Bir önceki yazıda Esad rejiminin devrilmesiyle birlikte tarihsel Kürt meselesini çözmek için Türkiye’nin önüne büyük bir fırsat penceresinin açıldığı iddia ettim. Bu yazıda ana-muhalefet partisi CHP’ye odaklanmak istiyorum. Zira, Bahçeli liderliğinde süren yeni devlet girişiminin nereye varacağını belirleyecek ana aktörlerden birini CHP oluşturuyor.
1 Ekim 2024 tarihinde başlayan sürece bugüne kadar verdiği tepkileri incelediğimizde 2013-2015 Çözüm Süreci’ne kıyasla CHP daha olumlu bir tutuma sahip. Bununla birlikte, bu tutum bugüne kadar pasif bir destekle sınırlı kaldı. Oysaki Cumhur İttifakı ve DEM Parti’nin temsil ettiği ana akım Kürt siyaseti kadar CHP de tarihsel bir fırsatla karşı karşıya. CHP önündeki bariyerleri ve bunların inşa ettiği limitleri aşabilirse hem kendisi hem de tüm Türkiye için yeni bir sayfa açabilir.
Kurucu Partinin Yüzyıllık Sorumluluğu
CHP’yi pasifist bir noktada tutan birçok dinamik var. Her şeyden önce CHP sadece Cumhuriyet’in kurucusu değil, aynı zamanda Kürt meselesinin de kurucusu.
Kürt meselesinin kökenleri 19. yüzyılında başlarına kadar uzatmak mümkün. Osmanlı batılılaşma ve modernleşme süreci sonucu Kürt hükümetlerinin ve beyliklerinin tasfiyesi sorunun kök nedenini oluşturuyor.
Bununla birlikte, Kürt meselesinin formasyonunda birinci kırılmayı Osmanlı’nın son dönemindeki merkezileşme süreci oluşturuyorsa, ikinci kırılmayı Cumhuriyet’in kuruluşu oluşturuyor. Sorunun Osmanlı’dan kalan “egemenlik ve güç paylaşımı” boyutlarına, Cumhuriyet’le birlikte “kimlik” ve “jeopolitik” boyutları eklendi. Cumhuriyet tarihi içerisinde bu boyutlara kökleri 1930’lara kadar uzanan “bölgeler arası eşitsizlik” eklendi. Daha da önemlisi, 1925-1927 sıkıyönetim, 1927-1952 umumi müfettişlikler (OHAL), 1960, 1971 ve 1980 darbeleri ve 1987-2002 OHAL dönemi dikkate alındığında neredeyse Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt coğrafyası olağan olmayan bir hukukla yönetildi. Bugün şikayet edilen anayasasızlık Kürt coğrafyasında neredeyse yüzyıldır hakim. 2002-2015 dönemi arasında Kürtler olağan hukuku kısmen tercübe ettiler. Bununla birlikte, 2016 yılından bu yana kayyımlarla birlikte seçme ve seçilme hakkının da yok sayıldığı bir yönetim altındalar.
Tüm bu hususlar dikkate alındığında, John Galtung’un kavramlarıyla yapısal, sembolik ve doğrudan şiddet yüklü bir devlet deneyimi yaşadı Kürtler. Yapısal şiddet ekonomik eşitsizlik ve sömürü ile politik baskı olarak tezahür ederken, sembolik şiddet söz konusu eşitsizlikleri Türkiye toplumu içerisinde normalleştirdi ve meşrulaştırdı. Bu anlamıyla Kürt meselesi bir yönüyle “onur ve haysiyet meselesi” haline geldi çoğu Kürt için.
Kuşkusuz Kürt coğrafyasındaki yüzyıllık olağan olmayan hukuk rejimi Türkiye’yi de etkiledi. Kürt çatışması ya da çözümsüzlüğü ülke genelinde siyasi alanda otoriterlik, ekonomik alanda eşitsizlik işlevi gördü. Daha da önemlisi 15 Temmuz 2016 yılından bu yana Diyarbakır’ın yüzyıllık anayasasızlığı, Ankara, İstanbul, İzmir, Anada, Antalya’nın, tüm Türkiye’nin anayasasızlığı haline geldi. Tüm bu tabloya baktığımızda Kürt meselesi aynı zamanda Türkiye’nin siyasi ve ekonomik boyutlarıyla “demokrasi” sorununun kök nedenlerinden birini oluşturuyor.
Bütün bu tablo içerisinde 2015 sonrasındaki otoriterlik, hak ve hukuk kaybı, belirsizliğin kalıcı bir rejime dönüşmesi esasında AK Parti ve MHP’nin eseri. Öte yandan, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin sorumluluğu AK Parti ve MHP’den az değil. Cumhuriyet’in kurucu partisi olarak geçmiş mirasa sahip çıkan CHP, Kürtlerin yüzyıllık olağandışı hukuk rejimiyle yönetilmesi mirasını da üstlenmeli ve meselenin çözümü için sorumluluk almalı.
Kürt Meselesi ve CHP’nin Limitleri
CHP’nin tutumunda limitleri belirleyen en önemli dinamik bu tarihsel bagaj. Son aylarda Anayasa’nını ilk 4 maddesine ilişkin tartışmalarda Genel Başkan Özgür Özel ile potansiyel en güçlü Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun aldığı tutumlar bu anlamda bir yandan CHP’nin Kürt meselesinin tarihsel hikâyesindeki sorumluluğunu hatırlatırken, öte yandan kurucu partinin limitlerini görünür kıldı. Genel Başkan Özgür Özel, ilk dört maddeye uzanan elleri kıracaklarını ifade etti:
“Devletimizle, milletimizle, ülkemizle birlikte bir bütünüz, bayrağımız belli, başkentimiz belli, kurucumuz belli, bunlarla sorunu olanlar da belli. Onlara, ilk dört maddeye el uzatanın da elini kıracağız, o kadar söyleyeyim.”
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise İstanbul Barosu yeni başkanı İbrahim Özden Kaboğlu’nun konuya dair açıklamasını şu sözlerle eleştirdi:
“Anayasa’nın ilk dört maddesi gayet olumlu bir biçimde, gayet güçlü bir biçimde tariflenmiştir ve bu dört maddenin Türkiye’de mevzu edilecek bir pozisyonu ve durumu yoktur. Bu çok net. Bu bağlamda yapılan bu açıklamayı çok talihsiz bir başlangıç açıklaması olarak görüyoruz Sayın Kaboğlu adına. Tabiki avukatları temsil ediyor, baronun bir tercihi var, ona bir şey diyemem. Ama talihsiz bir açıklamadır. Bugün ürettiği polemiğin hem kendi iş düzenine ve anlayışına, hem de kapsadığı baronun anlayışına ters olduğunu düşünüyorum. Kişisel fikrini açıklayabilir, özgürlüğü vardır ama artık bulunduğu makam gereği kişisel fikrini açıklamaktan ziyade baronun bakışını temsil eden açıklamaları yapmasını buradan öneriyorum. Kötü bir başlangıç yapmıştır, üzüldüm şahsı adına.”
Tarihsel bagajın yanı sıra, ikinci olarak CHP üzerinde ağır bir seçim gölgesi var. CHP, belediyeler dahil tüm kurumsal ve örgütsel kaynaklarını normal şartlarda 2028 Mayıs ayında yapılacak seçimlere ve iktidar olma hedefine kanalize etmiş durumda. Kürt barışı, şimdilik CHP için seçim yolunda bir yönüyle sapma, bir yönüyle tuzak, bir yönüyle bir risk olarak görünüyor. Tercih şansı olsa, muhtemelen en azından şimdilik, iktidara gelene kadar, meselenin konuşulmamasını tercih eder.
CHP’nin üçüncü limitini parti içinde güçlenen seküler milliyetçilik oluşturuyor. CHP zaten çoğunluk olarak seküler milliyetçi bir çizgide. Daha uçlarda bulunan ulusalcılar da parti içerisinde etkin. Bununla birlikte, 2024 Mart seçimlerinde seküler milliyetçiliğin ana adresi olan İYİ Parti, seçmenlerini büyük oranda CHP’ye kaptırdı, seçmen bazında İYİ Parti büyük bir çoğunukla CHP’ye dahil oldu. Bahçeli’nin liderlik ettiği sürece açıktan itiraz eden ana aktörlerin İYİ Parti ve Zafer Partisi olduğu dikkate alındığında, seküler milliyetçi tabanı tutma önceliği, CHP önünde büyük bir bariyer oluşturuyor. Yavaş, İmamoğlu ve Özer arasındaki güç dengesinin, ilişki ve rekabetlerin de bu durumdan etkilendiğini not etmek gerekir.
Son olarak, CHP’nin bitmeyen örgütsel krizi not edilmeli. Bu örgütsel krizi birçok alanda izlemek mümkün. Bununla birlikte bu çoklu kriz birbirleriyle ilişkili iki alanda çok görünür: Kılıçdaroğlu, Özel, İmamoğlu ve Yavaş etrafında süren liderlik ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarında dışa vuran yönetsel kriz; sosyal demokrasi ile seküler milliyetçilik arasındaki gidip gelmeye neden olan ideolojik ve politik kriz.
Kürt Barışı ve CHP’nin Potansiyelleri
Tüm bu bariyerlere ve oluşturduğu limitlere rağmen, Kürt barışı konusunda CHP içerisinde önemli potansiyeller de bulunuyor.
Her şeyden önce, önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu döneminde başlayan dönüşümü not etmek gerekir. Özetle, bu dönüşüm sayesinde CHP Kürtlerle ve muhafazakarlarla ilişkilerini kısmi olarak normalleştirmeyi başardı. En azından her iki kesim için CHP iktidar adayı bir parti olarak yeni bir seçenek olma niteliği kazandı.
İkinci olarak, CHP’nin 2019 yerel seçimlerinden bu yana özellikle batı metropollerinde Kürtlerle yakınlaşması Kürt barışına yatırım yapma konusunda önemli bir potansiyel kaynağı işlevi görüyor. CHP iki dönemdir İstanbul, Adana, Mersin, Antalya gibi batı metropollerini Kürt oylarıyla kazanıyor. Yine 2023 Mayıs seçimlerinde DEM Parti geleneğiyle yapılan örtülü ittifak ile ana akım Kürt siyasetinin seçmenleri CHP adayına oy verdiler. Ayrıca bu ilişki, DEM Partili olmayan muhafazakar Kürtler içerisinde de CHP’ye dönük desteği arttırdı.
Özetle, CHP’nin bu dönüşüm süreci bir yandan partiyi değişime zorlarken bir yandan da yeni seçmen desteğini tutma arzusu ve bunun iktidar olmak için yarattığı mecburiyet Kürt barışı konusunda CHP’nin adım atma potansiyelini büyütüyor.
Son olarak, CHP’nin içindeki “devlet eli” Kürt barışı konusunda CHP’nin olumlu pozisyon alma ihtimalini güçlendiriyor. Daha önce yeni girişimi Devlet’in Eli, Bahçeli’nin Liderliği çerçevesinde değerlendirmiştim. Bu değerlendirmeden yola çıkarak, Devlet elinin sadece AK Parti ve MHP içinde olmadığını, CHP başta olmak üzere diğer partiler içerisinde de etkinliğinin olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, bu el siyasetten öteye medyada, akademide, sivil toplumda da çok etkin. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan “Yenikapı Ruhu”, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumu gibi kritik dönemeçlerde CHP’nin aldığı pozisyon dikkate alındığında Devlet elinin CHP içerisinde de çok güçlü olduğu söylenebilir.
CHP’nin Yeni Fırsat Penceresi
CHP, tarihsel engellerini aşıp, limitlerini kırıp, potansiyelleri değerlendirebilirse, Kürt barışını büyük bir fırsata çevirebilir, hem kendisi hem de Türkiye için.
Nilgün Toker hocamızın kavramını ödünç alırsam Türkiye “bir belirsizlik rejimi” içerisinde. Söz konusu belirsizlik rejimi gelecek ufkunu karartıyor, taraflarca kabul edilmiş yazılı ya da yazılı olmayan kurallar bütünü olarak kurumları ortadan kaldırıyor ve iktidar dışı aktörlerin öznelliğini tanımıyor.
Buna karşın, bugün Türkiye’nin yeni bir gelecek ufkuna, kabul edilmiş kurallar olarak kurumlara ihtiyacı var. En önemlisi söz konusu gelecek ufkunu ve kurumları karşılıklı birbirini tanıyan çoklu aktörlerle, çoklukla inşa etmek zorunda.
Bu tablo içerisinde, CHP, gelecek ufkunu, demokratik dönüşüm programını bugün Kürt meselesi etrafında açılan siyaset alanını değerlendirerek tüm Türkiye toplumuna sunabilir. MHP, AK Parti ya da DEM Parti’nin ne diyeceğine ve ne yapacağına bağımlı kalmadan, Kürt barışını gelecek ufkunun bir bileşeni olarak konumlandırabilir. Böylesi bir demokratik dönüşüm programıyla, söylemsel düzeyde hegemonyasını inşa edebilir.
Ankara’ya, iktidara yürüme yolunda tam da Kürt barışını içeren demokratik dönüşüm programıyla siyasi rekabete girebilir. Siyasi rekabeti Kürt çatışması ve meselenin çözümsüzlüğü üzerinden değil, Kürt barışı üzerinden kurabilir. Tarihsel olarak siyasal alanda otoriterlik, ekonomik alanda eşitsizlik kaynağı işlevi gören Kürt çatışması yerine, Kürt barışını siyasal alanda demokratikleşme, ekonomik alanda eşitlik kaynağı olarak değerlendirebilir.
Son olarak ve en önemlisi, CHP sadece bir muhalefet partisi olmadığını, aynı zamanda bir icra makamı olduğunu dikkate alarak Kürt barışını bugünden inşa edebilir. Bugün CHP 14 büyükşehir, 21 il, 337 ilçe ve 48 belde belediyesi olmak üzere toplam 420 belediyede yerel iktidar. CHP hayal ettiği Türkiye’yi İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da, Mersin’de, Adana’da, Ankara’da bugünden kurabilir. Bugün Türkiye’nin en büyük şehirlerinde Kürtler %10-20 oranında bir nüfusa sahip. Bu şehirleri örneğin Kürtçenin de şehri yapmak Kürt barışı için büyük kapılar açar. Türkiye genelinde etki yaratarak hayatın normalleşmesini sağlar. Belediyelerin devasa imkanları var. Vatandaşlara temas etmek anlamında şehirlerdeki en etkin ve güçlü kurumlar. Tüm bu imkanlar ve güç bir yana, tek başına kültür politikalarını şehirlerin çokluğu üzerine inşa etmek; kaynakları en çeperdekini, en fazla hak kaybına uğrayanı önceleyerek kapsayıcı bir şekilde değerlendirmek ortak gelecek ufkuna doğru yol açar, yola koyulmamızı sağlar.