımızda Brecht’in oyunları politika için çok önemliydi. Çünkü tiyatro ve sinemanın aynı zamanda politika için bir silah olduğunu keşfettik. Ve bu silahı doğru kullanırsanız faydası büyüktür. Bence Angelopoulos’un benimle iş birliği yapmasının ilk nedeni benim Brecht’i çok iyi tanımamdı. Her zaman bana “Brecht bunu nasıl yapardı?” diye soruyordu. Hâlâ polisiye yazarı olarak Brecht’in çok faydasını görüyorum.
Brecht her zaman diyor ki ‘Kendi duygularınızı, yazarken uzakta tutun. Yazı duyguda değil, kafadadır.’ Ben duygularımı yazarken hiç karıştırmıyorum. Brecht diyor ki ‘Her konunun, her gelişmenin açıklamasını sonuna kadar götürmeyin. Bırakın seyirci veya okuyucu kendi sorularını sorsun ve kendisi de bir kurgu yaratsın, kendi tecrübeleriyle.’ Romanlarımda bunu yapıyorum. Bazı romanlar her şeyi izah ediyor, sinir oluyorum. Pişmiş yemek gibi ağzına koymayın okuyucunun.
Bir taraftan Yunanlar ve trajediyle büyüyen nesiller için Brecht’in anlatımı soğuktur. Çünkü Brecht her zaman kafasıyla yaratıyordu, duygularını bir yana bırakıyordu. Ama bu durum diktatörlük zamanında değişti. 1967-77’ye kadar o kadar çok Brecht oynandı ki durmadan onun oyunları sahneye konuyordu ve bu değişti, değişme sırasında Angelopoulos onu keşfetti.”
BRECHT’TEN GELECEK KUŞAKLARA
SONSÖZ / EPILOGUE
“Biz ki
İyiliğin temellerini atmak istedik
Dönmedi devran ne yazık
İyi adamlar bile olamadık
Siz ki
Sonunda bir gün insanın
İnsan olduğu günlere ereceksiniz
Herkesin birbirine omuz verdiği
Dürüst günler göreceksiniz
İşte o günlerde bizi
Çok da hırpalamayın yargılarınızla.”
Bertolt Brecht (1938), Gelecek Kuşaklara (Türkçe söyleyen: Ergin Günçe)
GISELA MAY: BRECHT SEYİRCİYİ DÜŞÜNMEYE YÖNELTİYOR
1924 yılında Almanya’nın Wetzlar şehrinde Yazar Ferdinand May ve Oyuncu Kaete May’ın kızı olarak doğan Gisela May yaşamını yitirdi. May, Brecht şarkılarıyla ünlenmişti. Gazetemizde çıkan Semra Çelik’in hazırladığı bir röportaj derlemesinde “Bir Tiyatroyu insanların değişimini sağlayacak bir araç olarak mı görüyorsunuz?” sorusuna Gisela May’in cevabı şu olmuştu:
“Bu, Brecht’in arzusuydu. İlk etapta tarih bilinci oluşturmak istedik. Halkı düşünmeye sevk etmeyi amaçladık. Beraber düşünmeye… Sadece duygulanmaya değil. Düşünce ve duygu atbaşı giderler. Brecht’in yalnızca düşünüp teori ürettiği, çok soğuk olduğu ön yargısı vardır. Halbuki duygu ve düşünce hep atbaşı gitmiştir. O seyirciyi düşünmeye, soru sormaya yöneltmek istemiştir. Hiçbir zaman cevap vermemiştir. Cevapları seyirciye bırakmıştır. Örneğin Cesaret Ana, oyununun sonunda askerlere ‘Neden beni de alın’ demiştir? Bunun cevabı maalesef çok değişik olmuştur. Kadın savaşa ihtiyacı olduğu için, oğullarını alanın savaş olduğunu düşünmediği için böyle davranmıştır.”
/Evrensel Kültür Servisi/