Çayan Okuduci: Balon

Yazarlar

Sona yaklaşıyoruz, ortalık kaybedenlerin riskine dönmüş. Havalar fena, herkes barut fıçısının üstünde patlamaya bekliyor, ama bir o kadarda korkuyor. Korkuyor, çünkü son’un sakin ve huzur içinde biteceğine kimse inanmıyor; öğretilmiş, uygulanmış ve sonuçları muktedir tarafından sürekli başka söylem ve tezgâhlarla sunulan bu atmosfer artık çatırdamıyor, derin çatlakları var.

Yarıklardan fulü bir görüntünün simülasyonuyla gün deviren, zaman çalan yerleşik sistemin aldatmacası devam ediyor. Renkli balonları olanlar ve elinde balon olmayanların netleştiği ve keskinleştiği bir dünyadayız. Ya herkesin balonu olacak ya da tüm balonlar patlayacak. Kazak halkı balonları bir bir patlatmaya başladı. Balonları ellerinden alınmış olanlar ve hiç balonu olmayanlar; Kazak bozkırında patlatılan balonlara gıpta ile bakıyor, içi geçiyor…

Diğer yandan avuçladıkları, sıkıca tuttukları balon sahipleri de korkuyla ve titreyerek patlayan balonları seyrediyor. Şüphesiz sömürgeci ve işgalci hükümetlerin korkuları ve titreyişleri balonların patlamasını engellemeyecektir. Bizden çaldıkları balonlar ellerinde ve suratlarında muhakkaka patlayacaktır. Çünkü o balonlar bizim nefesimizle ve emeğimizle şişirildi, o vakit iğneyi batırmakta bizim hakkımızdır.

2018 yılında dönemin Kazakistan dışişleri bakanına BBC muhabirinin Nursultan Nazarbayev’in ve çevresinin servetlerini nasıl elde ettiğini soruyor, dışişleri bakanın cevabı ise çok net; “Bu çok mu ilginç. Bu yalnızca benim toplumumda, Kazakistan’da olan bir şey mi? Diğer ülkelerde de yetenekli insanlar zengin olabiliyor.” Şüphesiz siyasilerin ve iktidarların yeteneklileri arasında aldatmacalı söylemler ve umutlar, yasal kılıflara göre yolsuzluk ve işini bilen memurlarla bir sömürü çarkının oluşturmak için çok yaratıcı olduklarını bize yüzbinlerce defa kanıtladılar.

Antik Yunan şehirlerinde kralların ve yöneticilerin retorikçiler vardı, birkaç gümüşe ve birkaç koyun buduna şehir meydanlarında kralları över, methiyeler dizer, şiirsel söylemlerle halkın yüreğini ve aklını çelerlerdi. Günümüz dünyasında bunu yazarlar, troller ve iktidarın sofralarında arta kalanlarla beslenen retorik şairler yapıyor. İktidardan nemalanan yandaş sanatçılar, yayıncılar, dergiciler, gazeteler, vakıflar bilumum kitle erişim araçlarına sahip olanlar dönen bu zalim çarkın sadece basit birer dişlisi olduklarını bizden çok kendileri farkındalar, ezik rollerine devam ediyorlar hepsi bu.

İktidardan nemalananlar kadar resim ideolojiden beslenenlerin varlığı da büyük bir alanı işgal ediyor, bunlar retorik şiirleriyle, yazılarıyla sömürgecilerin el koyduğu, talan ettiği yerlerde meşrulaştırma ve kandırmaca işlerini üstlendiklerini yazılarından, şiirlerinden, edebiyatlarından, sergilerinden çıkarmak mümkün.

Cezaevleri bir ülke yönetiminin davranış biçimini ve adaletinin tartıldığı yerlerdir. Adalet, hukuk ve ahlak kültürü sürekli bir öç alma ve rövanşa dönmüş bir ülkenin cezaevleri kaçınılmaz olarak işkence yuvalarına dönüşür. Türkiye cezaevleri kuruluşundan bu yana mahpuslar için ölüm ve işkence yeri oldu. Devlet dönem dönem yumuşak refleksler gösterse de her daim derinliklerinde yatan teslim alma ve çökertme yaklaşımıyla dört duvar arasında akıl almaz pratikler, vicdan ve ahlaktan yoksun yaklaşımlarla çirkin yüzünü hep canlı tutmayı başarmıştır. İktidarın o kadar gözü dönmüş ki insanları diri diri mezara gömüyor, hasta tutsaklar tüm çağrılara, dört duvar arasında kalamaz raporlarına rağmen salınmıyor, son günlerini aileleriyle birlikte geçirmelerine müsaade edilmiyor.

Kürt annesini görmesin, noktasındalar. Hiçbir suçu olmayan ve 26 yıldan fazladır cezaevinde yatan 83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan’ın kelepçeli bir halde hastaneye getirilmesini hepimiz sosyal medyada gördük. İnsan olanın, ahlaktan zerre nasibini almış herkesin yüreği öfkeyle ve kinle kabardığını tahmin etmek çok zor olmasa gerek! Hükümetin/devletin Kürtlere olan yaklaşımını Mehmet Emin Özkan şahsında nasılda ete kemiğe büründüğünü ortada. Sindirme, teslim alma, korkutup direnişten düşürme girişimleri tüm vahşetiyle nasıl ki devam ediyorsa, direnmenin ve direnişin de varlığı ortadadır.

Garibe Gezer’in kendini intihar ettiği palavrasını yaymaya çalışmak bile başlı başına ortada duran savaşın ahlaksızca yürütüldüğünün en somut örneğidir. Defalarca teslim alınmaya çalışılan, türlü türlü işkenceleri “süngerli odalarda” icra eden bir sistemin ve varlığın tanımı nedir? Kulaklarınıza gelen bu azap dolu düşüncenin sesini ötelemek için kendinizle verdiğiniz amansız savaşta yenilecek olanlar sesi öteleyenler olacaktır, duymak-görmek ve hissetmek istemeyenler… Siz kaybederken oluşturduğunuz çukurun diplerinde azap dolu sesinizi siz bile duyamayacaksınız!

Eski çağlarda vahşetin baltalarla hüküm sürdüğü dönemlerde barbarlar işkence ritüellerine kişi öldükten sonra da hırsa ve öfkeyle devam ederlerdi, cenaze sahiplerine ve cenazeyi görenlere bir mesajı da barındırıyordu. Bakın siz ölülerine bunu yapıyoruz dirilerinize neler yapmayız! Bu barbar ritüel korkunun yayılması ve hükmün sürmesi için yapılan bir hamle idi. Çağımızın maskesi uygarlık, altında yatan ise hala eski çağlarda barbarlardan kalan pratikler, anlayışlar, mesajlar…

Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesini mezarından çıkardılar, gömülmesine izin vermediler. Tuğluk ağır hasta ve halen cezaevinde bir hücre tutuluyor, hafızasını yitirdiği raporlarla belgelenmesine rağmen salınmıyor, Aysel Tuğluk şahsında devlet iki defa uygarlık maskesi altında mesaj verdi, biz devletin bu kadar vahşi olduğunu bilmiyorduk, diyenlerin kulaklarına halkalı küpe olsun!

Nemrut’a sormuşlar;

__ Nasıl bu kadar zalim oldun?

__ Kimsenin sesi çıkmadı, ondan…

Maldoror’un Şarkıları’nda Comte de Lautréamont Bit Madeni [“İkinci Şarkı”] yazısında şöyle diyor; “Burada, canlı bir bit madeni yatmaktadır, iğrenç bakireliğiyle. Çukurun dibini doldurmakta ve daha sonra geniş ve sık damarlar halinde bütün yönlere kıvrılmakta bu maden. Şöyle gerçekleştirdim bu yapay madeni. İnsanlığın saçlarından bir bit kopardım. Onunla art arda üç gece yattım, sonra onu çukura attım. Böylesine durumlarda daha önce bir işe yaramayan insan dölü, bu kez, yazgının lütfuna mazhar olup maya tuttu ve birkaç gün sonra, yoğun bir madde kitlesi halinde kaynaşan binlerce canavar geldi dünyaya.” Yazının devamında; “İnsanla beslenen bit kuşakları, her on beş yıldır, önemli oranda azalmakta ve toptan yok oluş çağının yaklaştığını bizzat kendileri kesin olarak söylemekteler.

Çünkü, onu yenmeyi başarıyor, düşmanından daha akıllı olan insan. Bunu göz önünde tutarak, gücüme güç katan korkunç bir kürekle, bu bitimsiz madenden dağlar büyüklüğünde bit kitleleri çıkartıyor, bunları balta vurarak parçalıyor ve gecenin derinliklerinde kentlerin ana yollarına taşıyorum.

Buralarda, insan ısısının etkisiyle, çözülüp, yeraltı madeninin dolambaçlı dehlizlerinde oluşmalarının ilk gününe dönüşerek, kumların' arasından kendilerine bir yatak kazıp, dereler gibi akarak konutlara dağılıyorlar, tıpkı zararlı ruhlar gibi. Bir bilinmeyen yaratıklar sürüsünün duvarların gözeneklerini delip geçerek, uykunun başucuna korku taşıdığını sanıp, boğuk boğuk havlıyor evin bekçisi.

Bu tür uzun ve acılı havlamaları yaşamınızda hiç olmazsa bir kez olsun siz de duymuşsunuzdur belki.” Dünyayı anarşistler iyileştirecektir. Ahlaksız, sömürüye dayanan hiyerarşik yapılanmaların kökünü kurutacak yegâne güç ve felsefe anarşizmdedir. Tüm canlıların hür ve özgür yaşadığı dünyayı kuracak eller anarşist ellerdir, kimsenin kimseye köle olmadığı bilinçle ve hoşgörüyle harmanlanmış kolektif bir mücadele kapımızda bekliyor, kalk ve silkelen. Herkesin balonu olduğu bir dünya uzak değil…

Çözüm her zaman dediğimiz gibi özgür bir bilinçte yatar, yaratıcılık oradan feyz alır, hesap sorma orada canlanır, cesaret bilinçle bilenmişse son muhteşem olur… Sonun muhteşemliğine seyirci olmak benciliğe tekabül eder, istediğin kadar iyi ol, seni duvarın dibinde kurşuna dizmekten “iyi olman” kurtarmayacaktır, der şair.

Haber ajansı euronews Türkçe ’de yayımlanan bir video da, Kazakistan’da gösterilere katılan 58 yaşındaki bir göstericinin sözleriyle yazıyı sonlandıralım: “Korkmuyorum. Ben hayatımı yaşadım, çocuklarım için buradayım. Bizler, ‘terörist’ değil, sadece gösterilere katılan insanlarız. Kazakistan’da büyüyen tek şey yolsuzluk, ülke Nazarbayev ailesinin özel şirketine döndü.” Evet, verimli topraklarımızı, emeğimizi, üretimlerimizi; ailelerin, iktidarların, seçkinci aptal zümrelerin ellerine vermeyeceğiz ve şirketleştirmeyeceğiz! Mandela’nın en sevdiği şiirle…

 

Yenilmez

 

Beni saran geceden başka

Kapkaradır o çukurda baştan başa

Hangi tanrılar bahşetmişse bana

Şükrederim yenilmez ruhum için onlara

 

Kötü şartlarda olsam bile

Ne ürktüm, ne de yüksek sesle ağladım

Kaderin pervasız darbelerinde bile

Kana bulansa da başım, eğilmedi asla

 

Bu gazap ve gözyaşı ülkesinin ötesinde

Görünmez gölgelerin dehşetinden başka bir şey

Ve beni bulur o senelerin tehdidi

Bulacaktır da korkusuz

 

Kapı ne kadar dar olsa da

Cezalarım ne kadar ağır olsa da

Kaderimin efendisi benim

Ruhumun kaptanı benim

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: Kırklar Dağı; Sürekli kanatılmak istenen Kürt hafızası
Suna Arev: Mathilden Tepesi 

Öne Çıkanlar