20 Eylül 1992 gününü hatırladıkça devletin aydın kıyımına karşı işlediği en önemli cinayet gözümde canlanıyor. Belki bu yazım biraz hislerimle dolu olacak ama o da benim doğal hakkım olsun.
Bildiğiniz gibi ülkemizde yaşanmış en korkunç ve acımasız bir olayın mağduruyum. Ülke gerçeğini gören insanların, gerçeklerden uzak olan veya gerçeği bilip de koruma zırhı altında bilgileri saklayanlar tarafından katledilmesi sorunları daha da derinleştirmiştir. Farklı düşüncelerin ifade edilebilmesi gereklidir ve tartışmalara yol açacak olan düşünceler de toplumu geliştirecektir.
Bu düşünce sahiplerini kimse öldürmeye yetkili değildir, olmamalıdır. Birçok yerde suçlular ve karşılarında bizler. Bizlere düşen görev yolumuzu açan aydınlarımızın görüşlerine samimi ve gerçekçi olarak sahiplenmektir. Sahiplenmek ancak birliktelikle gerçekleşir. Bu birliktelik karanlık güçlerin korkusu olacaktır. İşte bu karanlık güçlerin en büyük korkularından biriydi Kürt yazar Musa Anter.
Elbette korkacaklardı ve halen de korkuyorlar. Neden mi? Cezaevinde bulunan ve yurt dışına çıkan gazetecilere bir baksınlar. Kalemi yerde kalmayacak denildiği zaman birçok kimse inanmamıştı ama gerçekler aksini gösteriyor. Bu ülkede gazetecilik zor bir meslek ama Kürt gazeteci olmak daha da zor. Aydın olmak, haklıdan adaletten yana bir bilge olmak her bakımdan zordu.
Musa Anter bu zor koşulların en önemli tanığıdır ve zorluğu en çok yaşayan ender bilge aydınlardan biridir. Kalemiyle ezilen bir ulusun var olma savaşını veren yazardır. Yaşam felsefesini şöyle tanımlayabiliriz. Resmi ideolojide olmayan dilin ve bir halkın gerçekte var olduğunu açıklamak ve bu konu hakkında egemenlere karşı her türlü baskıya ve şiddete karşı bir duruş sergilemek. Hem aydın olacaksın ve hem de ölümü ensende hissedeceksin. Hayatının 11 – 12 senesini gözaltılar, cezaevleri ve sürgünde geçirmiş bir gazeteci yazar, aydın, bilge olarak “Aydınların Gerillası”ydı.
Musa Anter ile ilgili yazdım. Şimdide babam hakkında yazayım izninizle. Her şeyden evvel, babam gibi bir insanın oğlu olmak çok zor. Hayat devamlı zorlukları bana yaşattığı için belki de daha rahat karşıladım bu zorluğu. Gençlik yılları Kürdistan’da geçtiği için babam ile iletişimim daha kolay oldu her ne kadar bizlere, eve gelen gençlerin yanında ikinci evlat muamelesi yapsa da onu anlayabiliyordum.
Zamanla da daha iyi kavradım. Nihayetinde evimize gelenler göç eden talebelerdi. Mardin’de olduğum dönemlerde Mardin Spor’da oynuyordum. İyi futbolcu olmama rağmen (dayımız olmadığı için) bir yerlere gelemedim. Nihayetinde ben de evinden göç eden biriydim. Sonra da 25 sene İsveç yaşamı. Bu göçler hayatın ne olduğunu nasıl olduğunu öğretti. Göçlerden dolayı her şeyim yarım veya eksik kaldı.
Futbol, eğitim, aile sevgisi en önemlisi babamdan uzak kalmam. Annemle de çok iyi anlaşırdık ve birbirimizi çok severdik. Zira o da bir müddet sonra İsveç’e yanıma geldi beraber kaldık. Ve daha birçok şey. Geriye birçok keşkeler kaldı. Onları her andığımda “keşke” kelimesi dilime dolanır ve beni başka bir yerlere götürür. Gittiğim yerlerde ne kadar keşkeler, acılar, hüzünler olsa da, İnsanın en yakınını böyle kaybetmesi ne kadar acı olsa da, o kişinin birleştirme gücü, hele babam olunca yaşamak da o kadar onur vericidir.
Yaşamımdasın, kalbimdesin…
/20 Eylül-Batman/