TİP Hatay Milletvekili Can Atalay, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katledilişinin 17. yıl dönümü için Agos Gazetesi’ne yazdı.
Can Atalay’ın, “Hrant Dink, ülkemiz için kardeşleşmenin sembolüdür!” başlığıyla kaleme aldığı yazı şöyle:
“Hiç sohbet etmişliğim yoktur, anlattıklarına kulak vermişliğim, yazdıklarını okumuşluğum ise çoktur…
Adliyelerin, duruşma salonları önlerinin ve içlerinin olağan bir saldırı mekânı haline getirildiği; Türkiye’nin adım adım bir yerlere sürüklendiği günlerdi…
Henüz avukat olmuşum. O günlerde üstlerinde cüppe olan yahut olmayan bir ekip önce bir gazeteciye-yazara dava açılmasını temin ediyor, sonra da o davanın görüleceği mekân, bin türlü küfrün, hakaretin, saldırının ‘sahnesi’ olarak kullanılıyor.
Yine öyle bir gündü, onunla ilgili açılan o meşhur davanın ilk duruşması o gündü.
Şişli Adliyesi bir apartmandan dönüştürülmüş bir bina. O mahkemenin duruşma salonu, o binanın üçüncü katında… Ben işlerimi bitirmişim, büroya dönmek için merdivenlerden inerken Avukat Fethiye Çetin’i görüyorum, o da yukarı doğru çıkıyor. ‘Abla günaydın’ diyorum ama yanıt yok, boşluğa bakıyor gibi, her zamanki Fethiye abla değil. ‘Bir acayiplik var’ deyip peşinden tekrar üçüncü kata çıkıyorum, Baro odasında oturuyoruz, o iki muhteşem ‘cüppeci’ ile beraber. Hâlâ ne olduğunu anlayamıyoruz; sonra Avukat Hasan Alıcı geliyor. O neler olduğunu anlatmaya başlamışken hiçbir açıklamaya mahal bırakmayacak bir güruh sökün ediyor…
O meşhur ve meşum davanın ilk duruşması böyle başlıyor…
O mahkemede benim de çok dosyam var; olanı biteni düzenli takip ediyor, doğru yanda duranların yanında durmaya çalışıyorum.
Bilirkişi raporuyla beraate doğru giden dosyaya, nice sonra bir el değiyor ve Hrant Dink ceza alıyor… O mahkeme kararı, 19 Ocak’a giden o yolun belki de en kritik unsuru olarak kullanılıyor.
19 Ocak 2007, bir dönemin en yüksek anı, gerilimin adım adım yükseltildiği, saldırıların giderek arttığı ve şiddetlendiği; adliye koridorlarında, adliye önlerinde ortaya çıkan faşist terörün ‘kurgulanmış mantıksal’ (!) sonucuna ulaştığı bir andır.
Hiçbir gizlisi saklısı yoktu, herkesin ama herkesin gözlerinin önünde yaşanan saldırıların. O saldırılara öngelen ve ardından sökün eden kampanyanın, en ‘üst’ aşamasıydı…
Dink suikastı ile ilgili yayımlanan kitapların tümünü okudum; o çelebi tebessümü ile Avukat Hakan Bakırcıoğlu arkadaşımı bitmeyen sorularım ile bunalttım kimi zaman, ama pek çoğumuz gibi halâ yanıt bulamadığım yığınla soru var aklımda…
Yanıtsız kalan sorular şöyle dursun, 19 Ocak’ta işlenen cinayetin hiçbir kuşkuya mahal bırakmayan bir nedeni ve hedefi var.
Hrant Dink, salt yakın tarihte kimileri için bakmaya utanılan, kimileri içinse hakkında tek bir cümle edilemeyen bir mesele ile ilgili söz aldığı için değil; o sözü, buralı bir dille, devletler arası bir bahis olarak değil, bir yüzleşmenin, bunun sonucunda sıradan insanların kucaklaşabilmesi için kurduğundan ‘tehlikeli’ (!) kabul edilmişti.
Israrla aşağıdan bir tartışma kurmaya ve sıradan insanların zihninde bir kucaklaşma sağlamaya çalışması, üstelik de bunu memleketi terk etmeden, ısrarla ‘bu topraklarda altına girmek için gözü olanların’ adanmışlığıyla sürdürmesiydi, onu bu denli ‘tehlikeli’ (!) yapan.
Hiç sohbet etmişliğim olmadı ama birkaç kere görmüşlüğüm oldu.
Biri Şişli Adliyesi önündeydi. Kendi duruşmasının olduğu bir gün değil. Başka bir duruşmanın kapısına dayanışma için gelmişti sanırım. Hep zor günlerimiz oldu, o gün de zor bir gündü. Ama o karmaşanın hemen kenarında dimdik durduğunu fark ettiğimde gözlerime inanamadığımı çok iyi anımsıyorum…
Fransız filmlerinde yahut dindar amcaların kafasında gördüğünüz; başın üstüne şöyle yan oturtulan bir siyah bere vardı başının üstünde.
O siyah berenin altında bir çift göz; o kadar sakin, o kadar gösterişsiz ve o kadar inatçı bir tebessüm…
Diğerinde, çok sakin bir günde bir üniversitenin koridorunda da gördüm onu… Ne kadar yakışıklı olduğunu fark ettiğimde şaşırdığımı anımsıyorum.
Fotoğraflarına bakınca anlaşılamayacak kadar yakışıklıydı.
Fotoğraflarına sığmayacak kadar yakışıklıdır.
Her 19 Ocak’ta saat 15:00’de bizi Pangaltı’da buluşturan ise onun kardeşleşme iradesi, inadıdır.
Saygıyla, sevgiyle anıyorum.”