Canan Sinanyan: Ağzımdaki inciler…

Yazarlar

Adaklar kesilen, vaatler verilen dört gözle beklenen bir bebeğim. Anamın bir tanesi, nenemin göz bebeği, babamın kıymetlisiyim.

Kucaktan kucağa gezen, bu evin prensesiyim. Özlemin sonu, hayatın anlamıyım. Evin neşesi ve bereketiyim. Anamın babamın bir tanesiyim… 

Doğalı çok olmadı, daha memedeyim. Zeytin siyahı gözlerim, kıvır kıvır kafamda dönen siyah saçlarım, bir yanağında gamzesi olan güleç yüzlü, tostoparlak nazlı bir bebeğim.

Bir şeyler beni gıdıklıyor ellerim bileklerime kadar ağzımda, şoriğim çenemden aşağı dökülüyor. Ne bulursam ağzıma alıyorum, kaşınıp duruyor. En çok da anamın memesini sıkmayı seviyorum.

Anamın hep bir telaşesi var… Asiye nenom daha güvenilir daha rahat geliyor bana, en sevdiğim yer nenemin kucağı. İri kocaman memeleri var, emmesem de kafamı yaslayıp uyuyorum o yumuşacık göğüste. Konuşunca onu izliyorum, bir şey takılıyor gözlerime. Nenemin kocaman bir ağzı var, içinde inciler sıralı. Bu inciler bende yok, işte o zaman anladım beni zorlayanın nenemin ağzındaki inciler olduğunu…  

Akşam serinliği düşmüştü avluya anam yine puf puf ses çıkaran tulumbadan kova kova su çekti. O kara delikli taşlardan ne ister bilmem suyu döküp, süpürgeyle canlarını çıkardı. Günün üç vaktinde silkeleyip serdiği divan örtüsü yine hiç kimse oturmamış gibi düzgün ve tertemizdi.  Ben yine nenomun kucağında, anam divanın bir köşesine her an kalkacakmış gibi eyreti oturuyor. ’’ Ana bu kız hasta mıdır nedir? Hele bir bak ‘’dedi. ‘’Dün gece hiç uyumadı.’’  ‘’Dişi mi çıkıyor acep bir bakayım’’ dedi nenem…

Sonra başladı konuşmaya…Maşallah nenem hiç susmuyor. Bir de o kocaman kara elleri. Sıkıp sıkıp duruyor beni. Ben de bu kadın ağzımda ne arıyor derdim. Kucağına aldıkça o iri parmaklarıyla çenemi tutar bastıra bastıra gıcır gıcır ses çıkararak ağzımda gezdirirdi. Yine bir gün parmağı ağzımdayken yeter dedim, sıktım iki çenemle kıstırdım parmağını. ‘’ Ay’’ dedi ‘’uy’’ dedi bırakmadım. Tutuverdi o güzelim gamzemin olduğu yanağımdan bırakıverdim. 

Anamdan bardak istedi, anam kilere indi ve elinde ince bir kadehle döndü. Anlamadım ne olduğunu bu defa bardak gezdi ağzımda onu da tutum iki çenem arasında. Çok korktular kırılır diye yine o kara koca parmaklar sıkıverdi yanağımı çaresizce açıverdim ağzımı. Bardağı vurmaya başladı çeneme, çın çın sesler duyuldu ağzımdan. Maşallah maşallah kızımın dişi çıkmış dedi anama. Yırttı atletimin yakasını azıcık. Kolay yırtılan atlet gibi dişlerim de derimi yırtacak ve kolay çıkacaktı…

Âdettendir buralarda dişin çıktığını kim önce görürse altınını hazır eder. Heyecandan Diyarbakır karpuzu gibi beni attı anamın kucağına. Uzun bir fistan, lastikli donu, ayağında terlikleri avlunun köşesinde birkaç basamakla çıkılan odasına gitti. Kapısının gıcırtısı yankılandı avluda. Gitmesiyle gelmesi bir oldu. Tombik, tatlı nenem elinde ne tutuyor acaba? Çengelli iğneye takılmış mavi boncuklu bir altınla geri döndü. Taktı göğsümün sol yanına altını, öptü sulu sulu yanaklarımdan.

Tez dedi hemen yapalım zaten geç kalmış çıkmaya, yapmasak hediği diş küser çıkması bulur güzü. Tek tek saydı alınacakları babama. He dedi babam. Salladı kafasını o da öptü beni o gamzeli yanağımdan. 

Haber saldı akraba, kolu komşuya, babamın ustası Sarkis Beyin hanımına. Cuma’ya bekleriz dedi…

Sabah oldu, anam başladı evde dönmeye. Öyle zayıf, öyle kuru öyle nazikti ki nenem olmasa her işimiz akşama kalırdı. Ben nenemin kucağında gözümün ucuyla izlerdim anamı. Tulumdan suyu bir edayla çekti dolu olan kovayı bir eline diğerine ise süpürgeyi aldı. Önce kapı önünden başladı temizliğe, suyu döktü, süpürdü bir güzel yıkadı sokaktaki bazalt taşları. Avlunun kara taşları da paklandı, sıra ayakyoluna geldi anam biraz yorulmuş mu ne belini tutmaya başladı, ben size dedim anam biraz gevşek. 

Akşama babam geldi, elinde filesi içi dolu. Anam hemen aldı elinden.  Aldı beni kucağına hoplattı, ta dut ağacının tepesine kadar uçtum vallahi, kuşlar gibi. Babam benim, nasıl da seviyor beni. Hoplattı, zıplattı güzel kızım dedi. ‘’Atam tutam men seni, şekere katam men seni’’ dedi, öptü o tombik gamzeli yanağımdan. Oturdu divana nenemin yanına, başladı anlatmaya. O gün neler olmuş, kimler gelmiş, kimler gitmiş.

Anam koca bakır sini elinde koydu kürsü üstüne. Başladı bir şeyleri dökmeye. Tane tane döküldü buğdaylar siniye ayıkladı taşını, sapını. Sonra bir dolu gibi döküldü boncuklar bunlar da ne dedim oyun vakti geldi dedim. Başladım babamın kucağında ayaklarımı kollarımı çırpmaya. O kıvır kıvır kara saçlı koca kafamı bir sola bir sağa çevirip durdum. Ben de biraz karıştırayım bunları. Koca koca tekmeleri babama savuruyordum, daha sıkı tuttu, koca ellerini geçirdi kollarıma, bacaklarıma. Özgürlüğümün ilk kısıtlanmasıydı. Mardinkapı karakolunun bekçisi Mıho’nun yaptığı gibi kontrolsüz bir güç vardı karşımda.

Elinde koca kazan ve sarı metal bir oyuncakla belirdi avlunun tulumba tarafında anam. Pompalayıp duruyordu bu sarı, küçük üstü delikli oyuncağı. Sonra koydu koca kazanı üstüne. Danoklar, buğdaylar kaynadı gaz ocağında, anam bir elinde tutacı bir elinde şimşir kaşığı karıştırıp durdu tencereyi. Bir sıra anamı göremedim, başladım ağlamaya. Meğer anam buharda kaybolmuştu yeniden belirdi karşımda. Süzdü danoku, buğdayı kalayı kaçmış kararmış süzgeçe. Götürdü koydu kilere.

Ya görmeyeydiler benim dişimi. Ne zor çıkardı o yumuşacık küçücük bembeyaz ağzımda. Evimizin kapısını yapan usta Aram amcanın çaktığı çiviler gibi batıp dururdu ağzıma. Ya bana hedik yapmasalardı; anam derdim babam derdim tahta mı yoktu odunlukta, kıraydınız beşiğimi yakaydınız tahtalarını bana hedik yapaydınız. 

Cuma gününün ipini çektim o tombiş tombiş ellerimle. Giydirdiler bana babamın diktiği beyaz gömleği üstüne pembe jilemi. Anam jileme örmüştü içinde pamuk olan dal dal kırmızı kirazları. Taktılar kıvır kıvır daha kısacık olan saçlarıma pembe fiyonklu kurdeleyi. 

Ben her zamanki yerimde nenemin kucağında pamuk göğüs üzerine sere serpe uzanırken, anam sermişti yeni yıkadığı Sümerbank malı güllü dallı divan örtüsünü. Koca divan yastıkları yaslanmıştı kara taşlı avlunun duvarına, üzerine kanaviçe örülü beyaz patiska örtüsü. Mavi boyalı tahta sandalyeler dizildi dut ağacının altına. Bir kilim yaydı ortaya. Üzerine yün minderler sıraladı.

Kilerde haşlanmış buğday içinde nohut, şekıre kul kuli (delikli şeker), leblebi şekeri ve ceviz içleri doldurulmuştu bakır taslara, bir tarafta da bol salçalı, zahterli sulu hedik kazanı bekliyordu misafirleri.

Aram ustanın yaptığı üzerinde koca mıhların yuvarlak başının göründüğü tahta kapımızın tunçtan olan hanımeli şakşokamız çalındı.  Yan komşumuz geldi. Kucağında bir sarı pişo. Avlumuz bitişik olduğu için sürekli sesini duyuyordum. Ben ona baktım o bana. Benden büyük, anası bıraktı avlunun tertemiz taşlarının üzerine. Hiç yerinde durmadı, avlunun her tarafını yalpalıya yalpalıya döndü. Her şeye dokundu. Meraklı ve yaramaz bir çocuk belli…

 

Kapı çalmaya devam etti. Anam misafirlerle ilgileniyor, nenem her gelenle koyu bir sohbete dalıyordu. Kapı bir daha çaldı. Saçı başı yapılı, üzerinde diz boyunda pileli bir etek, ayağında güzel bir kundura, elinde küçük tek kulplu bir çanta olan yanında da yaşlıca bir teyze içeriye girdiler. Nenem hemen yerinden kalktı, beyaz saçları küçük baş örtüsünden dışarı çıkan, uzunca bir etek giymiş yaşlı kadının ellerinden öptü.  Hemen onla yanındaki güzel kadını, divanı işaret ederek buyur etti, yanına oturdu. Yaşlı teyze beni kucağına aldı. Öptü, kokladı. Merak ettim bu pamuk saçlı kadını. Nenem sağlığını sıhhatini sordu. 

 Öyle güzel bakıyordu ki bana, anam geldi, eğildi ellerinden öptü. Ebe İnco bacı hoş gelmişsin dedi. Ellerinden öpsün kızın dedi. Komşu kadın sarı pişonun anası meraktan eğilip kim diye sordu. Biliyorsunuz ben uzunca bir süre beklenen bir çocuktum. Anam ziyaret ziyaret gezmiş, Diyarbakır’daki bütün ebe kadınlara gitmiş. En sonunda Sarkis ustanın gavur mahallesinde komşusu olan ebe İnco bacıda dermanını bulmuştu.  

Misafirler gelmeye devam etti, her birine yer verdi. Hoş geldiniz dedi, kilere indi. Koca siniyi iki eliyle sor taşıyordu. Üzerinde bakır taslar, içlerinde renkli kul kuli şekerler, ceviz içleri, buğday ve nohuttun olduğu siniyi bir kürsünün üzerine koydu.  Beni kilimin ortasına serdikleri sofra bezinin üzerine mindere oturttular. Çocuklarda benimle kilimin üzerine sıralı oturdular. Sarı pişo yine kıpır kıpırdı, kalkıp kalkıp oturdu. Nenem içinde şekeri olmayan danok tasından bir avuç alıp kafamın üzerine döktü. 

Çabuk çıksın kızımın dişleri inci gibi olsun dedi. Çocuklardan dişi güzel ve sağlam olan birini seçtiler, benim de dişlerim onun gibi güzel olsun diye. Kafamın üzerindeki buğday ve nohutu ağzıyla aldı, ağzından avucuna çıkarıp neneme verdi. Nenem yedi tane buğdayı inci gibi bir ipe dizip omuzuma bağladı. Dişlerim inci gibi aynı boyda ve beyaz olsun diye.  Örtünün üzerindeki nohut ve buğdayları dut ağacının altına ve dama atıldı, onlar da kuşların payıydı. Hayvanları seveyim, çevreye duyarlı olayım diye. 

Anam elinde büyük siniyle geldi. İçinde; kitap, tarak, ayna, kalem, kepçe, makas, bilezik, para vardı. Beni tepsiye oturttular. Bir anama baktım bir de sinidekilere, önce aynayı aldım. Pamuk prensesin inadına. Benden daha güzeli yok diye. Sonra kaleme uzandım, okuyacağım, yazacağım diye. Anam çok sevindi kalemi aldığıma. Bir alkış, bir zılgıt sesleri duyuldu avlunun her yerinden, anam aldı kucağına öptü, verdi neneme.  Misafirler benim için getirdikleri hediyeleri anama verdiler, niye zahmet ettiniz deyip, odasına götürdü.

Misafirlere bol salçalı, acılı, zahterli, sulu hedik, reyhan şerbeti ikram edildi. Zahter kokusu mahalleyi sardığı için gelemeyen komşulara da tabak tabak hedik gönderildi. Tabaklar hemen boşaltılıp, yıkanmadan geri verildi. Yanında da hediyeler gönderildi. 

Sayısız atletim oldu. Dişlerim de atletler gibi bembeyaz olacaktı. Sohbete devam edildi. Komşumuz Aynur teyze darbukasını da getirmişti. Ermenice, Kürtçe, Türkçe şarkılar, türküler söylendi, halaylar çekildi. Misafirler uğurlandı. Bu yapılanların benim için olduğunu düşündükçe mutlu oldum. Kutlamadan sonra benim ve ailemin rızkı artacak, bereketimiz çoğalacak, dişlerim çabucak çıkacak, taş kadar sağlam, inci kadar düzgün, pamuk gibi beyaz olacak.

Dişimi zar zor ve geç çıkardığıma göre bu tombik halimle de biraz zor yürürüm, bir sonraki eğlencemiz köstek kesme olacak gibi görünüyor, Mardinkapı, Çardaklı mahallesi no:21 hepinizi bekleriz…

İlginizi Çekebilir

Çetin Çeko: İsveç ve Finlandiya’nın olası NATO üyeliğine sadece Kürt penceresinden bakmak yeterli mi?
Erdal Kızılırmak: Sınıf, kitle ve toplumsal mücadele

Öne Çıkanlar