Çayan Okuduci: Hepimiz Erdoğanzedeyiz!!!

Yazarlar

Ne söylesek? Ne yazsak? Nereye koşsak? Hafızamızın hangi çukurunu açıp içine girsek, biraz nefes biraz soluklanmak… Ve kaldığımız yerden daha güçlü silkelenip devam etmek için nelerle başa çıkmalıyız? Ya da direnç göstereceğimiz, başa çıkacaklarımızdan haberdar mıyız? 6 Şubat sabahı devletin ve ona bağlı kuruluşların kıpırdayamadığı, yetersiz kaldığı ve suçluluğun verdiği saldırganlıkla tavırlarını teşhir edişlerine tanıklık etti. Daha ilk günde her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırıp her zamanki gibi sınıfta kaldıklarını acı ve öfkeyle tecrübe ettik. İktidarın becerisizliği, kibri ve korkaklığının bedeli ağır oldu. Yüzbinlerce insan enkaz altında kaldı ve saatlerce-günlerce kurtulmayı beklediler, kurtulanlar ağır travmalarla dolu bir hafızayla açlıkla, soğukla, acıyla direniyor. On binlerce değil yüz binlerle ifade edebileceğimiz insanlar yönetimsizliğin, rantın “kurbanı” oldu, gerçek bu!

Toplum olarak yas tutuyoruz. Her evde bir matem ve yas atmosferi olduğunu az-çok kestirebiliriz. Saray’da bir matem ve yasın olduğuna nedense hiç inanmıyorum, çünkü deprem bölgesinde karanlık dehlizlere gülücükler saçan iktidar mensupları ve lideri TV’lerin karşısına çıkıp tehditler savurması beni bu sonuca götürüyor. Adım gibi biliyorum 1000 odalı Saray’da hep birlikte toplaşıp nasıl seçimi kazanabiliriz, atmosferi nasıl lehimize çevirebiliriz, diye fikir yürütüyorlar. Esasında enkazın altında kalan bir ülke gözlerinizin önünde belirsin, depremden önce şahsım’ın devlet ekonomisi ve yönetimi bizi dolar kurunun, euro’nun, enflasyonun enkaz altında bırakmıştı. Sadece yaşıyorduk, sırtımıza bindirdikleri vergilerle, faizle, enflasyonla işimiz gücümüz gece gündüz çalışıp sarayın ihtiyaçlarını karşılamak oldu ve hala öyle devam ediyor! Bakınız sadece şahsın koruma masrafı milyonlarla eşdeğerdir. İkinci ve büyük felaketimiz olan Mereş merkezli art arda gelen iki deprem ise halkça dizlerimizin üzerinde durmaya çalışırken bizi komple enkazın altında bıraktı.

Darbelenen hayatlar, çürük duvarların enkazıyla paramparça oldu. Ömrü boyunca çalışıp didinen insanlar bir gece ansızın hem emeklerinden hem de hayatlarından oldular. Nereden ve nasıl başlayacağız bilemiyorum, acının dili lal, birikmiş öfkemiz, cevapsız sorularımız dağ gibi sapasağlam karşımızda duruyor. Nereye dönersek dönelim yakılan Kürtçe, Arapça ağıtlar, Türkçe haykırışlar tozu ve kokusuyla hala kulaklarımızda bangır bangır bağırıyor. Kendimizi hangi evrenin boşluğuna şuursuzca bıraksak O gözler gelip bizi buluyor. Bulsun da, huzurumuzda kaçsın, öfkemiz bilensin, sabrımız bizi zorlansın, aklımız kabul etmesin ve teslim olmasın olan bitene.

Öyle görünüyor ki herkes kendi başının çaresine bir yerden sonra bakacak gibi, daha önce bunu 99 depreminde yaşamıştık. Şüphesiz vicdan sahibi insanlar dayanışmayı kesmeyecektir, kim nereden neyi tutarsa kim nereye yetişebiliyorsa oraya koşacaktır. Yükümüz çok ağır, bize daha fazla yük olanları da ilk fırsatta sırtımızdan atıp yolumuza devam etmeliyiz. Beton ve demirden beslenenler daha fazla zenginleşeceği yeni bir ortamın kapılarını araladıklarını farkındalar, kurttur bunlar puslu havayı severler, sulandırmayı iyi becerirler. Yaşadığımız şu felaket için birileri çıkıp “Allah’ın lütfu” derse hiç şaşırmayacağım. Çünkü sistem ve tek kişilik rejim sürekli birilerine lütuflar gönderip ihya ediyor. Bir süre sonra şovlar başlayacak, göstermelik yardımlarla insanların onurlarıyla oynayacaklar, dilenci muamelesi yapacaklar, çünkü yaşadığımız toplumun kodları ve pratiği bu.

Şimdiden başladılar acının şovunu yapmaya, mağdurların ve depremzedelerin haykırışlarının altına acıklı müzikler koymayı, hatta birileri çıkıp yazarak sömürmeye başladı bile. Yardımda ve dayanışmada hızlı oldukları kadar sömürmekte baya bir mahirdir olgunlaşmamış edebiyatçılarımız!

Depremde tüm yakınlarını kaybedenlerin intihar haberleri gelmeye başladı. Bunun önüne geçmek için hem toplumsal duyarlılığa hem de psikologlara çok ciddi ihtiyacın olduğu ve fazla mesainin hepimizi beklediğinin farkındayız. Büyük bir yıkımdan sonra insanların acı karşısındaki direnci ve tavrı tamamen çöküp; hiçleşen duygunun ve düşünce biçiminin hayatlara yansımasının sonuçları sert ve kaba oluyor. Birçok felaketi üst üste yaşayan, gören tanklık eden hayatlar hangi dalı tuttuysa elinde kalmadı mı? Gelen sömürdü giden enkaz bırakıp gitti. Bunu değiştirmeliyiz, hesabını da en ağır biçimde sormalıyız ki gelen de giden de haddini bilsin.

Klein’e göre kişi kayıp sonrasında yoğun anksiyete yaşar ve bununla başa çıkmada yardımcı olan şey içeatımdır, diyor. Yine Çin’de depremden sonra yapılan araştırmalarda ileri yaş ile kronik yas arasında ilişki olduğu desteklenmektedir ve ileri yaştaki kişilerde yas belirtilerinin ve sürecinin daha ağır olduğu belirlenmiştir (Li, Chow ve Shi, 2015; He Tang, Yu ve ark., 2014). İçimize attığımız onca kayıp acısıyla başa çıkmak öyle kolay olmadığı yaşadığımız bu yetersizlik ve vurdumduymazlık; toplumsal desteğin muazzam katkısıyla ve yas tutma sürecinin kolektif bilinçle iyileştirici olacağı su götürmez. Misal depremden sonra tüm aile birlerimiz bir arada durunca travmanın üstesinden daha kolay gelebiliyor. Telefonla görüştüğüm büyük ailemin sürekli iyiyiz, bir şey yok şimdilik, hepimiz bir aradayız, söyleminin iyi geldiğini hissediyorsunuz. Yani karanfiller elden ele…

Taş üstünde taşın kalmadığı, o çok güvenilen koca koca apartmanların tuzla buz olduğu. İki yıllık, üç yıllık binalar, siteler ince bir kâğıt tabakasına dönüşüne izlediğimiz videolarla şahit olduk. O çok güvenilen yüksek katlı apartmanların ve rezidansların hiçte güvenli olmadığını, küçüğünden büyüğüne herkesin bir şekilde göz yumduğu, sessiz kaldığı sürecin bedeli, yıkımı ortada. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki balık baştan kokar, şüphesiz ki bu kokunun sahibi iktidarın taa kendisidir. Halk felaketin “kurbanıdır”, iktidar felakete giden yolun taşlarını döşediğini kim inkâr edebilir? İktidar ve onun rantından beslenenler, halkın emeklerine çökenler inkâr eder, kader der, fıtratla savunma yapar. Ki zaten Erdoğan sürekli-durmadan pompaladığı “kader planı” ve “mukadderat” söylemiyle kendini aklamaya çalışmasını trajik bir şekilde izliyoruz. Kılıçdaroğlu’nun da ifşa ettiği sarayın “vitaminsiz goebbelsi” akıllara zarar bir videoyla algı operasyonuna girmesi birçok şeyi özetliyor zaten. “Asrın Felaketi” söylemi ve propagandası giriş gelişme ve sonucu öngörmemiz için ciddi bir delildir.

Esasında “Asrın Felaketi” yıllardır yaşadığımız topraklarda cereyan ediyor, Erdoğan ve onun küçük-büyük müttefiklerinin pratikleriyle iliklerimize kadar felaketi yaşadık hala da kesintisiz yaşıyoruz. Kendisinden olmayan kim varsa düşman gözüyle ve kibirle bakan. Tepkileri Namussuz, şerefsiz, haysiyetsizler, diyerek baskılamaya çalışması, saldırganlaşmanın altında yatan gerçeğin bal gibi korku olduğunu biliyoruz. Belki ilk defa bu kadar geniş bir halk kitlesiyle topyekûn bir tepki ve öfkenin varlığından söz edilebilir, artık bardak birileri için de taşmaya başladı. Hesap vermesi gerekenler hesap soruyor, istifa etmesi gerekenler tehditler savuruyor. Bu kadar pervasız ve gücün zehrine kendini kaptıranlardan başka ne beklenir?

Ölmediğimiz için herhalde özür bekliyorlar. İlk 48 saatte yerinden kıpırdamayan, enkazlar altında kurtulmayı bekleyen yüzbinlerce insan orta yerde can çekişirken; dayanışmaya koşan insanlar terörist, provokatör, vatan haini oldular.

Maraş merkezli ikiz depremin üzerinden 16 gün geçti. Ölümler her dakika artıyor ve resmi açıklamalar gerçeği yansıtmadığını bal gibi biliyoruz, en son AFADın açıkladığı ölüm 41 bin 156. Bölgede gelen ve orada çalışma yürüten gönüllerle, bağımsız vicdan sahibi gazetecilerin söyledikleriyle çok derin bir uçurumun olduğu ve sayısının açıklananın çok çok üzerinde olduğudur. -Zaten Antep koordinasyon valisi itiraf etti- Ölümleri kayıt altına almadan gömülen on binlerce insanın olduğunu da belirtelim. Kefensiz, yıkanmadan, dua-sız ve kimliksiz gömülen on binlerce insan! Azap dolu günler yaşıyoruz, artık enkaz başında yakınlarının tek parça olarak çıkması için dua ediyorlar, yüzbinlerce insanın öfkeli sesi muhakkak ki şahsın iktidarını bulacak ve kulaklarında yankılanacaktır. Ama bugün ama yarın mutlaka O ses yerini bulacaktır. 15 gün uzun bir süredir, bu geçen 15 günde felaket üstüne felaketler yaşadık. Akılara zarar görüntüler gördü gözlerimiz, yapılan açıklamalara ne kulaklarımız inanmak istedi ne de vicdanımız kabul etti. Günlerce uğramadıkları yerlere, görmek istemedikleri, sağıra oynadıkları yerlere gönüllülerin HDPnin ve CHPli belediyelerin yetişmesinden kaynaklı hazımsızlık sorunu yaşayan bir yönetimle karşı karşıya olduğumuzu neler yapabilecekleri ortadayken kim/ler, nasıl inansın güvensin? Dramı ve ölümleri bir şova çevirmek için boşluk kollayan iktidar, çevresi, destekçisi ve basınıyla bu enkazın kalmayacağını hepimiz gayet iyi biliyoruz.

“Mucize kurtuluş-lar”, diye son dakika haberleri veriliyor, şüphesiz ki insan olan herkes bu “mucize kurtuluşlara” sevinir ve umut dolar yüreği. Gelin görün ki “mucize kurtuluşlar”ın altında yatan gerçeğin ağır yükü şimdilerde görülmeye bilir, o gerçeğin altında yatan, yürek yakan ve her ne pahasına olursa olsun hesap sorulması gereken koskocaman bir şahsım becerisizliği yatıyor. Kibir ve aşağılama dışında elinde bir şey kalmayan hükümetin içine düştüğü acizliğin az-çok herkes farkında, iktidar da bunu iliklerine kadar yaşıyor. Ülkenin dört bir yanından yardıma koşan insanlar iktidar tarafından engelledi, kendi imkânlarıyla yarattıkları dayanışma ağıyla sessizlere ses, acılarına bir nebze derman olanlar engellendi, hafıza bunu unutmayacaktır. Alkışlanması ve desteklenmesi gereken bu sivil dayanışma ağları, iktidarın tekeline aldığı kolluk kuvvetleri tarafından engellemesinin açıklaması nedir? Krizi çözecekleri yerde krizin derinleştirmenin manası nedir? Çok manası var, çok. Çürüyüşlerini üstünü örtmek, basiretsizliklerini gizlemek, kamuoyuna karşı güçlüyüz mesajı vermek, tüm yardımların AFADın tekeline alıp yandaş dernek, tarikat ve vakıflar aracılığyla halka ulaşıp kendini paklamaktır dertleri. Kendi iktidarları için yapamayacakları bir şey kaldı mı?

İnsanların canla-başla topladığı yardım tırlarına AFAD’ın el koyması. Dayanışma için yola çıkan yüreği büyük gönüllülerin devlet içine çöreklenmiş karanlık odaklar eliyle yağmacı olarak hedef gösterilip, daha sonra ölümüne işkencelerden geçirilmesini hangi akıl izah edebilir? Halk neden devlete ve onun kurumlarına güvenmez? Yardım ve dayanışma içinde olanlar/olmak isteyenler neden tercihini iktidara mesafeli, sırtını iktidara yaslamayan sivil ve bağımsız platformlara göndermek istiyor? Her şeyin cevabı ortada daha önceki deprem paralarının nasıl yalanıp yutulduğu, yandaşlara nasıl servis edildiğini defalarca okuduk ve

kendi ağızlarıyla da itiraflarını dinledik. Deprem paraları nerede, diye soranları da parmaklarını sallayarak tehdit etmekten kaçınmadılar.

Erdoğan kendisini eleştirilere karşı sarf ettiği şu üç kelimeyi bir kez daha hatırlayalım; “namussuz, haysiyetsiz ve şerefsizler”. Şu okuduğumuz üç kelimeden sonra yani 9 Şubat’ta Hayat’da bir depremzedenin habercilere isyanını buraya bırakıyorum; “Yok, yok. Orda kaldılar. Kime isyan edeceğim ben bunu? Kim bunu iletecek? Yok mu abi biriniz, iletin şunu ya. Allah için şuraya gelsinler ya. Nerede, abi nerede? Söyle bana sen Allah’ın kulusun. Şundan başka iş makinesi var mı mahallede? Daha kaç gün oldu. Pazartesi diyelim, Salı, Çarşamba, bugün Perşembe. Bir tane iş makinesi gelmedi. Cumhurbaşkanı nerede? Bakanlar nerede? Vali nerede? Kızılay nerede? AFAD ekibi nerede? İş makineleri nerede? İsyan ettirmeyin. Kız kardeşim, eniştem, yeğenim, baldızımın kızı, eşi torunu…

Hepsi göçük altında, kız kardeşimi dün aldım defnettim. Bana ne dediler biliyor musunuz? Bakın ısrarla söylüyorum. Dün bana kız kardeşimin cenazesini verdiler, bana dediler ki kardeşim cenazeyi al, götür defnet. Dedim ki arabam yok. Dediler ki biz sana yardımcı olamayız. Dedim, nasıl yardımcı olamazsın hani devlet? Dediler, ambulans yok, yetişmiyor. Peki, AFAD nerede? Kızılay yok, polis nerede? Benim cenazemi neden götürüp taşımadınız? Ben götürüp araba kiraladım, benzini koydum mezarlığa götürdüm kardeşim.” Dört gün depremin üstünden geçmiş, depremzede haykırıyor. Haklı olarak haykırıyor, isyan ediyor. Bu kadar zulüm, haksızlığa, sorumsuzluğa isyan edilmesinde ne yapılsın Allah aşkına? Keza yine Adıyaman’da günler sonra AFAD ve Soylu foto çektirip hiçbir enkaza dokunmadan çıkıp gitmesini depremzedelerin ağzından duyduk. Yine Maraş’ta olan bitenler diğer yerlerden faklı değildi. Feryat figanlar arasında göz göre göre yitip giden hayatların çığlıkları kulaklarımızda kaldı. Umarım bu çığlıklar sorumluların kulaklarında asla silinmez ve peşlerini bırakmaz. Sizin anlayacağınız kaos ve öfke yeni başlıyor ve önümüzde yıllara yayılacak bir dayanışma bizi bekliyor. Halkın halktan başta dostu kaldı mı?

İlginizi Çekebilir

Ömer Çiftçi: Ukrayna Savaşı’nın bir yılı
Günay Aslan: Sonsuz boşluk…

Öne Çıkanlar