Neticede sorun herkesin doğrudan ya da dolayı biçimde ilgili olduğu, ilgili olması gereken bir sorun; bu nedenle de şeffaf yürütülmesine özen gösterilmesini istemek, beklemek hakkımızdır…
*
2025 yılına bu gündemle girdik: MHP lideri Devlet Bahçeli’nin parlamentoda DEM partililerle tokalaşması ve ardından Öcalan’ın gelip mecliste DEM Parti grubunda örgütü feshettiğini ilan etmesi, bunun karşılığında “umut hakkı”nı değerlendireceklerini açıklaması… İzleyen günlerde DEM Parti’den kimlerin İmralı’ya gideceği tartışıldı ve nihayet o isimler netleşti, bu sefer de Adalet Bakanlığının başvuruyu yanıtlamakta neden geç kaldığına dair yorumlar sökün etti: “Uygun zaman” neydi ki acaba?
Velhasıl… 28 Aralık günü beklenen görüşme oldu. Bir gün sonra, bir basın toplantısı beklerken Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan imzasıyla yazılı bir açıklama yapıldı. O gün Roboski katliamının da yıldönümüydü. Çoğunluğu çocuk yaşta 34 Roboskili köylünün 28 Aralık 2011 günü Türk savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürüldüğü, devletin “yanlışlık oldu” demekle yetindiği, failleri açıklamaktan ve yargılamaktan kaçındığı olay… Gündem yoğun tabii, yoksa en azından anma niyetine barış ihtimali ile de ilişkilendirilerek bir çift söz edilirdi…
O gün eski bir Kürt gazeteci arkadaşımla buluşmuştum. Çok “mutlu” olduğunu söylediğinde, doğrusu, anlamamıştım bunun nedenini. “Neden ki?” diye sorduğumda, “İmralı ile görüşme oldu. Barış zamanı. Önderlik kesin çok önemli bir açılım başlatacak” demişti.
İçimden yükselen aksi sesi bastırarak, “Dur bakalım yaw, yarın yapacakları açıklamayı bekleyelim. Birçok soru işareti var cevap bekleyen,” dedim.
29 Aralık’ta Sayın Önder ve Buldan beklendiği şekilde bir basın toplantısı yapmadılar, yazılı bir açıklama yayınladılar. Açıkladıkları metnin “açılımı” ve hikayesi tabii ki merak uyandırdı ama başka açıklama yapmayacaklarını ifade ettiler.
Görüşmenin “genel çerçevesi” yedi maddede toparlanmıştı ama mevzunun özü şu iki cümle ve maddede idi: “- Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. – Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.”
Bu açıklamanın odağında yer aldığı gelişme için “farklı” çevrelerin yorum ve değerlendirmelerini takip etmeye çalıştım. Bu tür sorunlara tek yönlü bakmamak gerektiğine inandığım için. Bunun yanında, farklı duyarlılıklara sahip kişi ve çevrelerin yaklaşımlarından, yorumlarından mümkündür ki öğrenilecek bir şey vardır veya senin görmediğin herhangi bir husus…
PKK’ye yakın Kürt medyasında yapılan ilk değerlendirmelere göre genel ifadelerle kaleme alınmış bu kısa metinde (1.5 sayfa) ulusal, uluslararası çevrelere, iç ve dış siyasi güç odaklarına, hemen herkese (Kandil hariç) çok sıkı mesajlar vardı. Dahası, kalıcı barış için izlenmesi gereken bir “yol haritası” da vardı, “manifesto” gibiydi, çok “derinlikliydi” vb.
İşin hamaset ve “mesaj” kısmı bir yana, dönüp dönüp okudum ama söz konusu metinde bir “yol haritası” göremedim ben. Israrla yinelenen bir “niyet” beyan vardı, evet, daha önce yeğen Öcalan’ın da açıklamasında ifade ettiği üzere bir “ehliyet” ve “kararlılık” vurgusu vardı, evet, ne olduğu açık seçik ilan edilmemiş “yeni paradigmaya pozitif katkı sunmak” isteği vardı, evet. Ama söz konusu olan kalıcı bir barışın inşası ise, tarafların nasıl harekete etmesi gerektiğiyle ilgili herhangi bir somut öneri, tavsiye veya nasihat, yol haritası yoktu.
Bilemiyoruz, belki de vardı, neticede üç saat süren bir görüşme olmuş. Pervin Hanım, “Sayın Öcalan hemen konuya girdi” dese de yarım saat kadar bir süre hal hatır faslı ile geçmiş olmalıdır. Sürenin ağırlıklı kısmı ise kuşkusuz gündemin önem ve hassasiyeti nedeniyle Öcalan’ın açıklamaları ve o açıklamaları not etmekle geçmiştir. (Görüşmede iki de “devlet yetkilisi” varmış, tabii ki görüşme kaydedilmiştir ama ayrıca onlar da notlar almıştır muhtemelen.) Birbuçuk sayfalık metinde yer verilmeyen “detaylar” vardır elbette…
Önder ve Buldan, siyasi partilerle görüştükten sonra tekrar İmralı’ya gideceklerini açıkladı. Buna bir “yol haritası” denilebilir mi? Biraz zorlarsak, denilebilir, evet. Siyasi partilerle görüşülecek, muhtemelen MHP’den rol çalarak var olmaya çalışan İyiParti ile “Suriyeli göçmenler ülkelerine dönerse ne yaparız?” bunalımından henüz sıyrılamamış ırkçı Zafer Partisi dışında herkes “sürece” destek verecek, “Buyurun görelim gereken pozitif katkıyı” diyeceklerdir.
“PKK kendini fesheder ve silahlı güçlerini dağıtırsa ne olacak sınır ötesi harekatlarımız, böyle iyiydik aslında” diyen “emekli” uzmanlar (!) da var tabii ama neyse ki siyasette kayda değer bir karşılıkları yok görünüyor.
Velhasıl, CHP başta olmak üzere “aksi” bir tutum beyan eden yok görünürde. Görünen verilerden hareketle “neden olsun ki?” denilebilir; talepler, beklentiler, şartlar veya önşartlar yok, sadece Bahçeli’nin “Kendilerini feshetsinler, biz de umut hakkını değerlendirelim” sözleri var…
“Yeni paradigma” ve “pozitif katkı”; PKK’nin silah bırakması, dahası Öcalan’ın “Ben kurdum, şimdi de feshediyorum” çıkışı yapması herhalde. En azından devletin beklentisi bu: Herhangi bir “bedel” ödemeden “Sorunu çözdük, Türk-Kürt kardeşliği devrine geçtik.”
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un açıklamalarında vurguladığı da bu: “Türkiye Yüzyılı; Türk ve Kürt yüzyılıdır. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti Devletini sahiplenmeleri hem hakları hem yükümlülükleridir. Beklenen Kürtlerin Devletleriyle daha fazla bütünleşmesidir.”
Demek oluyor ki bugüne değin yapılan “kardeşlik” edebiyatı laf-güzaf olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyormuş.
Kürtlere atfedilen “devletleriyle daha fazla bütünleşmek” yükümlülüğü ne demek oluyor peki? Öncesi bir yana 100 yıldır neden bütünleşememişler acaba? Bir “sorun” mu vardı yoksa?
Mevzu silah bırakmak, örgütün feshi diyoruz Bahçeli’nin çıkışlarından hareketle ama Pervin Hanımın söylediğine göre bu konular hiç konuşulmamış? Ne konuşmuşlar peki? Gel de meraklanma. Bazı şeyler zamanla karşılığını bulur, yakında anlarız diyelim…
***
Madalyonun bir de öbür yüzü var ama o tarafta henüz ne olduğu tam anlaşılamayan “yeni paradigma” ile ilgili kafa karıştıran açıklamalar var. “O halde madalyonun öbür yüzüne bakmayalım” deme şansımız olsaydı keşke. Mümkün değil. Zira açıklanan metinde, Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli isimleri zikredilerek teşekküre konu oluyor, “yeni paradigmaya katkıları” nedeniyle…
Teşekkürlere cevap 2024 yılının son günü geldi. MHP lideri Bahçeli, Öcalan’ın açıklaması için “artık icraat görmek istiyoruz” dedi ve devamla da ortada “süreç” veya “açılım” olmadığını söyledi. Bahçeli, olan ve olacak olanları “Türk-Kürt kardeşliği” ile açıklıyor. Peki “Türk-Kürt kardeşliğini perçinleme atılımı” filan desek, o da mı olmuyor?
2024 yılının son günü Sayın Erdoğan da konuyla ilgili konuştu ve “Gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye alırız!” dedi…
Doluya koysan taşıyor, boşa koysan almıyor gibi çetrefilli bir durum; Bu sözlere neresinden baksan “ümitvar” olacağın bir anlam çıkaramıyorsun…
31 Mart yerel seçimlerindeki iddialı çıkışının fos çıkmasının ardından (“Ey Kürtler! İmamoğlu’nu sakın desteklemeyin, kendi adayınıza oy verin! Yoksa sizin için herşey çok ama çok kötü olacak, demedi demeyin!”) bir daha Kürt sorunuyla ilgili ağzını bıçak açmaz sanılan ROK’a mı sorsak acaba? Malum, adam hala üst perdeden kesin ve keskin çıkışlarını sürdürüyor; iyiden iyiye Apocu kesildi son zamanlarda… İhtiyaç hasıl olursa adamı “akil” yapabilirler başımıza diye düşünmüyor değilim. (Aman, yerin kulağım vardır!)
Konuyla ilgili “akil” rolüne soyunmuş görünen bir diğer isim de Abdülkadir Selvi. Selvi, PKK yöneticilerinden Bese Hozat’ın Öcalan’ın mektubuyla ilgili değerlendirmelerini “övüyorsunuz ama önderimiz dediğiniz Öcalan’ın dediklerini de yapmıyorsunuz?” diyerek eleştirdi. Selvi’nin yazdığı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni de o günlerde Öcalan’la ilgili “bebek katili” türü sıfatların kullanılmasının “gerçek milliyetçilik” olmadığı mealinde bir yazı yazmıştı. Sanırım, “Hayırdır inşallah?” denirdi böyle durumlarda…
Bu satırları yazdığım gün İmralı heyeti, Ahmet Türk takviyesiyle MHP lideri Devlet Bahçeli ile görüştü. Görüşme sonrasında bir açıklama yapılır mı diye bekledim, yapılmadı. Kulislerden sızan veya sızdırılan bir bilgi de gelmedi gündeme. Sadece, İmralı’nın hapistekiler ve dağdakiler için “af” istediği, yegane talebinin bu olduğu söyleniyor. Ancak bu durumda örgütü legalize edebilir, topluma kazandırabilirmiş. Teyit edilmediği için doğru ya da yanlış diyemiyorum.
***
Devlet, İmralı üzerinde yürüttüğü tecrit politikasından dilerim vazgeçmiştir. Aile ve avukat görüşme hakkından diğer mahpuslar gibi İmralı mahpusları da sorunsuzca yararlanabilmelidirler.
PKK tarafından 25 yıldır hapiste olmasına rağmen “başmüzakereci” olduğu yinelenen Öcalan’ın bu “özel” misyonundan dolayı hazırlandığı “pozitif katkı” çıkışını, yandaş veya muhalif gibi kriterlerden ziyade soruna hakim olmalarıyla tanınan gazetecilere yapmasının sağlanması, akla gelen en makul ve kuşkulu yaklaşımları giderecek yöntemdir.
Neticede sorun herkesin doğrudan ya da dolayı biçimde ilgili olduğu, ilgili olması gereken bir sorun; bu nedenle de şeffaf yürütülmesine özen gösterilmesini istemek, beklemek hakkımızdır.
İmralı’da bir basın toplantısı düzenlenebilir ama bunun yanında parlamentoda grubu bulunan parti temsilcilerinden oluşan bir heyetin İmralı’ya gitmesi de düşünülebilir.
Ama Cumhur İttifakı derse ki, “Yok biz Öcalan’ı parlamentoya getirip DEM Parti grubunda konuşmasını isteriz” o da olur tabii ki…
Sahi sorunun düğümlendiği en önemli konu Rojava mevzusuydu, değil mi? Rojava ile ilgili, “Öcalan’ın bir sözüne bakar YPG’nin silah bırakıp evlerine dağılması” mealinde yorumlar yapanlar oldu. Nasıl olsa memleket meseleleriyle ilgili “sallamak” bedava; oldu oldu, olmadı olmadı, ne olmuş yani? Bu konuyu ayrıca ele alacağım. Haftaya kadar bazı şeyler daha da netleşmiş olur hem…
***
Ne olup bittiği üzerine fikir teatisinde bulunduğumuz bir Dersimli eski “felaket” arkadaşım, “Nereden nereye” diye iç çekti… Neticede, “hayat işte” dedik, fazla da birbirimizi kanatmadan…
Yazının başında sözünü ettiğim arkadaş ise, “pozitif olmak lazım” diyordu. Hayallah, değil miyim yoksa? Serde “Dersim kişiliği” var, ne diyeyim…
Yeni yılın ilk günlerinde daha iç acıcı yazmak isterdim aslında ama “iç acıcı” yazı kontenjanımı yılın son yazısında doldurmuştum zaten.
Sarp, engebeli, zor ve çilelidir ama yolumuz Mahatma Gandi’nin yolu olsun: “Barışa giden bir yol yoktur. Barışın kendisi bir yoldur…”