Çayan Okuduci: Devletin Mesajı!

Yazarlar

Nerden tutalım? Nasıl başlayayım söze! Toplumu, katledilen Kürtlerin üzerinden tekrar hizaya ve sessizliğe boğmak için aydınlıkçı/karanlık odakların “hedef gösterme tetikçiliğini” üstlendiği saldırıların ilk işaret fişeği Meram’da atıldı. Konya’da yaşanılan saldırı, sistematik bir düzen içinde gerçekleşen katliamların bir tekrarı değil mi? Evet defalarca gerçekleşen ve sahne konulan ırkçı saldırıların devamıdır. Nazi artığı tetikçileri var eden bu kokuşmuş düzene söyleyecek sözü olan var mı? Onlarla konuşulmaz, onlarla uzlaşılmaz, onlarla sadece mücadele edilir, tarihte vuku ırkçı saldırlar bize bunu defalarca kanıtlamıştır. Dün Avrupa’ydılar bugün Ortadoğu’nun her yerinde faaliyet içindeler. Faşist ve düşmanca pratikler sergileyen zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu bir değil belki bin defa tecrübe etmedik mi? Ettik. Çok değil 4-5 yıl öncesine kadar insanlar acaba bugün hangi bombayla öleceğim, diye düşündürenlerin yarattıkları kanlı iklimlerini hepimiz yaşadık.

Ege ve Akdeniz bölgesinde çıkan yangınların nedenini özelde HDPye genel de ise Kürtlere bağlama çabaları bize önceden hazırlanmış, programlanmış bir altyapıya sahip olduğunu gösteriyor. Yangınları ve doğal afetleri Kürtlerin üzerine yıkmaya çalışan karanlıkçılar ve sarıklılara inananların hiçte azımsanmayacak taraftarlarının olduğunu etkileşimlerinden anlıyoruz. Bu tür asparagas haberlere inananların sayısının milyonlarca olduğunu düşündüğümüzde; bizi gelecek olan daha büyük saldırılara, çatışmalara ve katliamlara karşı uyarıcı bir niteliği de olduğunu belirtmekte fayda var. Hedef göstermeler ve kara propaganda var olan faşist iklimi harlayıp tekrar 7 Haziran sürecine girilmek istenildiği ortada olan bu saldırıyı kim/ler organize etti? Neo-kontralar? Karanlıkçılar? Bir aileyi yok edecek kadar gözü dönmüş bir yapıyı büyüten, besleyen, koruyan kollayan zihniyettin sahiplerini iyi tanıyoruz. Barbarlık, arkadan vurma, arkadan bombalama, işkence, insan kaçırma, infaz, insan hakları ihlalleriyle çürük ve saldırgan bir kültürün varlığı herkesçe bilinen bir gerçek. Sistem ve onun koruyucularının damarında bariz bir kan dökme arzusu hep istekli ve diriydi; ölümden beslenen damarı koparıp atmadıkça, yarın başka bir yerde başka bir bahaneye sığınarak insanlar diri diri yakacaklardır.

Devleti sevk ve yönetenlerin düşmanca pratikleri ve yok etmek üzerine inşa ettiği, eğittiği bir kitle ve topluluğun sonuçlarını görüyoruz, yaşıyoruz. Varlığını Kürt düşmanlığı üzerine kuran sistemle hangi eleştiri kültürüyle ve protestoyla başa çıkılabilir? Hangi yol ve yöntemle yaptıklarının hesabı sorulur? Hukuk ve adaletin kanlı ağızlarda sakız edildiği bir yapılanmadan merhamet ve vicdan beklemek! Sür eşeği Niğde’ye… Cezasızlık ve katillerin erk tarafından ödüllendirilmesi, öldürmeye, talana ve baskılara teşvik edilmesi; azmış yığınları daha fazla yüreklendirdiği, cesaretlendirdiği ortada. Katledilen aile yıllarca kendilerini ülkücü olarak niteleyen ırkçı bir grup tarafından defalarca hedefe konularak hem sözlü hem de fiziki saldırılara maruz kaldıklarını öldürülmeden birkaç hafta önce dile getirmişlerdi; katledilen Yaşar Dedeoğlu’nun verdiği son demecinde bunu öğreniyoruz. Dedeoğlu ailesi defalarca gelecek olan ırkçı saldırıyı bağıra bağıra dile getirmiş. Bu şikâyetlerden devletin, polisin, savcının haberi olmasına rağmen herhangi bir tedbir alınmamış, üstüne dalga geçer gibi; katil sürülerini cezaevinden birer ikişer tahliye edildiğini hepimiz biliyoruz. Yani devlet ve onun karanlık yüzleri Kürtlere mesaj verdiğini ve bu kanlı mesajlarını her dönem katlettiği insan üzerinden verdi,veriyor.

Bu dümen ne kadar taşır katilleri ve ırkçıları bilinmez ama büyük yangınların eli kulağındadır, halk her taraftan açlıkla, baskıyla ve zulümle terbiye edilmeye çalışılması; bu çarkların ve düzenin tez zamanda parçalanacağının emarelerini de vermiyor değil. Ülkenin kuruluşundan bu yana, yani ezelden beridir, mesele Kürt olunca; bir gelenek haline dönüşen saldırganların ustaca korunup kollanmış olmasını “nasıl izah edecekler?” sorusunu sormak bile topu taca atmaktır. Binlerce masum Kürt çocuğunun katilleri ellerini kollarını sallayarak dolaşıp, kahraman edasıyla pozlar verdiklerinin altında yatan yegâne gerçeğin sistemin bariz bir şekilde Kürt düşmanlığının dışa-vurumculuğudur.

Tıpkı yüzyıldır ölüme ve öldürmeye alıştırılmış yığınların verdiği tepkilerden yola çıkarsak; elimize koskocaman bir fiyasko olduğunun gerçeğinden başkada ne var elimizde? Hiç. Ne kadar acınası bir durumda olduklarının, köşeye sıkıştıklarının, çözümsüzlüğün artık kendileri için bir çözüm halini aldığının kanıtıdır yaşadıklarımız! Bu saldırganların koruma geleneği, yaptıklarının sürekli yanlarına kâr kaldığı bir sistem de hangimiz ne kadar güven içindeyiz? Bu köhne politikalar sadece tetikçileri ve azmettiricileri motive edip cesaretlendiriyor, karşılarında bir gücün varlığını hissettiklerinde, bir yaptırımla karşı karşıya kaldıklarını görünce bu kadar pervasız ve saldırgan olamayacaklarını çok iyi biliyoruz. Toplumsal normlar ve sözleşmeler bunu gerektirir. Bu göz göre göre gelen katliamda katiller kadar nefret dili kullananlarda bu katliamın birinci dereceden sorumlusudur.

İşin en acı kısmı ise Konya’da yaşanılan katliamı alkışlayan, içinden sevinç çığlıkları atanların sayısının az olmadığını hepimiz biliyoruz, rahmetli Ape Musa’nın savcıya söylediği o unutulmaz cevabı hatırlatmak isterim; “Ülke hıyar mı ki iki böleyim”, tiranı çoktandır hem gönüllerde hem de zihinlerde gerçekleştiğinin farkındayız. Acılar hiçbir zaman ortaklaşmadı, bir tarafta sevinç ve mutluluklar dışa-vurulurken diğer tarafta gözyaşlarıyla öfkesini büyütenlerin varlığı hiç eksik olmadı bu topraklarda. Yalan yok, birbirimizi en son ne zaman şartsız ve şurtsuz sevdik? Yalan yok afetler de bile birbirimizden gayrı düştük. Ağaçların arasında bile ayrımcılık yapıldı, Kürdistan’ın ağaçlarıyla Akdeniz ağaçları arasında nasıl bir fark vardır? Yangınlarda beceriksizliklerini ve yönetemiyor oluşlarının faturasını halka kesmek için algı operasyonlarına baş vurmaları, ne kadar aciz bir durumda olduklarını da görüyoruz. Bingöl, Dersim, Serhad bölgelerinde çıkan yangınları halk söndürmek için giriştiği mücadele de asker ve polisler tarafından sürekli engellediğinin haberlerini bolca okuduk, videolarda seyrettik. Ağaçlar ve doğa tüm canlıların ortak yaşam alanıdır, yoksa Kürdistan coğrafyasında yaşayan tüm canlılara mı düşmanlık yapıyor? Pratiklerine ve söylemlerine baktığımızda cevabımız: Evet oluyor.

Kürdistan’ın ağaçlarında terörist ve bölücü yapraklarıma rastlanıldı da biz mi bilmiyoruz! Derelerimiz ve akarsularımız saldırılar mı gerçekleştirdi de biz mi haberimiz yok! Vicdandan yoksun, sevgisiz, doğaya düşman bu yönetimin ve ortaklarının yaptıkları doğa kıyımına verilen tepkiler, bana sizin ölünüz bizim ölümüz ayrımını hatırlattı. Dedeoğlu ailesinin katledilişinden sonra verilen ucuz ve basitleştirilmiş tepkilerden bile yola çıktımızda bu sonuca varıyoruz. Çok değil Van depremini hatırlayalım, iktidarın kukla oyuncağı Müge Anlı’nın kendi programında sarf ettiği ırkçı konuşmasını unutmayalım. Sonrasında deprem bölgesine yardım kolileri beklerken karton karton taş gönderildi.

Yalan yok kardeşlik naralarınız da artık tutmuyor, her gün öldürülen bir kardeşten çiçek papatya beklemek nasıl bir ruh dünyasına sahip olmaktır? Dürüst olmak gerek, sorunu doğru ve yalansız tespit etmedikçe, bu hamur daha çok su alır. Şu soruyu yüreklice ve içten cevaplamadıkça bir ileri iki geri yapar dururuz. Faşistlerle, çocuk ve kadın düşmanlarıyla kim yaşamak ister? Hiç kimse! Her geçen gün öfkesi biriken, çıkmazlarda dolanıp duranların olduğu bir ülkede mutlu ve mesut bir gelecekten bahsetmek olsa olsa saf dillilik olur! Dış güçler, diye bir şey yoktur. Düşman da dostta içerdedir, inanmıyorsanız dönüp bir etrafınıza bakın, her gün alış veriş yaptığınız esnafa bakın, size selam verenlerin gözlerinin içine derin derin bakın. Bu yazdıklarım güneşin sıcaklığı kadar gerçektir. Bu toplumu, düşmanca politikaların sonucu buraya getirdiğini inkar edenler ve lafı dolandırıp demagoji yapanlar ve sürekli “ama” diyenler getirmiştir. Çözümsüzlükte ısrar edenlerin sonuçlarıdır yaşadıklarımız.

Konya’daki katliama giden yolun taşlarını iktidar ve onun ortakları döşediğini kim inkâr edebilir? Her gün düzenli olarak TV kanalarında hedefe konulan Kürtler ve söz hakkı bile tanımayan bir zihniyetten ne bekleyebilirsiniz? Hiçbir şey. Özelikle faşist ve saplantılı Perinçek cephesi ateşi harlamak için elinden geleni ardına koymayarak katliama giden politikaların ateşli savunucusu olmuştur. Halkta hiçbir karşılığı olmayan bir yapılanmanın bu kadar etkili oluşu devlet kurumlarından sınırsız desteğinin en somut kanıtıdır. Katliamın baş sorumluları kimdir/kimlerdir? Katil hala neden yakalanmamıştır? Profesyonel olduğu her halinde belli olan tetikçiyi kimler koruma altına aldı? Sabah akşam güçlüyüz propagandalarının yapıldığı bir ülke de katliam yapan bir tetikçi hala yakalanmayışını ne yormalı? Diyorlar ki katil bizim katilimiz, onu korumakta bize düşer!

İşte bunların tüm cevapları Ergenekon ve iktidarın ittifakında saklıdır. Faşist ve nefret dillerini her fırsatta zehirli bir yılan gibi açığa vuran, dile getiren ve ülkede çıkarmak istedikleri kaostan beslenen bu yapılanmalar; adaletin karşısına çıkarılıp hesabı sorulmadığı sürece, kanlı planlamalarına yeni katliamlar ekleyip duracaklardır. Ve bu durum sürekli kendini güncelleyip koruyacaktır! Aksini iddia edenler, olayı basit bir adli vaka olarak kamuoyuna lanse etmeye gayreti içinde olanlar, faşist cephenin içinde nemalananlardır, onları “iyi” tanıyoruz.

İkiyüzlülük ve pişkinlik ülke yönetiminde bulunanlar için normal ve sıradan bir olaymış gibi karşılanıyor. Bu pişkinliği sosyal medya mecralarında halkın seçtiği vekiller icra ediyor, faşizm her yere sızdığını yıllardır dile getire getire dilimiz de tüy kalmadı. Utanmayı unutmuş bir kitleden bahsetmek, kokuşmuş bir çukura bakmak ve konuşmak gibidir, yüzünüze sadece leş kokusu vurur. 7/24 HDP’ye saldıran ve halkta bir karşılığı olmayan “karanlıkçı” faşist yapılanma deşifre edilip, Kürt halkının üzerinde oynanmak istenilen katliam oyunlarına karşı çok dikkatli ve ayık olmak gerektiğini bu sistem bize defalarca göstermiştir ve en acı gerçeğiyle, ölümle! Bir tarafta karanlıkçı faşistler diğer tarafta sarıklı faşistler ortada duran parselci provokatörler: Türklük sözleşmesi adı altında büyük katliamlar planladıklarını görmeyenler, buna susanlar, kulaklarını kapatanlar; suça ortak olacaklarının umarım farkındalar. Şimdi gür bir sesle katledilen Dedeoğlu ailesinin hesabını hem insan hakları çerçevesinde hem de hukuki yaptırım çerçevesinde sormadığımız her dakika, hesap sormayı pratikleştirmediğimiz sürece katiller kapılara dayanmaya devam edecektir.

Eğer vatandaşın elinde kendini savunacak olanak varsa savunmalıdır, diyen dönemin başbakanı şimdilerde tek adamcılık oynayan şahsın sözünü hatırlatmak fayda görüyorum. Buradan yola çıkarak diyoruz ki; “Bir vatandaş olarak kendimizi korumak için elimizde hangi imkân ve araçlar varsa kullanmaktan geri durmayalım”. Dün Dedeoğlu ailesi bugün başka bir aile yarın başka bir isim. Irkçı katiller ve onları sevk ve yönetenlere öfkeniz azalmasın, yüreğiniz soğumasın. Unuttursak onca yapılan zulmü bir arpa boyu bırakın ilerlemeyi, ne zaman katledileceğiz, diye oturup bekleriz. Mahkemeler hiçbir zaman Kürtlerin hakkını savunmak için toplanmamıştır, onları cezalandırmak, sindirmek için toplanmıştır. Size yüzbinlerce haklı davaların mahkemelerde nasıl da haksız sonuçlara vardıklarını sıralaya bilirim. Alın size Mehmet Emin Özkan, davası!

Tıpkı Ermenilerin, Rumların malına-mülküne çöktükleri gibi şimdi de Kürtlerin taşınmaz varlıklarına göz diktiklerini katledilen Dedeoğlu ailesinin yakınlarından öğreniyoruz. Yaşar Abi’ye ‘evini bize ver çık, seni burada barındırmayacağız’ demişlerdi. O mahallede tek Kürt aile de Yaşar Abilerdi[1]. Mala çökme, gasp, talan, yağma alışkanlıkları bin yılda geçse terk edemedikleri bir alışkanlığa dönüşmüştür. Suriye de ne kadar yobaz, ırkçı, faşist, gaspçı varsa kol kola, omuz omuza yürüdüklerine şahit olmadık mı? Deniz Poyraz’ın acısı dinmeden hesabını sormadan gözümüzü başka bir katliama açtık. Yarın katledilen olmamak için gür ve sarsıcı bir sesle ırkçı katillerin ve onların sahiplerine buradayız, burada olmaya devam edeceğiz, diye bağırmalıyız!

Öyle anlaşılıyor ki devletin “karanlıkçıları” Dedeoğlu ailesi şahsında Kürtlere ve onların dostlarına sizi katlederim mesajını veriyor. Gerçek olan şu ki “iş huzur içinde” çözülmeyeceğinin en net mesajıydı yapılan katliam. Çözüm bizde saklı, başka yerde aramaya gerek yok. Çözüm yüreğimizde yatıyor, çözüm yaşadığımız gerçeklikte yatıyor. Kürdistan’ın yakın tarihine bir göz gezdirdiğimiz de bile her şey apaçık ortada. Direnmeyi bilen bir halkı dize getireceklerini sananlara, kendilerini darı ambarında gören aç tavuğun hazin sonunu hatırlatalım.

Yaşar Dedeoğlu,

Barış Dedeoğlu,

Serpil Dedeoğlu,

Serap Dedeoğlu,

İpek Dedeoğlu,

Metin Dedeoğlu

Sibel Dedeoğlu

[1] https://bianet.org/bianet/nefret-soylemi/247981-burayi-terk-etmezseniz-sizi-oldurecegiz-diyorlardi?bia_source=twitter&utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter

İlginizi Çekebilir

Seydi Fırat: NATO Zirvesi ve Türkiye’nin Kürt soykırımı için destek arayışı
Uğur Güney Subaşı: Uyuşmak istiyoruz artık!

Öne Çıkanlar