Virjin, ana dilini kilometrelerce aç susuz yürüdüğü Anadolu’nun yollarında attığı her adımda unuta unuta gelmişti. Onun için konuştuğu dil acıydı, yok oluştu. Kendini belli etmeydi,korkuydu, umutsuzluktu, yitirmekti, yitmekti. Bir zamanlar mutluluğunu, sevinçlerini, üzüntülerini, türkülerini söylediği ana dili şimdi ona kayıplarını hatırlatıyordu.
Unutamadığı geçmişi yüreğinde sessizce söylenen ana dilinden bir şarkıya dönüşüyordu. Ana dilini yüreğinde yaşıyor ve yaşatıyordu. Rüyalarını ana dilinde görüyordu. Bir ses bile duymadı kimse, bir sözcük bile dökülmedi dilinden. Kanlı kuyularda yitip giden anasının masal tadındaki sesinin ardından bir daha konuşmamaya yemin etmişti. Bir ana kendine yasakladığı dili çocuklarına nasıl öğretir?
İşte bizim evde yasaklı diller vardı. Oysaki anne bir masaldır, dili ise masalları anlatan en güzel sestir. Bu masalı duyamayan babamın kendisi de bu sevgi masalında yerini alamamıştır. Babasının ana dili de evde ikinci dil edinilmediği için Kürtçe’den uzaklaşmıştı. Evdeki iki ana dillinde konuşulamaması ortak bir paydada buluşmayı zorunlu kılmıştı. Bizler ise ana dillini duyamadan büyüyen bir baba, Zazaca konuşan bir annenin evlatlarıydık. Yine bir ortak dilde buluşmak zorunda kaldık. Babam alzheimer hastalığına yakalanınca Türkçe’yi unutup Kürtçe konuşmaya başladı. Annesinden duyamadığı ninnileri babaannesinin sesinden ve dilinden duymaya başladı.
Benim çekirdek ailemde ise, eşimin ana dilinin Zazaca (lehçesi) olması, benim hem Kurmanci (lehçesi) hem de Zazaca’yı anlamam ama konuşamamam, çocuklarımın batı ilerinde büyümeleri, sokakta, oyunda, okulda hep Türkçeyle karşılaşmaları hepimizi ana dilimizden uzaklaştırdı. Farklı ana diller, farklı ortamlar bizim baskın dili daha iyi kullanmamıza yol açtı.
Kürtçe konuşan bir anne ve babanın çocukları okul yaşı gelene kadar ana dilini öğrenir, okulda Türkçe öğretilmesi çocukların dünyayı algılayışını anlaşılmaz bir hale getirir. Dinlediği masalların diliyle, okul dili birbiriyle savaşır, çocuk suskun kalır. Çünkü bir çocuğun dünyayı algılayış dili ana dillidir. Düşünmeyi ve konuşmayı öğrendiği dil ile okumayı ve yazmayı öğrendiği dil farklıysa çocukta kendini ifade etme güçlüğü ortaya çıkar. Dünyayla iletişim kaynakları kopar. Çevresini algılamada, algıladıklarını aktarmada zorluklar yaşar.
Öğretmenliğimin ilk yılları Batman’ın bir ilçesindeyim. Beşinci sınıfı okutuyorum. Öğrencilerin hepsi evde Kürtçe konuşuyordu, Türkçeyi ise yeterince öğrenememişlerdi. Türkçe’yi heceleyerek okuyan, okuduğunu anlamayan, yazmaları ise yetersiz öğrencilerim vardı. Sorulan sorulara verilen cevaplarda mutlaka araya birkaç Kürtçe sözcük girerdi. Hemen yüzleri kızarır, mahcup mahcup bakarlardı. Belli ki Kürtçe konuşmak onlara hem gurur hem de bir mahcupluk veriyordu. Okumada görülen sorunlar giderilebilse de yazmadaki sorunlar bir türlü aşılamıyordu. Türkçe dersi, Fen Bilgisi dersi, Sosyal Bilgiler dersi bir türlü amacına ulaşamıyordu. En sevdikleri ders Matematik dersiydi. Sayılarla konuşma hiçbir dili bilme yetisi istemiyordu. Konuş diyen anlat diyen yoktu. Belki de buralardaki çocukların Matematik dersini sevmeleri ve başarılı olmalarının sebebi dersin dilsiz olmasıydı.
Psikodilbilimci Ajit K. Mohanty (2013: 40) Hindistan’da egemen çoğunluk dili okullarında tekdillileştirme programında eğitim alan çocuğun durumunu şöyle tasvir eder: ‘’ (…) Okuldaki ilk adımları yabancı bir dünyaya atılan adımlardır. Çocuk sınıfa doğru ilerlerken geride bıraktığı bağlantılar sebebiyle, bu yeni dünyayı çok az anlar. Çocuğun iletişim kaynakları, dili, dünya bilgisi ve kültürü (…) bir kenara itilir. Çocuk daha okulun ilk günü iletişim kaynaklarını, dilini, dünya bilgisini ve kültürünü kaybettiği için geriye ‘geliştirebileceği ‘bir şey kalmaz. Çocuğun sadece öğretmeni anlamak için bile en az üç ile beş yıl arasında bir zamana ihtiyacı vardır ve bu süre sonunda artık her şey için çok geçtir (…) Bütün geliştirilmiş müfredata, akıllı tahta gibi programlara rağmen çocuk okuma ve yazma öğrenemez. Çünkü çocuk öğretmeni, metinleri ve bilmediği bir dili kullanan müfredatı anlayamaz. Bu dil ailesinin kullandığı dil değildir. ‘’
Ana dil; oyuna, sokağa, arkadaşın diline, okula inmedikçe canlılığını yitirir. Dil canlıdır, konuştukça yaşar, gelişir. Konuşulmayan diller zaman içinde yok olmaya mahkumdur. Kürtçe çocukluğunu yaşamış, ergenliğini atlatmış genç olmuş ama olgunlaş(tırıl)mamıştır. Küçümsenen, köylü görülen, kabullenilmeyen bir dili konuşmak, şehir merkezlerinde dışlanmayı, sınıf farklılıklarını beraberinde getirir. Evde konuştuğumuz ana dilimizi kapı ardına sakladık, ana dilimizi eve mahkûm etmiş olduk. Evdeki dilin kıymetsiz, işlevsiz ve hatta sakıncalı bir dil olduğuna inanmaya başladık. Bulunduğumuz ortamlarda sustuk, susturulduk ve dilimizden utandırılır hale geldik. Özgür olmayan diller bir sonraki nesle aktarılamaz ve kaybolmaya yüz tutar.
Hayalleri büyük kendine yeten güçlü bireyler ve kültürüne sahip çıkan güçlü toplumlar istiyorsak; kendi ana dillinde eğitim görmek her çocuğun doğal hakkı olmalıdır. Çünkü ana dilde eğitimin en büyük görevi, kültürel değerleri yeni nesillere aktarmak, toplumsal devamlılığı, bütünlüğü sağlamak, bilimsel ve teknolojik gelişmelere bağlı kalarak, kültürün gelişimini sağlayacak yeni bireyler yetiştirmektir.
Bizler ana dilimizi, Anadolu’nun o acımasız kanlı kuyularının göz yaşı dolu ahlarında hala dağlarında yankılanan ana sesindeki ninnilerde saklıyoruz. Geçmişteki kayıplarımızın şimdi telafi etme zamanının geldiğinin farkındayız. Anlayıp da konuşamadığımız, çocuklarımıza da öğretemediğimiz ana dilimizin derin acısını yaşıyoruz. Yalnızca ana dilimizde şarkı söyleyerek kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz. Yeni kuşaklarımızın ana dilinde rüyalarını görmeleri için gereken her şeyi yapmalıyız.
Bir gün değil her günün ana dilimde masallar tadında olması dileğiyle, Celadet Ali Bedirxan’ın ve yoldaşlarının Kürt dili ve kültürüne katkılarını hürmetle anar, 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı’nı kutlarım…