Geride bıraktığımız CB ve Milletvekili seçiminin okumaları uzun süre canlı ve süreklilik arz edeceği ortada. Sert tartışmaların şimdiden rengini belli ettiği, içerdeki kazanın kaynadığını dışa-vurulan sessizlikten anlamak mümkün. Doğrusu yuvarlak açıklamalar da artık karın doyurmuyor. Her ne kadar bu tartışmalar, fikir yürütmeler yıpratıcı bir yolun göstergesi olarak okunsa da tartışmalar ve eleştiriler bizi ortak bir noktada muhakkak buluşturacaktır. En çok eleştiriyi de her şeyi ile “şahsım” iktidarına karşı mücadele eden Kürtler yapacaktır.
Seçim sonuçlarını coşkuyla bekleyen ve Cumhur İttifakı’nın büyük bir hezimete uğrayacağına inanan milyonlarca seçmen 14 Mayıs akşamı nefesini tutarak ekran başına geçti. Ancak sonuçların netleşmeye başlamasıyla bu coşku yerini yavaş yavaş derin bir hayal kırıklığına bıraktı. Ertesi gün şehri dolaşmaya çıktığımda neredeyse hiçbir insan evladının yüzü gülmüyordu. Peki büyük bir çoğunluğu hüsrana uğratan bu sonuç kimleri mutlu etti? Tarikatları, cemaatleri, rant odaklarını, beşli çeteleri, çukurdan beslenenleri ve sırt üstü yatıp üç-beş maaş alanları… Kitleler neden ertesi gün hep birlikte demoralize olmuştu? Bunun cevabı önümüzde dev gibi duran –daha da beter olma olasılığı çok yüksek- büyük ekonomik krizin giderek yakınlaşan ayak sesidir şüphesiz.
Halk Erdoğan’ın gitmesini istiyor ama yerine kimseyi de koyamaması esasında bize büyük bir çaresizliğin fotoğrafını gösteriyor. Tüm sosyal güvenceleriyle iktidara mahkûm edilmiş yoksul kitleler korku, geleceğin belirsizliği içinde ve değişime direnerek kendi yoksulluğunun kaynağı olan iktidara git, diyemeyişinin altında yatan gerçeği ve reçetesi doğru olmayan tüm müdahaleler yarayı daha fazla kanattığı ve derinleştirdiğini tecrübe ettik. Tüm sosyal güvencesini mevcut iktidarın devamlılığına bağlamış milyonlarca mağdur ve yoksul gelecek kaygısı içinde değişime de direnerek, esasında bu yoksulluğun kaynağı olan yapıya git diyemeyişi bizi nereden nereye getirdiğini gösteriyor. Bu direncin altında yatan gerçeği tam olarak tespit etmedikçe değirmenin dönüşü her daim bu yönde olacaktır. Tüm iktidarların iktidarda kaldığı yön ve yöntemi: ölümü göster sıtmaya razı et. Yıllar sonra bu seçmen tavrı araştırma konusu olacak, üzerine tezler doktoralar yazılacaktır. Yoksulluğun, fakirliğin, ezilmişliğin, işkencelerin ve despotluğun sebebi olanlarla devam ettirilen ilişkiyi, tüm bu haksızlıkların mağdurları tarafından verilen desteği herhalde; ülkenin psikologları, sosyologları, araştırmacı gazetecileri çözüp tahlil edip önümüze derli toplu sonuçlarla bırakacaklardır. Çünkü gösterilen tepkiler hiç sağlıklı değil…
Kırılmayı gören iktidar, deprem sonrası kazanmanın tüm yolları üzerinde epey mesai harcadı. Bu mesai halkın düştüğü durumdan çıkarmak yerine nasıl seçimi kazanırız üzerine oldu. Esasında her şey dizayn edilmiş/tasarlanmıştı, alınacak oylar bile hesaplanmıştı, nasıl açıklama yapılacağına kadar her şey hazırdı. Geriye sadece göstermelik bir seçim uygulaması kalmıştı. Soylu’nun seçim öncesi alacakları oy oranını nokta atışıyla bilmesi tezgâhlanmış seçimin itirafı gibiydi. Soylu evliya değil, kâhin değil, astrolog değil, Yeşilçam kahvesinde tarot falcısı değil. Soylu tek bir tane güvenlik makalesi okumamış bir eski içişleri bakanıydı.
Aklımızda deli sorular, cevabı alınmış ama yüksek sesle dile getirilmeyen sonuçlar vardı önümüzde. Acaba göstermelik bir Mayıs seçimine mi iştirak etmiştik? Ultra demokrasilerde gerçekleşenleri iktidar birkaç saatliğine bizlere de yaşatmıştı. Her şey yerli yerindeydi, gürültü patırtı çıkmıyordu. İktidar saldırgan değildi, sakindiler. Çoktandır unuttukları “halk iradesine saygılıyız” minvalinde açıklamalarıyla meselenin ucundan kıyısından neler olup bitiğinin ipuçlarını veriyorlardı, zaten meselenin anlaşılması da çok fazla uzun sürmedi. Emperyaller, Londra’daki tefeciler ve nakdi elinde tutan “körfez falan” iktidar saflarında işlerinin daha bitmediğinin mesajını mı veriyorlardı? Tezgâh hazırdı, hangi ilden ne kadar oy çıkacağına kadar hesaplanmıştı. O sürekli sığındıkları, her iktidarın kurtarıcısı olan can simidi ve artık bir mottoya dönüşen “dij güçler” kısmen de olsa bir can suyu oldu iktidara. Peki, neden bunu yaptılar, niçin iktidardan ve özelinde Erdoğan’dan vazgeçmiyorlardı?
Kılıçdaroğlu’nun CB olduğu bir ülkede istedikleri gibi at koşturamamaktan korktukları için olabilir mi? Tefecilerin işlerine çomak sokulacağını bildikleri için miydi acaba? Karşımızda net bir tablo var; ekonomik olarak iflasın eşiğine gelmiş bir ülke… Ülkenin daha fazla sömürülmesi için yıllardır bin bir oyunla kurulan pazarın devamı için olabilir mi? Evet her şey daha fazla sömürmek, kan dökmek ve bu pazarı elde tutmak için. Yoksa kimsenin Erdoğan’ın kaşına gözüne hayranlığı yok. CHP içindeki bir kısım kripto rüşvetçiler üstlerine düşen rolü oynadılar, seçim gecesi deyim yerindeyse liderlerine ihanet ettiler. Kılıçdaroğlu yoldaşları ve partidaşları tarafından hançerlendi. Bu ihanetin altında yatan yegâne gerçek ise şüphe yok ki kendisinin Kürt ve Alevi kimliğine sahip olmasından geliyor. Nasıl Kılıçdaroğlu’nun arkasında dik duramadıysalar demokrasinin arkasında da duramadılar. Paranın, rantın ve ırkçılığın tarafını seçenler Kılıçdaroğlu’nu büyük tezgâha getirdiler. Hançeri elinde tutan Akşener’di. Masadan kalkıp tekrar oturması eski karanlık odaklara bir mesajdı, sizinleyim mesajıydı.
Akşener’in genel başkan yardımcısı seçime haftalar kala yaptığı açıklamalar ve sonrasında gelen istifası da bir dönem yoldaşlık yaptığı odaklara mesajdı. İnce’nin saf dışı bırakılması ve sonrasında yaşanılan süreç, seçime günler kala Kılıçdaroğlu’nun Rusya’ya hitaben yaptığı “seçime müdahale etme” uyarısı… Hepsini yan yana getirince Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir teşkilatla çevrelendiği, sandığa gidenler biz olsak da sonucu belirleyenlerin derin yapılanmalar olduğu aşikâr. Fake bir demokrasinin olduğu yerde seçim sonuçları neden bizi şaşırtıyordu peki? Çünkü bunun nedeni daha önceden de belirttiğimiz gibi her taraftan kuşatılan, tüm temel haklarımızın gasp edildiği, elleriyle gırtlağımızı sıkan ve nefes almamıza bile tahammülü olmayanları gönderme iradesine ve gücüne sahip olmamızdır. İlk turda kazanacaktık ve bence öyle de oldu. Seçim sonuçları aksini gösterse de ilk turda Kılıçdaroğlu’nun net bir galibiyet aldığını düşünüyorum. Bu inanç ve iradenin katmerleşerek, sertleşerek, inatçı bir duruşla devam ediyor olması umudu da diri tutuyor.
Muhteşem bir oyunla tarihe geçen CB seçimlerinin başka bir ayağı olan faşist ve ırkçı blokun elinin güçlendiği algısı suni bir algıdır. Öncesinde hazırlanmış programlar gibi planlanmış bir algıdır. Evet, bu ülkede halk düşmanı olan büyük bir kitlenin varlığı inkâr edilemez. Bu halk düşmanı kitlenin ortak paydası Kürt düşmanlığıdır. Basın ve yayın yoluyla yapılan kara propagandayla var olan mevcut ırkçı cephenin genişlemesi, oyun içinde oynanan oyunları net bir şekilde gösteriyor. Oğan kebaptır Özdağ şiştir. Faşist bloğun tarafları hem Cumhur hem de millet ittifakında boy göstermesi sadece planın küçük bir parçasıydı. Cumhur ittifakının “Eleman Oğan”ı ve içişleri bakanlığı koltuğu için hülyalar içinde olan Özdağ her alanda demokrasi güçlerini özelinde de Kürt’leri yalnızlaştırma politikası kısmen de olsa başarıya ulaştığını görüyoruz. psikolojik harap yöntemleriyle elde edilen kısmi başarı. Evet, yalnız kalmış olabiliriz bu süreçte ama boyun eğmediğimiz için bile bu hayat yaşamaya ve mücadele etmeye değerdir. Ece Ayhan’ın “Ey yalnızlık! Herkesin koynuna girip çıkarsın da bir tek benimle mi düzenli bir ilişkin var?” sözlerini hatırlamakta fayda var. Ona göre birleşip yan yana yürümekten başka bir şansımız olduğunu da pek sanmıyorum.
Millet İttifakı’na destek veren Kürt Özgürlük Hareketi doğrusunu yapmıştır ama eksiklerinin olduğunu kimse inkâr edemez. Eksikliği kendi seçmeni nezdindedir. Tarihsel rolünü oynamış, zalimlerin saflarında değil hak-hukuk-adalet isteyen halkın safında yerine alarak bir kez daha dosta düşmana ne istediğini ve ne istemediğini açıkça belirtmiştir. Adayların ve aday gösterildikleri bölgelerin seçimi başta olmak üzere, Kürt Özgürlük Hareketinin seçim stratejisinde görülen ciddi sorunların olduğu ve bu sorunların seçmende yarattığı rahatsızlık tüm sosyal mecralarda açık yüreklilikle paylaşıldı. Buna rağmen yanlışta sürdürülen ısrar bu sonuçları önümüze getirdi. Halkın kırılganlığı, sessizliği buradan başladı. Halkın sesine kulaklarını tıkayan yöneticilere seçmenin cevabı sarsıcı ve sert oldu. Hayati konulardan biri olan ve büyük bedeller neticesinde yarı kurtarılmış Rojava’dan hiç bahsedilmemesi bir yere kadar anlaşılırdı ama tamamen yokmuş gibi hareket edilmesi seçmende ters teptiği. HDP’nin dört parça için kurtuluş stratejisine halel getirdiğine inanan seçmenin haklılığı tartışılmaz bilimsel bir gerçeklik gibi duruyor önümüzde. Seçmenin mesajı alınıp alınmadığını önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz. Madem “insanlık hareketiyiz” o zaman onun gereği olan söylem ve pratiklerle cesurca, inanarak işlenmeli. İç atmosfer kadar saldırgan, tehditkâr, nefret dolu ve faşizan olursa olsun buna karşı durmakta o kadar hayatidir. Ne diyordu bizden öncekiler; ezilenin ve yok edilmek istenenlerin siyasetçisi olmak ateşten bir gömlektir. Giymesini bilirsen zırhtır, üstüne oturmadı mı ateştir, fena yakar! Şimdi o gömleği üstünüzden çıkarın ve üstünüze oturmayan o gömleği başkalarına bırakın, çünkü bayağı bir çuvalladınız.
Tabii seçmende en kırılgan nokta TİP ile girilen ittifakta idi. TİP’lilere en güzel cevabı Gülten Kışanak vermişti, niçin dinlemediniz? Neden TİP’i ittifaktan çıkarmadınız? Hangi karanlık odaklara karşı direnemeyip istediklerini verdiniz? HDP’ye sızmış -TİP cephesinde örgütlenmiş ve ona sempati duyan- yönetim kadrosunda kim/ler ısrarcı oldu da yola devam kararı alındı? Bir seçmen olarak bunu cevabını ve bedelini istediğimizi belirtmekten sakınmayacağız. TİP kendi görev ve sorumluluğunu yerine getirmiş ve HDP’yi geriletmeyi başararak şimdilik emeline ulaşmıştır. TİP’in meclis aritmetiğini değiştirmesi ve böylelikle kesin kazanılacak bölgelerde kaybedilmesi aylardır dile getirdiğimiz iddiaları belgesiyle kanıtlamıştır. HDP’nin yoksul, emekçi, işçi, köylü, şehirli seçmenine, iki arada bir dere de durduğunun hissiyatını vermesi gardı düşürmüştür. Yani sağıra yatılması ve sürekli TİP ile gündeme gelinmesi de cabasıdır. TİP’in kuru sloganlarından başka halka verebileceği başka neyi var? Şovları ve atarları dışında elimizde bir sonuç var mı? Bir taşla iki kuş: Hem HDP’yi gerilet hem de sorunsuz, tertemiz dört milletvekilliğiyle meclise gir. Yeme yanında yat! Tüm bu denklemin Kürt halkını saf dışı bırakmak üzerine kurulduğunu anlata anlata dilimizde tüy bitti ve bunun ilk etabını gerçekleştirdiler. Oysa bizim koskocaman bir halk meselemiz var; uzun soluklu, ağır bedelleri içinde hep canlı tutan. TİP içimizdeki Truva Atı idi. Devletin ve sistemin verdiği görevi layıkıyla yerine getirdiler ve ödüllerini de aldılar.
Adam kazanmadı, toparlanma vakti. Adam siyasi tarihinde böyle bir yenilgi yaşamamıştı. İkinci tura iki günümüz kaldı, yaratılan algıyı kırmak ve geriletmek için son dakikaya kadar çabalamaktan başka şansımız var mı? Yok. Birden fazla cephe ve yapılanmanın Kürtlerin sandığa gitmemesi için yoğun çaba içerisinde olduğu ve geniş bir kampanya yürüttüğü anlaşılıyor. Bu çaba Kürtleri saf dışı bırakmak ve elde edilen kazanımları hiç etmek için yürütülüyor. Bunu boşa çıkarmak, oynanan oyunu ters yüz etmek gerek. Sürdürülen bu psikolojik savaşın temelinde, teslim olmamış-iradesini kıramadıkları kitlelere diz çöktürmek için canhıraş çalışılması ne kadar doğru bir yolda yürüdüğümüzün kanıtıdır. Morali alt üst olmuş bir seçmen kitlesi olduğunu unutmadan ve karşı cephenin ekmeğine yağ sürmeden tez zamanda toparlanmak ve hanedanlık heveslilerini bozguna uğratmak elzemdir. Açık ve sari bir hava yaratmak için hala zamanımız var. Bu savaşın içinde aktif rol üstlenenlere ve buna çanak tutanlara yakından bakıldığında Kürt sembolleri üzerinden Kürt seçmenle iletişime geçildiği görülecektir.
AKP’nin kriptolarını ve tek bir merkezden yönetildiğini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz. Millet İttifakı’nın içinde yer alan ve özelinde ırkçılar, koltukçular dışında hiçbir karşılığı olmayan yeni dönemin light sağcısı Mansur Yavaş ve ekibi de bu yönden çalışmaktadır. Kürtlerin elini zayıflatmak adına ikinci turu altın tepsi içinde Erdoğan’a vermekten geri durmadıkları her hallerinden, açıklamalarından anlaşılıyor. Bunların dertleri ne özgür bir gelecek ne de eşitlikçi bir demokrasi geleneği kurmaktır. Tek gayeleri ve amaçları Kürt anasını görmesin! Kürt huzura ermesin! Kürt öldüreceğimiz, hapse atacağımız, işkence edeceğimiz bir halk olarak kalsın… Bu düşüncede olanların hazin bir sonla buluşması kaçınılmazdır.
Kürt hareketini her alanda geriletmek için girilen bu geniş ve bir o kadar kirli ittifakı sandıklara giderek alt edebiliriz. HDP’ye karşı geliştirilen bu kirli bloğu bertaraf etmek için durmadan çalışması gereken yöneticilerin bildikleri yanlışlarda ısrar etmesi etmeleri özeleştiri sürecinin ötesine geçmiş artık bedelinin ödenmesi gereken bir duruma dönüşmüştür. Peki, kim bu bedeli ödeyecek? İçeriden dışarıya umut veren onurlu Kürt siyasetçiler mi? Yoksa yerinden kıpırdamayan, sessizliğe gömülen ve kripto TİPlilerle yoldaş ve mücadele arkadaşı olanları mı bedel ödeyecek? Bunu zaman gösterecektir. Takipçisiyiz, adım adım izliyoruz ve sanılmasın ki meydan boş bırakıl(dı)acak…