Cem Avşar : İnsanımız çürüyor, çürütülüyor; Bizim sorumluluğumuz benliğimiz saran bu çürümeden kurtulmak

GündemPolitika

Demokrasi Ve Atlım Partisi  (DEVA) Genel Başkan Yardımcısı  ve Tekirdağ Milletvekili  Cem Avşar’dan  Sarı Kart Uyarısı: “31 Mart  Yerel seçiminde iktidara  dur diyemezsek, bugünü mumla  ararız!”

”Ortada bir çürüme ve yozlaşma varsa bunun tek sebebi Erdoğan’dır diyemeyiz. Şüphesiz ki onun payı fazladır ama müsterih olarak “toplum masumdur” diyebilir miyiz? Bütün bu yozlaşmayı tek bir nedene bağlarsak kendimizi aklamış olmaz mıyız?”

 

Ahmet Külsoy 

Sayın Cem Avşar yerel seçimler için geri sayım başladı. Deva Partisi olarak yerel yönetim seçimlerinde nasıl bir kampanya yürüteceksiniz? Farklı bir stratejiniz var mı?

  • Seçim için özellikle çalıştığımız stratejiden ziyade bir yol haritamız olduğunu söyleyebilirim. Orada da kutup yıldızına bakıyoruz. Biliyorsunuz kutup yıldızının ekseni dünya ile hemen hemen aynı doğrultuda olduğundan, diğer gökcisimlerinin aksine gün boyunca yer değiştirmediğinden tutarlılığın ve doğru yönün simgesidir.

 

“Kutup Yıldızı” bir metafor mu, yoksa özellikle birini mi simgeliyor?

  • Bence her ikisi… Tasavvufta “kutub” insan-ı kamil anlamına gelir… 20 yıldır kavgacı bir siyaset tarafından kuşatıldık ve yazık ki toplumu da bu kavganın tarafı haline getirdik. İnsanımızın profili örselendi, erozyona uğradı. Bunu değiştirmek, buradan çıkmak zorundayız. Artık seçimin bir önemi yok. O zaten kendi mecrasında yürüyen bir süreç. A şahsı yerine B şahsının başkan olmasının da bir önemi kalmadı. İnsanımız çürüyor, çürütülüyor. Bizim sorumluluğumuz hepimizi içine alan, benliğimiz saran bu çürümeden kurtulmak.

“Hepimizi içine alan” bir çürüme varsa bunun sebebi nedir? Nasıl atlatılır?

  • İsterseniz önce çürümenin sebepleriyle başlayalım. Evet siyaset toplumu dönüştürdü ama toplum da siyaseti dönüştürdü. Yani “fail” sadece siyasettir, ya da siyasetçidir demek doğru olmaz.

 

Yani toplum kendisini mi çürütüyor?

  • “Fail” tek başına siyasetçi değil, diyorum. Ortada bir çürüme ve yozlaşma varsa bunun tek sebebi Recep Tayyip Erdoğan’dır diyemeyiz. Şüphesiz ki onun payı fazladır ama müsterih olarak “toplum masumdur” diyebilir miyiz? Bütün bu yozlaşmayı tek bir nedene bağlarsak kendimizi aklamış olmaz mıyız? Veya nedenlere sığınıp kendimizi aklamaya hakkımız var mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın  “bize oy vermezseniz hizmet gelmez” mealinde Hatay’da yaptığı talihsiz konuşmayı hatırlayın. Bu son derece yürek yaralayan konuşma bile seçmen tarafından alkışlanıyorsa ve onaylanıyorsa, liderin kendini gözden geçirmesi mümkün olur mu? 6 Şubat depreminde onbinlerce insanımızı kaybettiğimiz bir kentten bahsediyorum. Ateş düşmeyen ev kalmadı… Aileler çocuklarını kaybetti, hala kayıp olan çocuklar var. Bundan öte bir acı var mı? Bu durumda bile tehdit eden bir lider ve bu tehditi alkışlayan bir kitle… Ben protesto edin, tepki göserin demiyorum, ki öyle olsa da bu en çok Hataylı’nın hakkıdır. En azından bu tehdite sessiz kalınabilir veya homurdama olabilirdi. Toplumda hiç tepki olmadığında siyasetçi her eyleminin, her sözünün onaylandığını düşünecektir. Şu anda yaşadığımız bundan ibarettir…

İlginç bir başlangıç oldu. Siyasetçiler genellikle toplumun erdemine güzelleme yapar, onu yüceltirler. “Anadolu İrfanı” mesela… Siz yeni bir şey söylüyorsunuz.

  • Aslında aynayı kendimize tutalım, ya da Sezen Aksu şarkısında olduğu gibi “Masum Değiliz Hiç Birimiz” diyorum. İşin kolayına kaçmayalım yani.

 

Bir deyim var, “Hırsızın hiç mi kusuru yok” diye. O geldi aklıma.

  • Kusurun çoğu hırsızda. Buna katılıyorum. Bir yandan da “çalıyor ama çalışıyor” diyerek hırsızı aklayan ve onu yeni hırsızlıklar için cesaretlendiren topluma bir şey demeyecek miyiz? Her dediği alkışlanan, her sözüne keramet atfedilen siyasetçi kendini sınama ve gözden geçirme şansını kaybeder. Yani bir kutbu olmaz.

Erdoğan’ı mı kastediyorsunuz?

  • Bakın size çok güzel bir anekdot anlatacağım. Aslında müthiş bir anı… Belki demek istediklerime tercümanı olur. Geçenlerde genel başkanımız Ali Babacan, İsmail Küçükkaya’nın “Yeni Bir Sabah” programına konuk oldu. Programda, hepimiz için ders olabilecek güzel bir diyalog paylaşıldı. Sayın Babacan ekonomiden sorumlu devlet bakanı görevini yürütürken ülkeye zarar vereceğini düşündüğü bir bakanlar kurulu kararına imza atmıyor ama dönemin başbakanı Erdoğan da ısrarla imzalamasını istiyor. Sayın Babacan imza atmamak konusunda direnince Erdoğan kendisine şöyle bir teklifte bulunuyor; “madem imzalamıyorsun, seni 3 günlüğüne yurt dışında görevlendirelim, yerine vekalet eden bakan yardımcısı imzalasın”. Sayın Babacan “olur mu öyle şey” diyerek bu teklifi reddediyor ve ülkeye zarar vereceğini düşündüğü kararı imzalamıyor.

 

Şimdiki Erdoğan’ı düşününce, bu gerçekten de ilginç bir örnek.

  • Şu anda bütün yetki kendisinde zaten. Öyle olmasa bile, bu dönem veya bundan önceki dönemde hangi bakan “imzalamıyorum” deme cesareti gösterirdi. Anında ensesinden tutulup, kapı dışarı edilirdi.

 

Vediğiniz bu örnekte Ali Babacan’ın “imzalamıyorum” demesi, bu günden bakınca gerçekten çok önemli ama diğer bir önemli konu da Erdoğan’ın bu karara saygı göstermesi. Sizce hangisi daha ilginç?

  • Bence her iki davranış da çok değerli.Dönemin başbakanı karara imza atmam diyen bakanını ikna etmeye çalışıyor. İkna edemeyenince de kararına saygı gösteriyor. Bugün böyle bir Erdoğan yok. İşte demin vurgulamaya çalıştığım şey bu; toplum o Erdoğan’ı öldürdü. Alkışlayarak, eleştirmeyerek, onaylayarak, her dediğine keramet yükleyerek o Erdoğan’ı öldürdü. Şimdi o Erdoğan yok. Aynı bedeni kullanan kuralsız, hukuksuz, otoriter, astığı astık, kestiği kestik bir Erdoğan var.

 

Aynı beneni kullanan başka bir Erdoğan var dediniz. “Kutup yıldızı” gibi bu da bir metafor mu?

  • Metafor ama gerçeğe oldukça yakın. Mesela “Doktor Jekyll ile Bay Hyde” kitabını bilirsiniz. Şu anda Ankara’da tiyatro oyunu da gösterimde. İzlemenizi tavsiye ederim. Tam da aynı bedende 2 ayrı karakter dediğim durum… Dr. Jekyll toplumda saygı duyulan erdemli, vicdanlı ve dürüst bir bilim insanı. Üzerinde çalıştığı bir ilacı kendinde deniyor. İlacın etkisiyle tamamen farklı bir insana dönüşüyor. Dr. Jekyll ne kadar erdemliyse, bay Hyde da o kadar zalim, merhametsiz ve acımasızdır. Ancak öyle bir şey oluyor ki, Dr. Jekyll, ilaç aldıktan sonra dönüştüğü kendi zıddına bağlanıyor. Yani bir anlamda kötülüğün cazibesine kapılıyor ve kendisini ona teslim ediyor.

 

Erdoğan kötülüğün cazibesine mi kapıldı?

  • Yasal ve ahlaki sınırlamalara bağlı olmadan yaşadığınızda zaten iyilik ve erdemle köprüleri atmış olursunuz. Ak parti Mersin Milletvekili Zeynep Gül Yılmaz’ın polis tarafından aracının durdurulduğu anı hatırlayın. Polise “uzak dur ş.., üzerime tükürük saçıyorsun” demiş ve aracını durduran 2 polis kısa sürede açığa alınmıştı. Ya da daha dramatik bir olayı hatırlatayım; Ak Parti Hatay Milletvekili istemi Kağan Türkoğlu, oğlu ile tartışan polislerin teşhis edilmesi için, karakoldaki polislerin tamamını sıraya dizdirmiş, oğlunun teşhis ettiği polislerden biri cezaevine atılmıştı. Bu iki olayı düşünün. Kanunu uygulamak, asayişi sağlamakla görevli polisin bu ölçüde aşağılandığı başka bir dönem hatırlıyor musunuz? Bu örneklerde olduğu gibi kendinizi yasalar üstü ve dokunulmaz hale getirdiğinizde ahlaki sınırlarınız ve merhametiniz kalır mı?

 

Parti olarak “sarı kart” vurgusunu sürekli kullanıyorsunuz. Seçime de böyle bir argümanla giriyorsunuz. Bu vurguyu özellikle mi yaptınız?

  • Evet. Sayın Ali Babacan da bazı televizyon programlarına özellikle elinde sarı kartla çıktı. Aslında bu seçimde sarı kartı göstermenin, Başkanlık sisteminden sonra frensiz bir kamyon gibi yokuş aşşağı giden bir Türkiye’nin el freni olduğu mesajı veriyoruz. Ve doğrusunu isterseniz bu sarı kart gösterilmezse Türkiye’yi çok zor günler bekliyor. Eğer sarı kart göstermezsek emin olun bu günleri mumla ararız, çünkü ekonomik gidişatla ilgili genel seçimden önce ne öngördüysek bugün hepsi çıktı.

 

İlginizi Çekebilir

Almanya, Ukrayna’ya asker gönderecek mi? Açıklama geldi
Çorlu tren faciası ile ilgili davada karar açıklanıyor

Öne Çıkanlar