Kürt halkının onuru ve kimliği ile kendi topraklarında insanca yaşama hakkını savunan bir siyaset yürüttüklerini söyleyen Selahattin Demirtaş, “Sizin ve benim mensup olduğumuz devlet, bizim anavatanımızı zorla işgal etmiş. Erdemlilik anlaşmasını bozan devlettir” dedi.
IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 siyasetçi hakkında açılan Kobani Davası, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın esasa dair savunmasıyla devam ediyor.
‘İNSANLAR SİYASETE GÜVENMİYOR’
Türkiye’de ve dünyada siyasetin etkisinin azaldığını ifade eden Demirtaş, buna karşın Kürt siyasetçiler olarak siyasetin değiştirici gücünü öne çıkarmaya çalıştıklarına değindi. Polonyalı düşünür Zygmunt Bauman’ın “İnsan ilişkilerinin kırılgan olduğu günümüz dünyasındaki ilişkileri tanımlayacak gerçek kavram likit modernliktir” ifadesini alıntılayarak devam eden Demirtaş, “Siyasetin eli kolu bağlı. İnsanlar siyasete güvenmiyor. Çünkü siyasete insanlara beklediğini veremiyor. Türkiye’de siyaset neden çöktü? Güç kimin elinde? Bizi hapiste tutan kimdir, hangi güçtür?” diye sordu.
‘BU MÜCADELE BİZİ DEMOKRASİ UZMANI HALİNE GETİRDİ’
“Biz tarihi gerçekleri ne unutacağız ne de unutturacağız” vurgusu yapan Demirtaş, “Bu dava vesilesiyle bir kez daha gerek insanlık tarihinin, gerek halklarımızın tarihinin bir kez daha gün yüzüne çıkması için elimizden geleni yapacağız. Binlerce insan, elmanın düştüğünü gördü ama sadece Newton neden diye sordu. Newton’un yerçekimi kuramına ulaşana kadar sorduğu soru nedendir. Biz de soruyoruz neden? Bize bu kötülükler yapılıyor; neden bu kadar saf ari kötülük yapılıyor? Yıllardır bunları anlatıyoruz. ‘Pantolonu kazak gibi başınızdan çıkaramazsınız’, bu da Murat Menteş romanından bir alıntı. Tıpkı bu kumpas gibi pantolonu başından çıkarmaya çalışanlar gibi ayaklarına dolaştı. Karmaşayı yaratan biz değiliz, ters yüz olan, her şeyi yerli yerine oturtmaya çalışıyoruz. Öyle ki bu mücadele bizi demokrasi ve insan hakları uzmanı haline getirdi. Tabiri caizse bu yargılama süreci bilgeleştirdi bizi. Biz işe yarasın diye uğraşıyoruz. İnsanlar da toplumlar da devletler de olgunlaşma çağını yaşarlar esas bilgiliğe o zaman ulaşırlar ama çoğu zaman işe yaramaz. Ama çoğu zaman toplumlar bireyler de ergenlikten çıkmadan haddini bilmeden ölürler. Hiç değilse biz bu dava nedeniyle ulaştığımız insan hakları, barış konusundaki bilgeliğimiz bir işe yarasın istiyoruz, o yüzden susmuyoruz, o yüzden inatla konuşmaya devam ediyoruz” diye konuştu.
‘YAŞADIĞIMIZ ANIN BİR GÜN TARİHE DÖNÜŞECEĞİNİ BİLEREK YAŞAYABİLİRİZ’
İnsanlık tarihine ilişkin tespitlerde bulunan Demirtaş, tarihteki belirsizliklerin yine tarih aracılığıyla netleştirilebileceğine dikkati çekerek, “Yaşadığımız anın bir gün tarihe dönüşeceğini bilerek yaşamalıyız” dedi. Tarih boyunca en büyük düşünürlerin, “kendini bil ya da haddini bil” düsturunu benimsediklerini belirten Demirtaş, “Biz de kendimizi haddimizi bilerek başlayalım. Bugün yaptığım konuşmaları bir ağır ceza mahkemesinde yapmak trajik olsa da bu benim tarihe topluma borcumdur. Bugün kötülüğün kaynaklarını anlatmaya çalışırken saf kötülüğün kaynaklarına dikkat çekeceğim” diye konuştu.
‘NEDEN BU KADAR KÖTÜLÜK VAR?’
Dünya genelinde 4200 farklı dini grubu olduğunu, bunların başka inanç ve mezhebin kötülüğünü vaaz etmediğinin altını çizen Demirtaş, bütün düşünce akımlarının, sanatın, kültürün de iyilik iddiasında olduğunu belirtti. Demirtaş, savunmasına şöyle devam etti: “Peki o zaman bütün bunlara rağmen neden bu kadar kötülük var? Ya biri bize yalan söylüyor ya da başka bir durum var. Gezegenin asıl tarihi insanın ortaya çıkışıyla başlar. İlk insanlar hayvanlar gibi açıkta çiftleşiyor ama yavaş yavaş insanın zekâsı gelişiyor. Avcıyı çoban, yaban sürülerini kabile, kabileleri millet haline getiriyor. Ama insan savaşmak, daima savaşmak, sonsuza kadar savaşmak zorundadır. İlk savaşı doğaya, vahşi hayvanlara karşıdır. İnsan hep bir savaşçı olacak ve kahraman olacaktır. Nihayet kralları ve tanrıları ile savaşacaktır. Ölülerin ve tanrıların resimlerini taşlara oyacaktır ama insan ve insanlar arasındaki savaş hiçbir zaman son bulmayacaktır. Krallıklar kendileri arasında savaşacaktır, güçlenecek, zayıflayacak ve son bulacaktır. Doğu batıya, Afrika Avrupa’ya, kıtalar kıtalara karşı savaşacaktır. Çöken yıkılan şehirlerin yerlerine yenileri kurulacak. Gömülmüş şaheserler ışığa kavuşacak. Şairler; gariplerin, mağlupların destanlarını yazacak. Filozoflar Pîrsus kıyılarında, Atina temelleri altında dünyanın özünü arayacaklar. Akdeniz’in güzel köklerine bakan açık hava tiyatrolarında bakireler ve ihtiyarlar korosu amansız kaderden şikayet edecekler. Katedraller, amfiler, adalet sarayları yükselecek ve bütün bu dağınık mucizeler üzerinde zaman zaman saz şairlerinin şarkıları duyulacak.
KENDİ İCADIMIZ OLAN KİMLİKLERİMİZİN TUTSAĞI HALİNE GELDİK
Birçok yerde benzer süreçlerden geçerken birbirimizden haberimiz bile olmaz. Farklı diller, farklı kültürler ve farklı diller geliştirirken de birbirimizden haberdar değildik. Ne zamanki nüfus doyamayacağınız kadar kalabalıklaştı ve yakınlıkla karşılaştık, işte o zaman başka topluluklarla ticarete ve savaşa başladık. Ancak hep bir aynı motivasyonla, aynı amaç doğrultusunda savaştık. Başka toplumların mallarına topraklarına el koymak için. Bizi birleştirecek daha güçlü moral değerlere ihtiyaç duyduk, işte o zaman etnik kimlikleri, halkları ve ulusları icat ettik. Sonra bu kimlikleri dinle, bayrakla, şanlı tarihlerle, devletle, zaferlerle yücelttik. Öyle abarttık ki bir noktadan sonra kendi icadımız olan kimliklerimizin tutsağı haline geldik.
Tıpkı para icadımızda olduğu gibi. Biz onu kullanmak için icat ettik ama bir süre sonra o bizi kullanır hale geldi. Bütün bu hengame, savaş, kan, gözyaşı, kıyım ve korkunç acıların; kimliklerimiz, inançlarımız, onurumuz için yaşamamız için gerektiğine sadece 5 bin yıl içinde iman edercesine kesin ve geri dönülmesi imkansız şekilde inandık. Oysa biyolojik 15 bin 20 bin yılda ancak bir milim evrimleştik. Biyolojimiz son 5 milyon yıldır olduğu gibi son 5 bin yılda da aynı kaldı: Karnını doyur, üre, yaşa ve bunun için savaş.
BU DAVADA MEDENİYETİN İKİ AYRI NEHRİ BİRBİRİYLE ÇATIŞIYOR
Barbarlık, vahşilik diyoruz ya yanlış… Biz barbarken, vahşiyken bunları yaşamıyorduk. Medeni olduğumuz için bunları yaşıyoruz. Bugün Kurdistan’da Rojava’da yaşanan kıyım, vahşilik, barbarlık değil, medenileştiğimiz için bunlar yaşanıyor. Kötülüğü yaratıp başka bir şeyi keşfettik. Erdemi, etik değerleri keşfettik. Çünkü hiçbir güç içimizdeki özgür ruhu engelleyemez. Modernitenin bize dayattığı şey; toplumsallıksa bunun da yolu etik değerlerdir. Bizi bir arada tutan şey, anayasa değil yasala değil… Bugün Van Bahçesaray’da yolların 6 ay kapalı olduğu bir köyde insanlar birbirini boğazlamıyorsa, malını mülkünü gasp etmiyorsa, bunun nedeni TCK değil evrensel erdemliliktir. Medeniyet var olduğu günden beri bir yandan da erdemlilik akar ve gelişir. Bu davada medeniyetin iki ayrı nehri birbiriyle çatışıyor. Kötülük ve erdemlilik. Bütün bu kötülüklerle baş etmenin yolu olarak özgürlüğe bizi zorlayan doğal halimize zorlayan öte yandan kültür olarak bizi sınırlayan din ideolojiye karşı beynimiz sürekli isyan eder.
Bütün yarattığımız çatışmanın altında yatan neden budur. Bedenimiz ve kültürümüz çatışır. Bütün bunlar edebiyata sanata dönüştü. Başka türlü ruhlarımızı iyileştiremiyoruz. Geri dönüp edebiyata sanata müziğe sığınıyoruz. Çünkü ruhumuzun yarattığı gerilim başka türlü dinecek gibi değil. Biz barbar vahşi halimizden çıkmadan şu anda uzaya gidebilecek teknolojiyi yarattık. Biyolojimiz milyonlarca yıllar önceki biyolojidir. Bir lokantanın önünden geçerken biyolojimiz, ‘o kebabı al ye’ der. Ama medeniyet der ki ‘paranız yoksa yiyemezsiniz?’
DEVLET BİZİM ANAVATIMIZI ZORLA İŞGAL ETMİŞ
Halkımız anavatanımızda karnını doyurmak ve yaşamak istiyor. Türker de bin yıl önce geldi. Onlar da karnını doyurmak ve yaşamlarını sürdürmek istiyor. Tıpkı Fransızlar, Almanlar Yahudiler, Aborjinler ve Afrikalılar gibi. Hepimiz karnımızı doyurmak ve neslimizi sürdürmek isteriz. Herkes haklıdır ama güçlü değildir. Doğada sadece güçlüler ayakta kalıyor. Hani kültür icat etmiştik; ona ne oldu? Ahlak erdem onlara ne oldu? Kültüre göre haklı olan biziz. Sizin ve benim mensup olduğumuz devlet bizim anavatımızı zorla işgal etmiş. Erdemlilik anlaşmasını bozan devlettir, burada bir suçlu aranacaksa o biz değiliz, biz bunun mağduruyuz. Bizim de hatalarımız oldu, o da doğrudan ve hakikatin peşinden gitmeme gibi hatalardır. Erdemlilik sözleşmesini ihlal ederek binlerce yıllık bir arada yaşama akdini bozanlara karşı direnmemizdir. Bugün yargılamamızın nedeni budur.”
‘BATILILARIN ZENGİNLİK DEDİKLERİ ÇALDIKLARIDIR’
Erdemlilik sözleşmesinin bozulmasıyla insanların binlerce kez isyan ettiğini hatırlatan Demirtaş, “Dünyanın her yeri sömürgeleştirildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin, Avrupa’nın zenginliğinin, Kanada’nın zenginliğinin temelinde Asya ve Ortadoğu’nun sömürülmesi yatar. Bu sözleşmeyi bozanlar suçludur. Afrikalılar, Asyalılar, Mezopotamyalılar suçlu değil. Daha genç avukatken Lizbon’da bir sempozyumda konuşmacı olarak katıldım ve oradaki parlamentoyu gezdim. Görkemli bir parlamentoları var. Beni gezdirdiklerinde bir yandan da anlatıyorlardı. ‘Şu mermerler, sütunlar Afrika’dan’, bilmem nerden. Bunu anlatan bir sosyalist bir milletvekiliydi. ‘Size ait bir şey var mı’ diye sordum. ‘Hepsi bizim’ diye baktı. Hayır yani çalmadığınız size ait olan bir şey var mı diye. Adamın kafasına dank etti, dünyanın her yerinden çalıp getirmişler bizim diye övüne övüne anlatıyorlar. Çünkü etik sözleşmesini bozdu İspanyollar ve diğer ülkeler” diye konuştu.
Demirtaş, savunmasına şöyle devam etti: “Bugün göç dediğiniz, zorunlu göç dediğiniz çaldıklarınızın peşinden geliyor insanlar. Çünkü o zenginlik dediğiniz zaten o insanlara ait. Biz buna emperyalist sömürü diyoruz. Konuşmalarımızda bunlar var. İspanya Batı Sahra’dan çekilirken arkasından bir avukat, bir doktor bıraktı. Avrupa oradan sömürdüğü altın petrol madenle zenginleşirken dünyanın doğusu geri bırakıldılar.
BİZE SARI TORBA ATANLAR KİMLİKLERİNİN FARKINDA DEĞİL
Dünyadaki inanç ve dinler iyilik vaazı vermelerine rağmen insanlık kötülükte ısrar ediyor. O zaman neden bu kadar kötülük var. Siyasal İslam’ın bu konudaki rolünü anlatmıştım. Bunları anlatmaya devam edeceğim. Birbirini boğazlayan İrlandalı Katolik ve Protestanların çoğu İncilin 10 emrini bilmiyor. Yalanın üzerine kurulu bir düzen var. Din uğruna, inanç uğruna birbirini kesmeyen kalmadı. IŞİD’lilere sorun bakalım İslam adına bakın tam olarak neyi biliyorlar. Ya da sokağa dökülen linç güruhlarını genel merkezimizin önüne gidip sarı torba bırakan gruplara bir sorun bakalım uğruna uğraştıkları dinin ve kimliğin ne kadar farkındalar. Farkında değiller, bunlar sadece karnını doyuran neslini sürdürmeye çalışan gruplardır. Homo sapiens bunlar. Kültürle alakaları yoktur. Erdemlilik sözleşmesi bozulmuşsa bir arada yaşamanın imkânı yoktur ki onu bozan biz değiliz.
İYİLİĞİ SAVUNDUK, BİZ KAZANDIK
Normalde doğada bulduğumuz ve serbestçe yiyebildiğimiz bir yiyeceği fırından öylece alıp gidemeyiz. Seni hapse atarlar. ‘Ama param yok?’ ‘Açlıktan öl ama çalamazsın’. ‘Sen benim ülkemi, vatanımı çaldın!’ ‘Ülkenin adını bile söyleyemezsin, Kürdistan diyemezsin. Dersen seni içeri atarım, vatan haini ilan ederim. Türk Ceza Kanunu yazıyor burada. Kürt Ceza Kanunu yazmıyor.’ Güç sizde. Biz de bunu yıkmaya çalışıyoruz. Erdemliler ile kötülerin savaştığı bir davadır bu. İlk günden itibaren erdemliliği savunduğumuz için kazandık biz zaten. Davanın sonucu kazananı belirlemeyecek. İyiliği savunduk ya biz kazandık. Bunun da bir bedeli var. Biz ödemeye devam ediyoruz.
ANKARA’YI MI İŞGAL ETTİK?
Cezaevlerinde büyük hırsız bulamazsınız onlar küçük hırsızlardır. Karnını doyurmak için ailesini geçindirmek için çalmıştır. Kendisine ait olanı almak için yanlış bir yol seçmiştir. Hırsızlığı meşrulaştırmayalım ama gerçek budur. Dünyanın en büyük teröristleri emperyalistlerdir. Ben bu teröristi bırakmam diyenler emperyalistlerle sarmaş dolaş değil mi? Amerika’nın İsrail’in yaptıklarını saymayalım. Sonra bunlar kameraların karşısına geçip masum halkı terörist olarak ilan ederler. G-20 katiller zirvesidir, BM öyledir. Netanyahu katildir, HAMAS katildir ama Filistin halkı İsrail halkı Kürt halkı mazlumdur. Halkların diline kültürüne el koyanlardır katil olanlar, biz değiliz.
HALKIMIZIN ONURUNU KİMLİĞİNİ SAVUNDUK
Biz sadece halkımızın onurunu kimliğini savunduk, kendi topraklarında insanca yaşama hakkını savunduk. Buradaki hangi Türk ve Kürt arkadaş kimin hakkına el koydu. Devleti de yönetmedik. Gültan ablayı yolsuzlukla, Türkçe tabelaları belediyeden sökmekle suçlayabilir misiniz? Burada Türkçe konuşulamaz diye suçlayabilir misiniz? Hayır ben size binlerce böyle faşist belediye başkanı sayabilirim. Kesk u sor u zeri söktüler, trafik lambalarını yasakladılar. Kim suçlu. Kimin tavuğuna kış dedik. Vatan bizim, toprak bizim, emek bizim. Ankara’yı mı işgal ettik? Gelip orada halkın dilini kültürünü inancı mı yasakladık? Türkler işgale karşı çıktılar mı? Yunanlılar, İngilizler, Bizanslılar vardı, Türkler buna karşı direndiler. Kürtler direnince neden terörist oluyor? Üstelik siyasetle lafla direnmiş. ‘Bu kadarı bile senin için ölüm fermanıdır’ denildiği an erdemlilik sözleşmesi bitmiştir. Yalan iftira budur. Bize yönelik tarihi ve güncel yalanların kaynağı budur saf kötülüğün kaynağı budur. Daha büyük kötülük nasıl yapılabilir dediğimiz an devreye giren budur. Arkadaşlarımız suçsuz yere tutuklu bunu bilmeyen mi var. Yok.
Biz insanlara iyi olmayı hatırlatıyoruz. Dünya iyiliğin yüzü suyu hürmetine dönüyor. Bizi birleştiren şey bu iyilik halidir. Bizim konuşmalarımızı bilirkişiye değil yaşasaydı keşke Hallacı Mansur’a, Mevlana’ya gönderseydiniz. Bilirkişi sadece duyduğunu söyler.
Adaleti çıkarırsanız sizden hukukçu olmaz, kasap olur kasap. Hepimiz yoksul çocuğu olarak okuduk hâkim savcı avukat olduk. Zenginlerin çocuğu hakim savcı olmaz. Bakın babam 7 çocuğunu okuma yazma bilmemesine okuttu, hepinizin babası annesi öyle. Annem gece yarısına kadar başkalarının elbiselerini dikti. Bizi okutmak için.”
Duruşmaya 13.00’a kadar ara verildi.
/Mezopotamya Ajansı/