Bu aralar havalar çok bozdu. İnsanlar epeydir bozmuş durumda, aklın sınırlarında sabır yoklatılıyor. Provokasyonlar, gelgitler, bağırışlar, yersiz özgüvenler, kriptolar, böl ve parçala pratikleri… Liste uzayıp gider. Kolay değil durmadan çarpışmak, sürekli öfke nöbetlerine tutulup kriz geçirmek, ne ruh kalır ne de sinir. Bir taraftan “solcu” olduğuna inan ve bunun üzerinden bağırıp çağıran gürültü koparan bir grup azınlık. Diğer tarafta kendini her türlü tüketmiş siyasal İslamcıların hezeyan dolu pratikleri ve uygulamaları. Kulakları tırmalayan, kafaları karıştıran sadece gürültüden ibaret varlıklarıyla ortalığı velveleye verip hedef saptıranları nereye koyacağız? Yoksa varoluşları bunun üzerinden mi karşılık buluyor? Büzüşmüş, umudu darbelenmiş, elleriyle tutmaya çalıştığı dalı da çürümüş olan toplum. Kof sloganlarla gazı boşaltmak, öfkeyi ehlileştirmek ve kurusıkı atanların çıkardıkları sese bakıyoruz: Kuru Gürültü. Üstüne yavuz hırsız misali çıkardıkları kof gürültüyü Twitter üzerinden retweet ederek ergen çocuklar gibi dikkat çekmeye çalışmaları da cabası. Zübük aklıma geldi, gerçi Zübük’ü Erdoğan’a benzetseler de bir retweet örgütü olarak TİP aklıma gelmiyor da değil. Zübük’ün masada bağırıp çağırmasını gözlerimizin önüne getirelim.
İktidarın ballı-kaymaklı işlerinde mahir olanların, o kuyruktan tutmuşların ağırlığını ve kirini kendi omuzlarımızda hissediyoruz. Onlar bağırıp çağırıyor. Bu yükün altında ezilen milyonlarca insanın sabır taşının çatladığını kim inkâr edebilir! Şöyle bir metroda, bir otobüste, bir minibüste yolculuk yapın ve insanların gözlerinin ta içine bakın. Göreceğiniz tek bir gerçek olacak; feri sönmüş milyonlarca göz. Artık taşımaktan ve sürünerek çekmekten bitap düşmüşlerin gerçeğini, yüzlerine vuran ifadelerinden anlıyoruz. Yama üstüne yama da iş görmüyor, sökükler çoğalıyor, bugünün dikişi yarına yetişmeden patlıyor. O kadar hızlı akıyor ki hangi yalanın, hangi zulmün çetelesini tutacağımızı çoğu kez kaçırıyoruz. Halka hizmet aşkının nasıl da paraya, güce, işkenceye, yoksulluğa, kibre, despotluğa dönüştüğüne halk olarak tanıklık ettik. İliklerimize kadar hissettik. Hayatımızın kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş bu zulüm sisteminden kısmi de olsa kurtulma şansına sahip olmak belki bunca şeyi katlanılır kılıyordur. Hastalıklı, zora dayalı, tek taraflı bir birliktelik yaşıyoruz. Ayrılık kanlı olmasın, ne onların ne de toprağın olalım istiyoruz.
Bize yakışan özgürlüktür. Bunların pratikleri ne aşktır ne de hizmettir, bunun adı düpedüz sömürüdür. Şiddet sever, yobaz, anti-özgürlükçü, dinci bir sistemin ete kemiğe bürünmüş haliyle mücadele ediyoruz. Canlar verildi, zindanlarda bir ömür bitirildi, direnildi ve hala sürüyor savaşımız. Perulu şair Luis NIETO devrim şehitlerine adadığı “bu şarkı devrim yiğitlerine adandı” şiirinin dizelerinde şöyle diyor; “Kiralık tabancalar ateşlendi ansızın/Daha dün gibiydi, gencecik döküldüler/Aralı dudaklarında bir mutlu gülümseyiş vardı/Çizgi çizgi özgürlüktü parıldayan yüzlerinde.” Yakın geçmişi hatırlayalım nasıl da meydanları kan gölüne çevirdiklerini, toplu katliamlar yaptıklarını, kitlesel olarak gözaltı, işkence ve dolup taşan cezaevleri iktidarın nişanesi ve sembolü. Parıldayan gözlerin ışığına ve aşkına düşmanlık bunların hamurunda fıtratlarında var. Nasıl ki korku bir virüs gibi yayılıp tüm toplumu etkisi altına aldıysa cesaret ve direnişte panzehirdir. O panzehir senin koca yüreğinde, direngen anaların gözlerinde gençlerin pırıl pırıl zekâlarında mevcuttur.
Ulusalcı, Kürt halk düşmanı, kafatasçı faşist Ergenekon’un yeni yuvası TİP midir? TİP üzerinden HDP’ye operasyon çekme gayreti içinde olanlar ve onların HDP içindeki işbirlikçileri kendilerini darı ambarında mı görüyorlar? Gecesi gündüzü direnişle geçen kırk tane Osmanlı oyunu görmüş. Ve yeni cumhuriyetin teşkilatlarından, tezgâhlarından geçmiş dünyada hatırı sayılır bir varlık mücadelesini nakşetmiş ve ezilen halklara bu görkemli mücadeleyi armağan etmiş halkı üç-beş kof çıkışla parçalayacaklarını düşünenlerin hazin ve hezeyan dolu sonlarını görmüyorlar mı? TİP projesinin ilk gününden bu yana mutfakta olanların deşifresini, amaçlarını anlatmaktan dilimizde tüy bitti. Neyse ki kendi ağızlarıyla kendilerini açığa çıkarmaları, saklı tuttukları gündemlerini dile getirmeleri, idealarımızın ve öngörümüzün karşılığı olarak okuyabiliriz. Retweet örgütünün akıllısı çokbilmişi ve mahkeme şovlarının aranan adamı Ahmet Şık’ın, HDP’ye kazdığı çukura düşmesini hep birlikte dinledik. Sömürülen bir halka “faşist” demek anca Ergenekon aklına sahip olmakla açıklanabilir. Şık ve ulusalcı yoldaşları Zübük’ün Türk tipi solculuğunun özetidir. Ahmet Şık baya bozdu. İçeride yattığı yıllar kendisine ağır geldiği her halinden belli olan Şık’ın, siyasetin ateşten bir gömlek olduğunun farkında olmaması, olmadığının kanıtıdır. Omuzladığı yükün altında ezilerek rotasını şaşırmasını neye yormak gerek? Saklı tutulan düşmanlığı kaderin tatlı bir cilvesi olarak mı görelim? Şık’ın ilk siyasal operasyonunu Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği üzerinden yaptığını hatırlatalım. Ne diyordu parmak sallayan Şık: “Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Alevi olmasını Türkiye toplumu ve siyaseti için bir mesele olduğunu kavrayarak hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.” Yoksa kibir ve özgüven patlaması yaşayan Şık’ın rotası hep bu muydu? Şık ve yoldaşlarını başımıza bela eden kim/ler? Ayhan Bilgen ve Altan Tan’dan sonra Ahmet Şık nedense kimseyi şaşırtmadı. Şaşıranlar TİP ittifakını savunanlar oldu, sessizce ellerini hava kaldırıp çömeldiler yerlerine.
Yıllardır sürekli topluma pompalanan “emanet oy” muhabbetini gündeme taşıyan TİP’lilerin ve Ergenekon’cu tayfanın umutlarının kursaklarında kalacağını şimdiden ilan etmiş olursak Şık’ın pervasızlığına, hastalığına düşmüş olur muyuz? Düşmeyiz, çünkü tecrübelerimiz ve yakın siyasi tarih bizi rahatlıkla buraya getiriyor. TİP’in neler yaptığını görüyorsunuz değil mi? Hala gizli gündemlerinden bihaber hareket edenlere buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletelim. Bu geçmiş olsun dileğimizi en başta HDP’liler duysun. İttifakta ısrar edenlerin kulaklarına küpe olsun. TİP’in içinde faaliyet yürüten duyarlı, emekçi, çalışkan ellerin daha fazla zehirlenmeden özgürlükçü ve demokratik bir tepkiyle tavır takınmaları bekliyoruz, özellikle büyük metropollerde yaşayan Kürt gençleri bu tuzağın farkında olması gerekiyor. Hadsize had bildirmeyince böyle şeyler oluyor. İnkâr edilemez boyutta tarihi bir süreçten geçiyoruz, bu süreçte üstümüze düşen görevi yerine getirmenin tam zamanıdır. Üç gün dikkatle takip edilse zihin dünyalarının nereye ve neye hizmet ettiği anlaşılacak olan bu eski zihniyetin yeni yüzlerine, çok yakın siyasi tarihten bir ders hatırlatalım: ÖDP’ye neler olduğunu, nereden başlayıp nereye vardıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Solculukla, özgürlükle başlayan yolculuklarının sistemin içinde nasıl bir aparata dönüştüğü bize TİP’in ve onun etrafında kümelenen azınlığın profilini de veriyor. Çok değil, seçimden hemen sonra birer birer Perinçek’e nasıl dönüştüklerini göreceğiz, okuyacağız. Şunun şurasında ne kaldı ki? Şimdi birkaç yıl öncesine gidelim ve tertemiz bir başka örnekle HDP’ye Dersim’de çekilen operasyonu hatırlayalım.
Bu aralar eski popülerliği kalmasa da ara ara FOX ekranlarına çıkarılan, gündemi doldurmak için davet edilen, kimsenin de pek fazla ilgilenmediği “komünist Başgan” olarak bilinen Dersim Belediye Başkanı Maçoğlu süreci, TİP’in şimdiki söylem ve pratiklerine benziyor. Devlet eliyle böl-parçala sonra çürütüp salla çöplüğe. Devletin karanlık ve kanlı elleri sürekli HDP’nin geldiği gelenekte var oldu. Ele geçirme arzusu ve motivasyonuyla durmadan çalıştı, kırk film ve kumpas çevirdi ama nafile. Yetmedi sindirmek için elindeki tüm araçları kullandı. Yetmedi öldürdü. Doymadı tüm bir aileyi zindanda tutsak ederek vahşi ve barbar suretini aralıksız gösterdi, göstermeye devam ediyor. Olmadı, başaramadı ve başaramayacak. Bu halk özgürlüğe inanmış bir kere, başkaldırmak geleneğinde zihninde hep var olmuştur. Yaralı ve hırpalanmış bir halkın özgürlük tutkusu sizin işkencelerinizden, sizin kripto parti ve particiklerinizden daha güçlü ve köklüdür. Hafif rüzgârlar estiren küçük adamlar, kişilikler bilmezler mi kasırgalara karşı dimdik ayakta kalmış Kürt halkını ve onların samimi dostlarını?
HDP’nin geldiği siyasi geleneğe çekilen operasyonları herhangi bir partiye çekseler bırakın partiyi, tabelası bile ortada kalmaz, esamesi bile dile gelmez. Mansur Yavaş’ın solculuğunu tahayyül etmek isteyenlerin, TİP’in bazı bölgelerde çıkardığı adaylara bakmalarını öneririm. Barış Atay’ı harcayanlar bize TİP’in geleceği hakkında çok şey söylüyor. Sistem TİP’e büyük sözler söyletiyor, algı yaratmak için epeyce danışmanlık yaptığı da ortada.
Tıpkı ilk aşkın verdiği sevinç, hüzün, keder ve kaçınılmaz son olan ateşten bekleyişin dayanılmaz ıstırabı içinde 14 Mayıs’ı bekliyoruz. Yanmış bu halk, su tutan yok, nefes veren yok. Hayatlarımız, özgür geleceğimiz aptalların ve basiretsiz siyasilerin elinde heba oluyor. “Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca “dur!” diyen olmaz artık”. Okuduğumuz dizeler Bertolt Brecht’in “Zulümler Yağmur Gibi Yağmaya Başlayınca” şiirinden. Zulümler yumurta büyüklüğünde dolular gibi üzerimize yağdı. Maalesef yaşadığımız toplumun ikiyüzlülüğü ortada. Sürekli çıkar odaklı refleksleri, bir köşe kapmaca durumu, büyük ya da küçük bir parça “koparmak” arzusunu hep canlı ve diri tutmuş olması bizi bu günlere getirmedi mi? Koparmak kelimesi esasında bu ülkenin kültür ve geleneğinde her dem kendine yer bulmuştur. Yağmur gibi zulümlerin sonunu getirmek istiyorsak kendi evimize dönmemiz gerektiğini söylemekten de vazgeçmeyeceğiz.
Bir oy Kılıçdaroğlu’na bir oy kendimize vereceğiz. Sandıkta iktidardan ve onun ortaklarından intikam alma zamanı geldi geçiyor. Nasıl ki İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok büyük şehrinde Kürt’ün direnişi, politik bilinci ve tokadıyla tanışılarsa, 14 Mayıs günü sandıkta bir kez daha Kürt’ün sillesiyle buluşacaklarından o kadar eminler ki bir ateştir tutuşturmuş her yanlarını. Fırsat buldukça, sürekli Özgür Basına ve geleneğine saldırılmalarının nedeni budur, suratlarında hissedecekleri tokat. O vakit içeride tutulan tüm tutsaklar için. Hakkı hukuku ayaklar altına almış analar babalar için. Öldürülen çocuklar için. İşkencede uzuvlarını ve bedensel bütünlüğünü kaybetmiş insanlar için. Adliye kapılarında adalet nöbeti tutan Emine analar için. Cezaevinde kalamaz raporlarına rağmen içeride tutulan hasta tutsaklar için. Cumartesi Anneleri için. Rabia’lar ve Ceylan’lar için. Kadim kültürümüz ve dilimiz için. Bas tokattı ki bir daha doğrulmasınlar.