Türkiye’de son yıllarda hukuk, siyasi iktidarın elinde bir baskı aracı haline getirilmiş durumda. Kürtlere yapılana ses çıkarmayanlar şimdi o sopayla yüz yüze kaldı. DEM parti ve öncellerinde yasal siyaset yapan parti üyelerinin, yöneticilerin, seçilmişlerin, “terör” ile itham edilerek binlercesinin hapsedilmesi gerçeğini yıllarca yaşadık. Hukukçuların tanımıyla Kürtler’e yönelik bir “ikili hukuk”, “düşman ceza hukuku” pratiği uzun yıllardır uygulanan, partiler üstü bir devlet politikasıydı denilebilir.
Belli ölçüde mütedeyyin Kürt nüfusun da desteğini alarak iktidara gelen AKP dönemindeki ilk büyük kırılma Fetullahçı yargı eliyle yürütülen KCK operasyonları adı altında avukatların, gazetecilerin, yerel yöneticilerin kitlesel olarak yargılandığı siyasal yargılamalar oldu. Sonrasında HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırıldı, HDP kapatma davası ve Kobanê kumpas davalarıyla, bölge belediyelerinde kayyım uygulamaları sistematik hale geldi. Kürt halkının iradesini geçersizleştirmeye yönelik siyasi yargılamaların zemini daha da genişletildi.
Ancak hukukun sopa hali son aylarda hepten çığırından çıkmış görünüyor. “Kent Uzlaşısı” kapsamlı operasyon ve tutuklamlardan sonra bir süre önce gerçekleştirilen HDK operasyonları ile başka bir aşamaya ulaştı. Türkiye’nin her ulustan ve inançtan sol-sosyalist-demokrat siyasi partilerinin ve çeşitli toplumsal mücadele alanlarından aktivist ve temsilcilerinin HDP ile ittifakı “terör” parantezine alınmak istenmişti. Onlarca kişi bir sabah vakti evleri basılarak gözaltına alındı ve 30 kişi tutuklandı. Diğerleri ev hapsi ve denetimle bırakıldı.
Şimdi de CHP’nin “İstanbul ittifakı” ya da “Türkiye ittifakı” olarak, DEM partinin “Kent Uzlaşısı” diye isimlendirdiği yerel seçim ittifakı suç sayılıp, siyasi muhalefet topluca etkisizleştirilmek isteniyor. O seçim ki AKP’nin büyük bir darbe yediği ve batıda çok sayıda büyükşehir ve ilçe belediyesini kaybettiği seçimdir. Böylece “terör” parantezi nüfusun yarısından fazlasına, milyonlara taşrılmış oluyor.
Kent Uzlaşısı Nedir?
Terörize edilmek istenen “Kent Uzlaşısı”, 31 Mart 2024 yerel seçimleri öncesinde DEM Parti’nin her kentin özgünlüğüne göre, diğer siyasi partilerle yerel seçimlerde işbirliği yapmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ittifak, güçleri birleştirme mücadelesidir. “Türkiye İttifakı” ya da yerelde yapılan bir çok ittifak girişimi neyse “Kent Uzlaşısı” da aynı şekilde yasal partilerin meşru ve yasal bir ittifak pratiğidir.
Daha önce HDP ve DEM partili birçok belediyede gerçekleştirilen kayyım uygulamaları, bu kez İstanbul üzerinden “Kent Uzlaşısı” suç sayılarak ana muhalefet partisini de kapsayarak Türkiye genelinde tüm yasal siyasi muhalefete yayılmaktadır. İktidar bağlantılı yargı mensupları aracılığıyla gerçekleştirilen bu siyasi operasyonlar; rejimi daha da otoriter bir aşamaya taşımakta ve seçme-seçilme hakkını pratik olarak yok etmektedir.
İmralı üzerinden DEM Parti aracılığı ile adı konulmamış bir süreç yürüten iktidar blokuna karşı hem Kürt halkı, hem de Türkiye’nin demokrasi güçleri arasında güvensizlik olduğu bir sır değildir. İktidara duyulan bu güvensizlik, DEM Partiye ait yerel yönetim stratejisi “Kent uzlaşısı” ekseninde CHP’nin ve bir bütün olarak demokratik siyaset alanının kriminalize edilmesiyle daha da derinleşmektedir. Zira bu siyasi operasyonla doğrudan Türkiye’nin 3. büyük partisi olan DEM Parti faaliyeti hukuken “suç” sayılmıştır.
Ne şekilde olursa olsun, doğuda-batıda Kürt temsiliyeti söz konusu olduğunda, ‘terör’ parantezine alınarak belediye başkanlarının, seçilmişlerin görevden uzaklaştırılması, iktidarın muhalefeti sindirme girişimlerinin yeni bir aşamasıdır. Ve iktidarın bunu başka bir aşamaya vardırmak istediğini de varsaymak gerek.
Ekonomik Kriz ve Siyasi Çıkmaz
İktidara yanaşık azınlık sermaye gruplarının semirtilmesine, dolar milyarderi sayısının sürekli artmasına karşılık açlık ve yoksulluk içindeki milyonların sayısı da olağanüstü artmaktadır. Asgari ücret açlık sınırının altında, emekli, engelli, dul ve yetim maaşları bunların da çok altındadır. Çiftçi maliyetlerin yüksekliği nedeniyle üretememekte ve maliyetin altında satmaya zorlanmaktayken, gıda fiyatları enflasyonunda zirveyi zorlayan ülkede milyonlarca tüketici domates, patates, soğanı bile tane ile alır duruma gelmiştir. Artık ortalama bir memur, işçi, esnafın ev alma imkanı kalmamış, kiralar ise cep yakmaktadır. Son hukuk görünümlü CHP’ye yönelik siyasi operasyonun ekonomik maliyeti onlarca milyar dolarları aşmış, halk daha da yoksullaşmıştır.
Rıza üretme imkanını kaybeden iktidar bloku, iktidarını korumak için “seçimli otoriter”likten, seçimle iktidar değişikliğini de olanaksız hale getirecek bir tahkimat arayışı içindedir. Bu tahkimatın manivelası da yine Kürt sorununda çözümsüzlüktür.
Yargı ve Medya Sopası
AKP-MHP’li hakim ve savcılarla kontrol altında tutulan siyasi davalarda Anayasa ve yasa tanımaz, evrensel hukuka aykırı yargı pratikleri, yeni rejimin alameti farikası haline gelmiştir. Havuz medyası ve trol orduları ile itibar suikastı eşliğinde hukukun kırıntısı olmayan siyasi operasyonlarda gazeteciler, hak arayanlar, siyasetçiler susturulmak istenmektedir. İktidar ve yanaşık sermaye çevresinin suçları ise tam bir cezasızlık zırhıyla korunmaktadır. Anayasasızlık ve yasasızlık kural haline gelmiştir. Öyle ki, Hatay’ın seçilmiş vekili Can Atalay AYM kararına rağmen; Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ise AİHM kararlarına rağmen hala hapistedir. Kobane Davası tutukluları, 11 ayı geçmesine rağmen gerekçeli karar yazılmadığı için itiraz hakkını bile kullanamıyor. Bu durumun da bir siyasi ihtiyaçla bağlantılı olduğu çok aşikar.
Yerelde ve yüksek yargının kritik konumlarındaki iktidar iltisaklı hakim-savcılarla, HSK, Adalet Bakanı ve Sarayın Başhukuk danışmanı eliyle, fiilen başka bir “hukuk rejimi” inşa edilmektedir. Askeri darbe dönemlerini aratmayacak ölçüde temel demokratik haklar kullanılamaz hale getirilmiştir.
Demokratik, yasal ve açık bir şekilde yürütülen İstanbul yerel seçim ittifakı, iktidar tarafından kriminalize edilmeye çalışılmaktadır. Oysa, DEM Parti, Yargıtay denetiminde yasal olarak faaliyet göstermekte olan TBMM’nin üçüncü büyük partisidir. CHP, son yerel seçimlere göre en büyük seçmen desteğine sahip ana muhalefet partisidir. AKP-MHP iktidar bloku, iç politikada Hüda-Par, Sinan Oğan, Yeniden Refah, DSP, Perinçek grubu ile ittifak halinde seçimlere katılırken, resmi olarak terör listesindeki HTŞ ile Suriye’de dış politika zemininde ittifak yapmaktadır. Tarikat ve cemaatlerle ilşkileri ve ittifakları ise saymakla bitmez. İktidar partisi için ittifak politikası her türlü serbestken, sıra muhalefet partilerinin kendi arasında yapıldığında suç sayılmaktadır. Bu bir tür parti-devlet modelidir.
Ya Barış ve Demokrasi, Ya Demokrasi ve Barış
İktidar bloku dışında kalan tüm muhalefeti “suç” sayan İBB merkezli yeni siyasi operasyon, farklı siyasi yelpazeden, inanç ve kimlikten halkın büyük tepkisiyle karşılanmıştır. Halk, “yolsuzluk” ve “terör” etiketli bu operasyonu, hem Cumhurbaşkanı aday adayı olan İBB başkanı İmamoğlu’nu bir siyasi rakip olarak ortadan kaldırma girişimi ve hem de İstanbul’un mali olanaklarını kendi yandaşlarına aktarma amaçlı bir “çökme” girişimi olarak kabul etmiştir. DEM Parti de, ülke genelinde Newroz kutlamaları yaparken, hem Kürt temsiliyetini ve hem de ana muhalefet partisini hedef alan bu hukuksuzluğu kabul etmeyeceğini net olarak dile getirmiş, yer almış, Saraçhane’de destek ziyaretleri en üst temsiliyetle gerçekleştirmiştir.
Birikmiş tüm geleceksizlik, adaletsizlik, işsizlik, yoksulluk tepkisi üniversitelerden başlayarak Türkiye genelinde milyonların yürüyüşleri ve nöbetleri ile kendini dışa vurmuştur. Halk ve gençlik ayaktadır. Hiç bir baskının, gözaltı tehdidinin, polis zorunun kar etmediği bir eşiktir artık. Son olarak, CHP’nin önseçim için kurduğu sandıklarda kullanılan ve CHP üye sayısının 10 katını bulan 15 milyon oy, rejim ve iktidar için bir güvensizlik oyuna dönüşmüştür.
Demokratik Dönüşümü Mümkün Kılan Umut Işığı
Ortaya çıkan tablo, iktidarın siyasi operasyonuna tepki zemininde, kendiliğinden oluşan halk ittifakıdır. En karanlık dönemde, demokratik dönüşümü mümkün kılan bir umut ışığı söz konusudur. Her kesimden demokratların bu olanağı iyi değerlendirmesi gerekir. Halk desteğini yitirmiş otoriter iktidar; muhalefeti birbirinden ayrıştırıp, partilerin iç dengelerindeki kırılganlıkları tahrik ederek kendi ömrünü uzatmayı temel yöntem haline getirmiş olsa da bunun aşılabilir olduğu gösterildi.
Aynı zamanda demokrasi ve barış talebinin ayrıştırılmasının mümkün olmadığı son operasyonlarla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kürt sorunu merkezli iktidarın operasyonel atakları, soldan sağa her partiye bir biçimde değmektedir. Yetrki ayrıştrıcı söylem ve girişimlere karşı sağlam bir duruş sergilenebilsin. Zira milliyetçi önyargıları, ayrımcılığı körükleyecek söylemlerin ne Türk halkına, ne de Kürt halkına bir faydasının olmadığı herkes tarafından görülmektedir. Kürt meselesi başta olmak üzere Türkiye’nin temel siyasal sorunlarını çözecek tutarlı bir demokratik program ile milyonlar için iş-ekmek sorununu çözecek bir ekonomik program etrafında birleşilmesi çözümün anahtarı olacaktır.
İktidar Kendisini Çıkmaz Sokağa Hapsetmiştir
İktidar son girişimiyle siyasi muhalefeti ezerek gözdağı vermek isterken, kendisini de bir çıkmaz sokağa hapsetmiştir. Az çok demokratik bir devlette, ortaya çıkan geniş halk tepkisi karşısında iktidarın derhal istifa etmesi ve demokratik seçimlerle iradenin yenilenmesi gerekir. Ama artık iktidar için ‘aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık’ halidir söz konusu olan. Dolayısıyla ondan durumdan vazife çıkararak demokratik bir yönelim beklemek neredeyse mümkün değil.
Ancak iktidar da, muhalefet de hem kendisi, hem de Türkiye için tek çıkış yolunun Kürt sorununun şiddetten arındırılması, barış ve herkes için demokrasi olduğunu görmelidir. Toplumun, dar iktidar amaçlarına ve siyasi parti çıkarlarına harcanacak ekonomik takati ve siyasi tahammülü kalmamıştır. Bölgede ve Türkiye’de barış ve demokratikleşme için bir program ve tutum hızla ortaya konulmalı ve sergilenmelidir. Ayrıca Suriye’de Arap milliyetçiliği ve mezhepçilik eksenli bir azınlık HTŞ iktidarı değil, farklı kimliklerden ve inançlardan halkların, kadınların haklarını güvence altına alan Demokratik Suriye inşasına destek olunmalıdır. Aksi yönde ısrarın hem ülkede toplumsal barışı hem de Ortadoğu’da bölgesel barışı sağlayamayacağı bellidir.