Müzisyen ve besteci Erdem Pancarcı, Tahir Tofiq’in Lem Lan û Lew Lanim Ke eseri ile Baba Tahir-i Uryan’ın bin yıllık “Du Zilfên Te” şiirine ses oldu. “O dağlara gittim, hikayelerin geçtiği yerleri gördüm” diyen Pancarcı projelerini, çıkış hikayelerini ve hazırlanma sürecini Yeni Özgür Politika’dan İlhami Erdoğan’a anlattı.
Yakın zamanda iki önemli çalışmaya imza attınız. İlk olarak Soranî lehçesinde seslendirilen Lem Lan û Lew Lanim Ke ile başlayalım. Proje nasıl oluştu?
Uzun süredir Soranî eserleri inceliyorum, Soran sanatçıları takip ediyorum. Tahir Tofiq de onlardan biriydi. Lem Lan û Lew Lanim Ke eserini çalışmaya karar verdim. Ama kalabalık bir ekibe ihtiyacım vardı. Kürtçe eserleri orjinaline yakın yorumlayacak çok fazla kişi ve kurum yok. Neyseki Ma Müzik’teki arkadaşlar vardı.
MA Müzik ile ilk ortak çalışmanız mı?
Geçmiş yıllarda birkaç defa kurumlarına uğramıştım ama asıl tanışmamız deprem zamanı oldu. Burada yapılan yardım konserlerinde Şêrko Kanîwar ile tanıştık. Proje için de onunla iletişime geçtim. O da projeye çok sıcak baktı, beni orkestra şefleri Ramin Rabiei ile tanıştırdı. Ramin aynı zamanda MA Müzik’te santur eğitimi veren Soran bir arkadaştı. Daha sonra hazırlık süreci başladı. Ben eserin Sorani müziklere yakın olmasını istiyordum. Bunun için de sazlılara ihtiyaç vardı. Çalışmayı burada bağlamayla, tamburla, kavalla ya da meyle yapabilirdim ama o zaman Sorani rengini vermezdi bence.
Projeyi kaydetme sürecimiz de çok maceralı geçti. Çarşamba gece Amed’e vardım. Ertesi gün kayda başladık. Kısa kısa aralarla tüm kayıtları tamamladık. Akşam saatlerinde ise klip çekimine başladık, geç saatlere kadar sürdü. Çok yorulduk ama değdi. Buradan tüm arkadaşlara yeniden çok teşekkürler, emeklerine sağlık.
Müzikteki bu arayışınız aynı zamanda sizin kimliğinizi de oluşturuyor. En azından dinleyicilerinize böyle yansıyor…
Çok doğru. Karışık bir yolda yürüyorum. Farklı dallara büyük bir ilgim var. Belli bir tarzım yok diyebilirim. Klişe gelebilir ama bu sene ne tarz projelerim çıkacak ben bile bilmiyorum. Çünkü haftaya çok başka bir tarzdan etkilenebilirim.
Uzun uğraşlar sonucu çıkan eserinizin geniş kitlelere ulaştığını düşünüyor musunuz?
Biz aslında böyle bir beklentiyle yapmadık. Çünkü biz bu projeyi sadece bugün için yapmadık. Bundan 50 yıl sonraya da kalacak ve yeni nesillerle buluşacak. Dolayısıyla ne zaman kimlerle buluşacağına bilemeyeceğiz.
Du Zilfên Te (İki Zülfün) isimli diğer projeniz içinse Colemêrg’e uzun bir yolculuğa çıktınız. Bize bu yolculuğun hikayesini anlatır mısınız?
Beni alıp götüren aslında güzel bir dostumun bana hediyesidir. Dostum İlyas İsen, Mainz kentinde Kürtçe öğretmeni. İlyas iki yıl önce bana rahmetli Kadri Yıldırım hocamızın yazdığı Baba Tahir-i Uryan kitabını hediye etti. Kitaptan çok etkilendim ve geçen sene kitaptaki bir şiire ‘Zülfü’nün Kokusuna Vurgunum Gül’ adlı Türkçe bir kilamı besteledim. Ardından bir şiirini daha besteledim. Sonrasında o şiirin hem Türkçe hem de Kürtçe olduğunu gördüm. Başta hangi dilde olacağına karar veremedim. Sonra karar vermek zorunda olmadığımı fark ettim. Yani bu eser hem Türkçe hem Kürtçe olabilir ve herkes dinleyebilirdi. Asıl emek Kadri Hoca’nın; çok güzel hazırlayıp çevirmiş.
En çok ne etkiledi sizi bu kilamda?
Bin yıl önceki duyguların bugün hala karşılık bulması beni en çok etkileyen şey. Yazdıklarıyla adeta içimi okudu. Daha sonra başka bir arkadaşım vasıtasıyla Serdar Canan’ı tanıdım. Serdar etnomüzikolog, dengbêj ve stranbêj. Çok değerli bir müzisyen. Bu projeyi onunla kaydetmeye karar verdim. Başta dijital bir proje olmasına karar verdik. Ben buradan o Gever’den kayıt alacaktı, sonra birleştirecektik. Seslerin altına nasıl bir görüntü eklememiz gerektiğini düşünürken en uygun olanın Colemêrg dağları olacağına karar verdik. O yüzden ‘Sevgili Serdar eğer sen de kabul edersen Colemêrg dağlarından görüntü alalım’ dedim.
Kilamlarını söylediğiniz coğrafyada olmak nasıl bir duyguydu?
O dağlara gittim, hikayelerin geçtiği yerleri gördüm. Colemêrg’i, Gever’i hep duyuyoruz ama neden Yüksekova’ymış orada anladım. Hakikaten yüksek bir ova; rakım 2 bin metre. Dört yanı dağlarla çevrili geniş bir ova. Sevgili Serdar beni havaalanından aldı. Şehre vardığımda büyüsüne kapılmıştım. Çok etkilendim. Çalışmalar boyunca hava koşulları için uyarıldık. Bu havada olmaz, yağmur yağar dediler. Zirveye çıktığımızda ise tam bir sonbahar havası ile karşılaştık. Hemen kameralarımızı kurduk, o sırada kar yağmaya başladı. Öyle ki tamburumun içine işledi. Muhteşem bir görsellik içinde biz Baba Tahir-i Uryan’ın bin yıllık Du Zilfên Te şiirine ses olduk.
Du Zilfên Te ne zaman yayımlandı?
Almanya’daki Noel Bayramı’nın başlangıcında yayımlandı. Bu tarihi bilerek seçtik. Ayın 24’ünde itibaren Almanya’da ve tüm Avrupa’da herkes evine çekilir, sakin bir mekanda, belki sofra başında olur. Projenin tam da böyle bir ortamda izlenilmesini istedim.
* * *
Sanat devam etmeli
Çalışmalarımızı sürdürürken Serdar Canan’ın babası vefat etti. Projeyi iptal etme teklifini götürdüm ama sevgili Serdar “Kesinlikle hayır” dedi. Bizler bazen çok zor koşullarda çalışmak zorunda kalıyoruz. Hayat bir şekilde yolunu çiziyor. Örneğin babası vefat eden bir işçi fabrikaya geçtiğinde onu kimse yadırgamıyor ama sanat çalışmalarında insanlar işin iptal edilmesini, rafa kaldırılmasını bekliyor. Ben de Serdar gibi devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Savaşlara, ölümlere, kayıplara rağmen sanat devam etmeli. Bu proje böylelikle daha da derinlik kazandı. Yaşanan kayıp bizi yakınlaştırıp projeyi anlamlı hale getirdi. Devri daim olsun.