İdlib, 21. Yüzyılda benzeri bir daha kolay kolay gelmeyecek cinsten bir kör kuyuyu anımsatıyor. Bunun için bir benzetme bulmak, oldukça zor. Gerek emperyalist işgalci güçler, gerek bölgesel devletler ve yerel aktörler ve gerekse rejimin kendisi için İdlib; pimi çekilmiş 5 kişinin birlikte tuttuğu bir el bombasına benziyor.
Ya da daha dramatik bir öykünün içinden bakacaksak eğer; Sergio Leone’nin destansı spagetti westerni, “İyi, kötü ve çirkin” (Il buono, il brutto, il cattivo) filminin unutulmaz “sad hill” mezarlığı sahnesinde, Clint Eastwood, Lee Van Cleef ve Eli Wallach’in kimin kime ateş edeceği belirsiz üçlü düello sahnesini andırıyor.
Bir başka ilginç nokta ise, İdlib ile ilgili güncel makale, inceleme, röportaj, doğrudan ziyaret gibi medya faaliyetlerinin 2020’den bu yana, yok denecek kadar azalmış olmasıdır. İçinde 5 milyona yakın insanın yaşadığını düşündüğümüz bir “abluka kentte” emperyalistler ve bölge devletleri öyle derin bir çıkmaza sürüklendiler ki, İdlib bugün buzdolabına konan nükleer silah gibi, beklemeye alındı. Bu “derin dondurucuya” koyma hali, özgür gazetecilerin İdlib’te faaliyet yürütememesinde de karşımıza çıkıyor.
Rusya, Türkiye, Suriye Rejimi ve HTŞ bu kentin doğrudan aktörleri iken, ABD, İran ve Lübnan Hizbullahı kuşatılmış kentin dolaylı aktörü durumundalar. Diğer yandan ABD’nin bu sahada aktif faaliyetleri sürüyor. Bu doğrultuda 2019 yılında Bağdadi’yi, 2022 yılında ise Ebu İbrahim el Haşimi el Kureyşi’yi, Türkiye sınırının birkaç kilometre ötesinde sofistike silahlar ile öldürdü.
Bilindiği gibi, El Kaide ve IŞİD arasındaki ayrışmanın ardından, kendini Nusra Cephesi olarak adlandıran silahlı gruplar, bir başka ayrışma yaşadı ve kendi içlerindeki El Kaide mensupları ile yol ayrımının ardından HTŞ (Tahrir el-Şam) olarak İdlib sahnesine çıktılar.
Burada ABD’nin Afganistan’dan çekilme süreci ile El Kaide’nin uluslar arası arenada meşru hükümet olarak tanınmasına vermiş olduğu simbiyotik etki ile Suriye’de IŞİD liderlerine yaptığı saldırılar ile HTŞ’ye alan açıldığını görmek ABD’nin kime “uygun bir eğim” oluşturduğunu anlamak açısından kritik.
HTŞ ise şimdilik, dünya ölçeğinde bir Cihat hedefinden vazgeçerek, daha lokal bir Suriye devrimi sloganına sığınmış durumda. HTŞ lideri Muhammed el Colani’nin medyaya verdiği çok nadir birkaç röportajında, Rusya, Suriye ve İran üçlüsüne karşı, savaşta hedefleri olduğunu gizlemeyen bir dil kullanırken, ABD söz konusu olduğunda bu dil yumuşuyor. Örneğin Afganistan’da Taliban-ABD anlaşmasına biçtiği değeri gizlemezken, IŞİD’i bu anlaşmayı eylemler ile zedelemekle suçluyor. YPG’yi ise kendi portföylerinde dile getirdiği Cihada dayalı Suriye devriminin açık düşmanı olarak niteliyor.
Ancak söz konusu Türkiye olduğunda Colani, epey hesaplı ve diplomatik bir üsluba dönüyor. “Tarihin ve coğrafyanın sesi yüksek çıkar. Türkiye ve Suriye’nin arasında geçmişten gelen tarihi ve coğrafi bir bağlılık var. Bunu çok iyi idrak ettik. İki halkın maslahatına destek vermek istiyoruz. Suriye devrime yönelik bir tehdit aslında uzun vadede Türkiye’ye de yönelik.” Açıkça cihatçı silahlı bir örgüt ile Türkiye devletinin ortak “maslahatı” ne olabilir ?
Diğer yandan Colani, Türkiye’ye İdlib’te biçilen “Ilımlı Muhalefet ile radikal grupları ayırmak ve silahsızlandırmak” görevine dair söyledikle daha ilginç. “Silahlarımızı bırakmayacağız, savaşmaya her zamankinden daha hazırız. Şu anda bütün gücümüzü, sivil hükümete destek (İdlib hükümeti !) vermek için kullanıyoruz, ancak zamanı geldiğinde tüm cephelerde devrim için savaşacağız” ifadesinde bulunuyor. Elbette bu sözler, diplomasi dilinde, seviye kazanmak için söylenir ancak Colani gibi birisinin, silahlarını bıraktığında neler olacağı konusunda deneyimi olmadığına inanmak güç.
Putin liderliğindeki Rusya için, İdlib’e müdahale etmek şu anda anlamsız ve faydasız. Bu durum her şeyden önce patlak veren Ukrayna işgali dururken zor ve zahmetli, “esnek partneri” Türkiye için göç dalgası yaratacağından ve mevcut siyasal iklimi sarsacağı için riskli, bölgeyi terk edecek yabancı savaşçıların, Kafkasya ve Doğu Türkistan’a dönme olasılıkları sebebiyle “Avrasya bloku” için tatsız sonuçları olacak bir durum. Rusya için endişe kaynağı olan şey, Colani’nin ABD ve Taliban çizgisine yakınlığı. Amerika, radikal cihadistler ile çalışmakta Rusya’dan 50 yıl daha deneyimli. Bu bölgenin, ABD etkisinden uzakta, uydu bir siyasi misyon ile uzun süre “gri bölgede” kalması Rusya için hem bölgede kalmak için gerekçe hem de güney komşularına tehdit yaratmak için altın bir fırsat. Bu yönü ile İdlib ve HTŞ, okyanus üzerinde uçağın inebileceği küçük bir havalimanına sahip adacık kadar kıymetli.
Diğer yandan, Türkiye’deki 5 milyona yakın Suriye’li mülteciyi geri göndermek için, kapalı kapılar ardında çırpınan Erdoğan’ın aksine, buna engel olan en büyük aktör; bizzat Putin’in kendisi.
Putin, bu 5 milyon mülteciyi ve Suriye’de uçuşa kapalı bir alandaki hava üstünlüğü ile TSK’nın on binlerce personelini dolaylı olarak rehin tutmuş durumda. Erdoğan’ı Putin karşısında kıvrandıran şey, tam olarak bu. Bu yüzden Erdoğan bayram sonrası için ipuçlarını verdiği, güney operasyonu hedefinde, Fırat’ın doğusunu hedef gösteriyor.
İdlib konusunda en çaresiz aktörlerden birisi rejimin ta kendisi. İç savaşın ikinci döneminde Esad, kendi ordusunun hemen tüm kademelerinde İran ittifakına yakın generallerini tasfiye ederek, Rusya ittifakına yakın kurmayları öne çıkardı. Bu durum özellikle Lübnan Hizbullah’ında büyük hoşnutsuzluk yaratsa da, Kasım Süleymani gibi, dış operasyonların kilit aktörlerinden biri öldürülünce, bu bölgede İran faaliyetleri sekteye uğradı. Bu yüzden Esad’ın burada gerçekçi hedefi, silahları kontrol altına alınmış bir İdlib’e uzun süre müsamaha göstermek. Bu konuda karar alabilme ve sahada uygulayabilme gücünü çoktan yitirdi. Suriye’de Kürtlere ve rejim ile demokratik müzakere yürütebilecek tüm kesimlere karşı da Esad, aynı acımasız çaresizlik ile yanıt veriyor. Bu yanıt “hiçbir şeyden” daha fazlası değil.
İdlib konusunda, en sıra dışı hayallere sahip ülke kuşkusuz Türkiye. Bugün için 30 km’lik tampon bölgede ABD ve Rusya ile devriye nöbetleri gibi anlamsız ve göstermelik faaliyetler kadar, İdlib’te otoyol güvenliğini sağlama, ılımlı muhalefet ile silahlı grupları ayırma ve silahsızlandırma (Bu görevin anlamsızlığı, 3 yıldır silahsızlanmaya dair tek bir kanıtın olmayışı) gibi “önlükler” Türkiye için “içeride” hiçbir şeye yaramadığından Erdoğan, kendisine bugüne dek dış siyaset sunan, “hayal mahsulleri ofisinden” aldığı perspektif ile İdlib’te belediyecilik yapıyor, para harcıyor.
Bu ekip muhtemelen, Erdoğan’a Amanosların güneyi ve doğusunda olabilecek en geniş hattı tutmasını ve demografyaya müdahale ile gelecekteki olası, referandumları garanti altına almasını salık veriyor. Erdoğan’ın en başından beri devlete toprak kazandırmış lider olma hevesini biliyoruz.
Bu doğrultuda, Türkiye, İdlib’te hastane, kreş, bakım yurdu, polis ve güvenlik okulları, altyapı, konut inşa ediyor. TSK personeli dahi, asker miyiz, belediye mi ? diyerek şaşkınlık yaşıyor. Bu işler Türkiye’de belli kurumların da sübvansiyonu ile gerçekleşiyor. Örneğin AKP’nin yan kuruluşu gibi hareket eden ve üye sayısı 1 milyonu aşkın Memur-Sen İdlib’te milyonlarca TL harcayarak tesis açıyor. Bu tesisler için Türkiye’nin sınır dışındaki maharetli! kurumları Kızılay ve Diyanet’te kadro ve bütçe sağlıyor.
Rusya’nın da şikayet ettiği gibi Türkiye İdlib’te HTŞ’nin silahlarına müdahale edemezken, oradaki fiili yerel hükümete altyapı konusunda müthiş destek veriyor. O halde bu destek neden ? Birincisi Türkiye halen Rusya’nın elinden alamadığı, İdlib’e insani yardımların ulaştığı güvenli koridorun tek çıkışı. HTŞ, rejime dayanabildiği ve ayakta kalabildiği sürece, Erdoğan ve Türkiye’nin kontrolünde yeni bir Lübnan olabilir. Bu yeni devletçik, Türkiye’nin bölgeye Türkçü ve mezhepçi rejim ihracı için, paramiliter güçlerden oluşan yapısı ile, çok uygun bir partner olabilir. Şii İran’a, Nusayri Suriye’ye, Musevi İsrail’e ve demokratik mücadele veren Kürtlere karşı, cihadist bir İdlib devletçiği doğrusu güzel bir hayal. Kelime oyunu yaparsak eğer, Kasım Süleymani’nin Lübnan’ı vardı. Erdoğan ve H. Fidan’ın da İdlib hayali.
Suriye ve yazımızın konusu olan İdlib’in uluslar arası emperyalizm ve bölgede ulus devletler için, kapitalist modernitenin en doğal sosyolojik sonucu olduğu çok açık. Halklara, onların özgür ve kolektif örgütlenme ve kendini yönetme momentumuna karşı ne koyarsanız koyun, elinizde kala kala şiddet aygıtı kalır. Suriye, Batı ve Avrasya uygarlıklarının iflasının kanıtıdır. Kapitalizm kadar, geleneksel sol için de öyle. Uygarlık burada kayboldu ve kendini tekrar burada bulacak.
Devam edecek…