Eylem Kahraman: Kirazlar çiçek açtığında…

Kahramanların yaşamına eşlik ettiğini onlarca anda gördüğümüz kiraz çiçeklerinin bir özelliği de ömrünün bir hafta ya da en fazla on gün olmasıdır. Japonlarda samuray yaşam tarzını simgeleyen bu çiçekler Kürtlerde de kısacık ömrüne birçok şey sığdırıp yaşamının en güzel döneminde solmadan, kurumadan toprağa düşenleri simgeler.

“Bir kitaba daldığınızda kendi kendinize kalırsınız. Ancak okumayı bitirir bitirmez, tabii eğer söz konusu olan iyi bir kitapsa onu başkalarıyla paylaşmak, hikâyenin üstünden geçmek, karakterleri değerlendirmek ve kitabı özel yapan şeyleri tartışmak istersiniz” der Blake Morrison.

Tam da böyle bir kitap okudum bugünlerde. Taze sac ekmeği gibi buharı üstünde tüten kitap Aram Yayınevi’nden çıktı. İsmi “Kirazlar çiçek açtığında.” Yazarı ise otuz yıllık tutsaklıktan sonra fiziki özgürlüğüne kavuşan Tevfik Kalkan.

İnsan hayatının savaşla, sürgünle, tutuklama, yok sayılma, baskı, şiddet ve ölümle “xan û xirabe” edildiği bir coğrafyanın çocuklarıyız. Dolayısıyla hemen hepimizin birbirine benzeyen bir yaşam öyküsü var. Etrafımızdaki birçok kişinin yaşadığına tanık olduğumuz bir hayat mücadelesi Kalkan’ın kaleminde ilham verici bir kendini bulma hikâyesine dönüşüyor. Yazarın kendi kültürel köklerine, yerel öğelere, kişisel deneyimlerine dayanarak yazması, anlatıya farklı sesleri, coğrafyaları ve yaşam deneyimlerini dahil etmesi okura yeni perspektifler sunuyor. Derinlikli karakterler, güçlü anlatım, iyi çatılmış bir kurgu var kitapta.

Kahraman bakış açılı birinci tekil anlatıcı diliyle yazılan eserde olay örgüsünün tüm yükünü asıl kahraman üstleniyor. Bir insanın sahip olduğu veya olabileceği bilme, görme, duyma, yaşama imkânlarıyla sınırlı olan ben anlatıcı kendi yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini öne çıkardığı için okurla daha sıcak, samimi ve inandırıcı bir diyalog, daha yakın bir bağ kuruyor. Kalkan bu anlatım tarzıyla okuru empati kurmaya, iç dünyaları anlamaya, çözmeye ortak ediyor. Yaşamın zorlayıcı yönlerini gözler önüne sererken özgürlüğün bedelini keşfetmeye çağırıyor.

Bir yazar için yazmak, yaşamak, yaşamı en derinden duyumsamak demektir. Kitabın duygularla yüzleşerek, zahmetli bir kazı sonucu yazıldığı anlaşılıyor.

Kitapta kadın sesi güçlü verilmiş. İç konuşmalar ve diyaloglarda yazarın iç dünyasının sesi duyuluyor. Dengeli bir tempoyla ilerleyen anlatının şiirsel dili ise olayların akış hızında, telaşsız, dingin ve sıcak. Kahramanların iç çatışmalarını, üzüntüsünü, mutluluğunu, insana dair tüm duyguları özenle anlatması Kalkan’ın dile ne kadar hakim olduğunu gösteriyor.

Kalkan, doğa-birey ilişkisini de ustalıkla veriyor. Neredeyse her bölümde karşımıza kiraz ağaçları, kuru kiraz dalları, yeni açmış/ kurutulmuş çiçekleri ya da kokusu çıkıyor. Kahramanların yaşamına eşlik ettiğini onlarca anda gördüğümüz kiraz çiçeklerinin bir özelliği de ömrünün bir hafta ya da en fazla on gün olmasıdır. Japonlarda samuray yaşam tarzını simgeleyen bu çiçekler Kürtlerde de kısacık ömrüne birçok şey sığdırıp yaşamının en güzel döneminde solmadan, kurumadan toprağa düşenleri simgeler. Hakkında birçok şey öğrendiğimiz, her satırda akıbetini daha da merak ettiğimiz kahramanın kardeşi doğduğunda kiraz ağacı dikmesi, bu ağaçla fotoğraflarının olması, annesinin niyaz dağıtırken o ağacı da unutmaması, yıllar sonra o ağaca bakıldığında yaşamın kendisini nasıl yeniden var edebildiğini, zamanın izlerinin dallara, yapraklara, açmış/kurumuş çiçeklere nasıl da sindiğini gösteriyor.

Romanı benim açımdan güçlü kılan bir başka nokta ise köyümüzün yanı başında akan nehrin sesini kulaklarıma, oradan ruhuma taşıması, evimizin karşısında heybetle yükselen kutsal dağın görüntüsü eşliğinde beni memleketime götürmesi, insanın kendinden kendisine yol açtırması, yollar aştırması oldu. Kahramanların da gerçeğin yorgunluğundan ışığın kendisine durmadan yürüdüğünü hatırlarsak…

Kalkan onların geçtiği yolları, dönüp dolaştığı yerleri yazmıyor da resmediyor sanki. Okurun elinden tutup karakterlerin yaralarının üzerinde gezdiriyor adeta. Hep aynı sızıya dönen anlatıcının acısının bir taş olup göğsüne oturduğu duygusuna kapılıyor insan okurken.

Bu kitabı farklı kılan başka bir özelliği de okuru kendisiyle baş başa bırakıp iç sesini daha iyi duymasını sağlaması. Anıların, acıların kolayca geçip giden bir şey olmadığını, yaşamın her anında var olduğunu/ olacağını anlatan, bittiğinde köz olup yakan etkileyici bir kitap “Kirazlar çiçek açtığında.”

Kaynak: Eylem Kahraman/ Yeni Özgür Politika

İlginizi Çekebilir

Adalete skandal müdahale: AKP’li Servet Tecirli’yi kim kurtardı?
Duran Baba 20 gündür kayıp

Öne Çıkanlar