Savaş, acı, kan, gözyaşı, ölüm ve yıkım demektir. Savaşın ne olduğundan habersiz uydurukları kendi bunalımları ile baş başa bırakmak ve sahici bir barışın hala uzun soluklu bir demokrasi mücadelesi konusu olduğunu kavramak gerekir…
PKK’nin geçtiğimiz 12 Mayıs günü kamuoyuna açıkladığı fesih kararını deklare eden bildirisi, hiç kuşku yok ki tarihi bir önem ifade ediyor. Cumhuriyetle yaşıt bir sorun, nihai bir çözüme kavuşturulmuş olmasa bile, hiç değilse can yakan bir zeminden, siyasi, demokratik, barışçıl bir mücadele zeminine taşınıyor. Söz konusu olan kalıcı, nihai bir barış ve çözüm değil; ama bu, asla atılan adımı küçümsemek veya önemsizleştirmek olarak anlaşılmamalı. Bu yüzden “tarihidir” ve ciddi bir barış imkânı, ortamı, fırsatı ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılının, köhnemiş, çağdışı, faşist 1930’lar zihniyetinden arındırılarak demokrasi ile taçlandırılması, yeni ve daha demokratik, özgürlükçü bir cumhuriyet olarak yeniden yapılandırılması, bu imkânın doğru değerlendirilmesiyle mümkün bir gelişme olacaktır.
Gelgelelim, bu gelişmeden bırakalım hoşnut olmayı rahatsızlığını olmadık bahaneler icat ederek belli edenler de oldu. Belli etmek ne kelime, nasırına basılmış gibi çığlık attılar: “Silah bıraktılar, Lozan’a ve 1924 Anayasasına savaş açtılar!” (Yıldıray Oğur, Cumhuriyet Gazetesinin bu başlığı için, Türk basınının en “oksimoron” başlığı olabilir demişti; mümkündür sahiden de.) “Sıkı Atatürkçü” kisvesi arkasına gizli ırkçılığı artık tümden afişe olmuş “gazeteci” zannedilen biri de, hissiyatını, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti şu an itibarıyla devlet olma özelliğini yitirmiş durumda” cümlesiyle dile getirdi dayanamayıp.
Ayaklananlar arasında emekli askerler de vardı elbette. Ellerinde değneklerle TV ekranlarında üst perdeden “terörle mücadele” konulu vaazlar veren, youtube hesaplarında çoğu uydurma “kahramanlık” hikayeleri anlatan, mesnetsiz “komplo” hikayeleriyle “Plan tıkır tıkır işliyor, BOP projesi bunlar hep” diye sayıklayan bu şahsiyetler, PKK’nin silah bırakma ve fesih kararını orantısız bir öfke ile karşıladılar. Oysaki en çok bu zevattan sevinmesi beklenirdi, normalde. Ama burası Türkiye işte, “normal” olan haber oluyor burada; “Aaa? Barış filan diyor?”
Bilmeyen de sanır ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti PKK’nin silah bırakması, kendini feshetmesi karşılığında kendi elleriyle Kürdistan kuruyor, Lozan Anlaşmasından çekiliyor, Sevr’i tanıyor, memleketin yönetimini İmralı’ya filan devrediyor… O derece…
Bunalıma giren bu ultra ve ortodoks Kemalist ve bazısı “komünist” bazısı “vatanperver” iddialı tuhaf kokteyl bileşimi, anladığım kadarıyla bu “fesih” ve “silah bırakma” meselesinden hareketle, PKK “Pişmanız, teslim oluyoruz. Türk adaletine sığınıyoruz. Biz ettik siz etmeyin. Devlet büyüktür” diyecek zannetti. Hem PKK lideri Öcalan “Devletle ve toplumla bütünleşeceğiz” dememiş miydi? Bekledikleri gibi olmayınca (aslına bakarsanız esas beklentileri PKK’nin “savaşa devam” kararı almasıydı) fesih bildirisindeki bazı sözcüklerin altını çizip “Lozan’a savaş açtılar! Plan tıkır tıkır işliyor!” diye çığırmakta buldular çareyi. Bu “Lozan elden gidiyor” feryadının kimseyi pek heyecanlandırmadığını görmek, bunalımlarını daha da derinleştirmiş olmalıdır; “Hay Allah, nerede o cumhuriyet mitinglerinde huşu ile orduyu göreve çağırdığımız günler…”
***
Cumhuriyetin ilk yüzyılı sürekli “alarmda” olmayı gerektiren “iç ve dış düşmanların” kuşatması altında geçti; her an “tetikte” olmak lazımdı, çünkü “devletin milleti ile bölünmez bütünlüğü” tehlike altındaydı. Bu bütünlük “bölünmez” olduğu halde neden her an bölünme tehlikesi altındaydı ve memleketin her ferdinin korumasını gerektiriyordu, biraz tuhaftı tabii. Ama kimse de devletten iyi bilecek değildi; bu tür sorularla kafası karışan soluğu hapishanede alıyordu zaten. Neyse. Gündem izin verirse bu konuda ayrıca yazacağım.
Ne zaman bir barış, çözüm ihtimali gündem olsa hemen arşivlerinden Güney Afrika modeli, İngiltere ve İspanya bu işi nasıl çözdüler konulu vikipedi ve yapay zekâ tarafından sağlanan bilgilerle orta yere koşanlar biraz şaşkın olmalıdır. Zira, hiçbirine benzemiyor yaşadığımız bu –“süreç” bile diyemediğimiz– süreç. Barış ihtimalinin korku ve kaygıyla ayaklandırdığı uydurukların yaydıkları “pazarlık” iddialarının doğru olduğunu düşünmüyorum mesela. Bir “emperyalist tuzak” filan da söz konusu değil. Bir “üçüncü göz” veya uluslararası tarafsız bir sivil yapının “gözlemci” olduğu da yok. “Yerli-milli” diyorlar ya iktidar bloku sözcüleri, bence de öyle; Made in Turkey. Türkiye modeli denilebilir adına veya Ankara, İmralı…
“E, böyle barış mı olur o halde?” diye celallenen okurlarım olduğunu biliyorum. Silahlar sustu ama ortada henüz bir “barış” yok zaten. Mehmet Uçum ve onunla aynı kafada olanların iddialarının aksine, inkâr durumu aşılmış olmasına karşın, Kürt sorununun kalıcı, nihai çözümü sağlanmış değil, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürtlerin de milli devletidir” lafı halihazırda anlamsız bir lakırdı… Meselemiz, daha önce de yazdım ve her yeri geldiğinde yinelemek, hatırlamak ve hatırlatmak gereği var: En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir (Cicero)…
Eskilerin deyişiyle “bu devirde” şiddet yol ve yöntemi ile tarihi, toplumsal kökleri bulunan hiçbir sorun kalıcı biçimde çözülemez. Öte yandan bu nitelikte bir sorun devlet açısından da “son terörist öldürülünceye kadar” kafasıyla çözülemez, yok edilemez.
Savaş, acı, kan, gözyaşı, ölüm ve yıkım demektir. Savaşın ne olduğundan habersiz uydurukları kendi bunalımları ile baş başa bırakmak ve sahici bir barışın hala uzun soluklu bir demokrasi mücadelesi konusu olduğunu kavramak gerekir.
Kürt sorununun demokratik zeminde, daha fazla can vermeden, kan dökülmeden nihai, barışçıl çözümüne ilişkin yeni bir ortam ve imkân doğmuştur. Tarihi olan, kıymetli olan, önemli olan ve değerlendirmek, bütün taraflar açısından sorumluluğunu hissetmek gereken, budur…
***
Josê “Pepe” Mujica. O Uruguay’da bir Tupamaros gerillasıydı. 14 yılını zindanlarda geçirmiṣ bir siyasi mahpustu. Ülkenin cuntanın ardından demokratikleşme sürecinde, kendini bir siyasi parti olarak yeniden yapılandıran Tupamarosların seçilmiş milletvekili olarak parlamentoya girdi. 2010-2015 yılları arasında ülkesinin devlet başkanı oldu. Mütevazı yaşamıyla, sosyalist olmayı bir ahlaki ölçü olarak yaşamına geçirmesiyle iz bıraktı, dünya ölçüsünde saygınlık kazandı. 13 Mayıs 2025 günü hayatını kaybetti.
Haftanın sözü, Pepe Mujica’dan: “İyi olmaktan yorulmayın, iyi olmak pek bir işe yaramasa da. Bu sadece kendinize pişman olmaktan kaçınmanıza yardımcı olur.”