“Yeni bir çözüm süreci” beklentisinin ciddiyeti, bence, öncelikle “tokalaştı” gibi jestler bir yana, daha somut ve uygulanabilir bazı adımlar atılmasını gerekli kılar; eğer meramınız gerçekten barış ise…
Devlet Bahçeli’nin parlamentoda DEM Partililerle “tokalaşma” hamlesi, ardından bu hareketinin “doğaçlama” olmadığını söyleyerek İmralı’ya “Çıksın terörün bittiğini ilan etsin” çağrısı yapması, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu “hamleyi” sahiplenip DEM Partisine “kıymetini bilin” demesi, doğal olarak “yeni bir çözüm süreci mi başladı?” yorumlarını beraberinde getirdi.
Tam da bugünlerde Amberin Zaman’ın, Al Monitor’da “üç kaynağa” dayandırdığını belirttiği bir haberi yayınlandı. Habere göre iktidar temsilcileri (biz bunu “istihbarat” yetkilileri anlayalım) İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile “istikşafi” görüşmeler yapmakta imişler. Haberin devamından görüşmelerin gündeminin PKK’nin silah bırakması olduğu anlaşılıyor. Ayrıca haberde, Öcalan’a Kandil ile görüşme imkanı sağlandığı ancak görüşmenin “sorunsuz” geçmediği ve Öcalan’ın görüşme esnasında sinirlenerek telefonu kapattığı belirtiliyor. Öcalan’ı sinirlendiren ise, anladığım kadarıyla, Kandil’deki PKK yöneticilerinin “kendi geleceklerinden” söz etmesi. (11 Ekim 2024) Bu arada, şu ana değin ne devlet ne de Kandil bu haberi yalanladı.
Geçtiğimiz temmuz ayında, KCK yöneticilerinden Bese Hozat, içeriğini açıklamamakla beraber, “Ankara’dan ahlaksız teklifler” aldıklarını ifşa etmişti. Bir diğer KCK yöneticisi Mustafa Karasu da aynı günlerde bu açıklamayı doğrulamış ve çok “öfkelendiklerini” söylemişti. (26 Temmuz 2024)
Gelişmeleri yakından takip edenler için bu “ahlaksız teklifin” ne olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek: PKK silah bıraksın, teslim olsun… Zaten MHP lideri de gayet açık ve anlaşılır bir dille bunu söyledii, Öcalan’a “çağrı” yaptı. Öcalan İmralı’da tecrit şartlarında “çıkıp” nasıl bu tür bir çağrı yapacak? Demek oluyor ki “istikşafi” görüşmelerde mevzunun bu boyutu da ele alınıyor: Acaba Öcalan devletin seçtiği bir gazeteciler grubunun önüne çıkarılıp bir “basın toplantısı” ile mi çağrı yapacak? Uzun süre sonra avukatlarıyla görüşmesine izin verilip avukatları üzerinden mi örgüte çağrı yapacak? Yoksa bu işi bir “akil” heyeti aracılığıyla yapmak mı daha etkili olur?
Bu gelişmelerin düşündürdüğü ihtimal, devletin daha önce denediği yeni bir “çözüm süreci” şeklinde olmasa da yine İmralı üzerinden, kendince kayda değer bir siyasi “bedel” ödemesi gerekmeden, Kürt sorununun, bölgedeki hesaplarını hayata geçirmesine engel olmasını önlemek istemesi oluyor.
Kamuoyunu bu “gelişmeye” hazırlamak görevini de, herhalde daha “etkili” olacağı ve milliyetçi kesimlerin olası tepkilerinin önünü almak için, Devlet Bahçeli üstlenmiş görünüyor. Gayet “mantıklı” bir işbölümü… (Hatırlıyoruz; idam cezasının kaldırılması da “devlet vazifesi” addedilip MHP üzerinden gerçekleştirilmişti.)
Devletin “çözüm”den anladığının PKK’nin silah bırakması/teslim olması olduğunu, Çözüm Sürecinden de biliyoruz, hatırlıyoruz. Heyetler, görüşmeler, mektup alış verişleri, Dolmabahçe mutabakatı vb devletin PKK’nin silahlı güçlerini tasfiye etmesi beklentisi için kullanılan araç ve yöntemlerdi. Olmayınca “masa” devrildi ve zaten PKK de, HDP’nin 7 Haziran seçim başarısına aldırış etmeksizin, “devrimci halk savaşı” hazırlıkları yapıyordu… Kuşkusuz “süreç” bu paragrafta özetlendiğinden ibaret değil. Ancak mevzunun özü budur ve PKK bir yana, devlet açısından bugün de değişen pek bir şey yoktur.
O günlerden bugünlere bir “değişim” sayılacaksa eğer, o da AKP’nin çözüm süreci için “ihanet” diyen MHP’ye siyaseten teslim olmasıdır… “Son terörist öldürülünceye kadar…” diyen devletin kırmızıçizgi siyasetine rücu etmesidir… Reformlar, açılımlar planlayan bir iktidar partisi olmaktan tipik bir müesses nizam ve devlet partisi haline gelmesidir… Bir “çözüm” anlayış ve öngörüsü varsa eğer, bunu MHP ve Devlet Bahçeli üzerinden yürütecek olmasıdır; MHP’nin çözümden ne anladığı ise kimse için “sır” olmasa gerektir…
“E bunlar da az değişim değil” denilebilir elbette; doğrudur. Ne var ki bu “değişim”, hayal görmeye gerek yok, Kürt sorununda siyasi ve barışçıl bir çözümden ziyade, AKP ve Erdoğan’ı, devletin kendisini “eskisi” gibi sürdürme çizgisine getirmesi yönünde vuku bulmuştur.
***
“Yeni bir çözüm süreci” beklentisinin ciddiyeti, bence, öncelikle “tokalaştı” gibi jestler bir yana, daha somut ve uygulanabilir bazı adımlar atılmasını gerekli kılar; eğer meramınız gerçekten barış ise…
Mesela hapishanelerde adeta ölüme terk edilmiş yüzlerce yaşlı ve hasta siyasi mahpus var, serbest bırakılmaları en asgari insanlık hukuku gereğidir… Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi “rehin” siyasi mahpusların durumunun yeniden ele alınması, AİHM kararlarının uygulanması gerekir… İmralı’daki katı tecrit politikasından vazgeçilmesi gerekir… Bunlar kısa sürede atılması mümkün adımlardır ve herhalde “tokalaşmaktan” daha anlamlıdır, kıymetlidir…
Daha düne kadar “Kürtçe halay çekti” diye gözaltına alınıp tutuklanan, Kürtçe stran mırıldandı diye bıçaklanarak öldürülen bir ülkede yaşadığımız göz önüne alınacak olursa, bir “barış” ve “çözüm” imkan ve ihtimaline en azından bu “insani” ve “hukuki” adımlar atılarak ciddiyet kazandırılması gerekmez mi?
***
Değinmeden geçmeyeyim. İmralı’daki katı tecrite son verilmesi yönünde Kürt hareketinin sürdürdüğü bir kampanya var. Açıklıkla vurgulamak gerekir ki Öcalan ile mahpus arkadaşlarının yakınları ve avukatlarıyla görüşmesi, haklarıdır ve bu tür bir tecrit uygulaması, en temel insan haklarının dahi ihlalidir. Dikkat çekici olan, bu kampanya ile birlikte Öcalan’ın yine “çözümün adresi”, “baş müzakereci” olarak lanse edilmesidir. (Bazı Kürt siyasilerine göre Kürt sorununda barışçıl çözüm imkanı yaratmanın ötesinde Ortadoğu’da barış ve istikrar sağlamanın yolu da Öcalan’ın özgürlüğünden geçmektedir! Elbet bir gün farkına varırlar umarım; abartmak, bazen “sahici” olanı da gölgeler.)
Öcalan, hiç kuşkusuz ki “herhangi bir mahpus” değildir ve Kürt sorunu bağlamında yok sayılamayacak bir aktördür.
Ne var ki ister dağda ister düzde Kürtler adına siyaset yapma iddiasında olanların, Kürt sorunuyla ilgili kendisini “taraf” görenlerin sorunun kalıcı, onurlu, nihai bir barış irade ve kararlılığıyla çözülmesi konusunda “Öcalan ne derse o!” dercesine bir tutumu benimsemesi, bu tutumuyla kendisini adeta iradesiz ve deyim yerindeyse “gereksiz, etkisiz eleman” durumuna sokması yanlıştır, tuhaftır, halkın beklentilerini boşa çıkarmak ve siyaseten belirsizliğe davetiye çıkarmaktır…
Faşolar dışında kimsenin coşmasına, hiddetlenmesine gerek yok, tekraren ve altını çizerek söyleyeyim; Öcalan Kürt sorununda kimsenin “yok” sayamayacağı bir aktördür. Sorunun asgari çözümü adına kuşkusuz ki diğer siyasi mahpuslarla birlikte özgürlüğünü talep etmek, görüşlerini engel ve manipülasyonlar olmadan açıklamasını istemek ve görüşlerini dikkate almak gerekir. Bu, “çözüm” adına ortaya koyulması gereken asgari program ve politikanın bir unsurudur; ama kendi başına bir “politika” değildir. Çünkü sorun, adı üzerinde, bir halkın sorunudur…
Kendini iradesiz kılmak, kanımca Öcalan’ın da tercih edeceği bir tarz-ı siyaset değildir ve sorunun kalıcı, nihai, onurlu çözümüne hizmet etmediği gibi inkarcı devlet zihniyetinin ömrünü uzatmaktadır…
Yeni bir “çözüm sürecinden” bahsetmek zor ama yeni bir “süreç” var ve Kürt sorunu bu sürecin nitelik ve gidişatını tayin eden olguların başında geliyor…
***
Pazar günü (20 Ekim) Güney Kürdistan’da seçim var; “sürpriz” beklentisi içinde olan var mıdır, sanmıyorum. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani seçim çalışmalarının yoğunluğu artasında önceki gün Ankara’ya geldi, Erdoğan’la görüştü ve sosyal medya hesabından “Bölgesel sorunları görüştük” şeklinde bir açıklama yaparak Erbil’e döndü. Saray’dan ise hiçbir açıklama yapılmadı. Öyle anlaşılıyor ki, yeni sürecin bir de Irak ve Güney Kürdistan boyutu var. Haftaya…