Musa Dinç olayıyla birlikte bir “porno” tartışması başladı. Dinç’in kitaplarını bilmem, yalnızca basına yansıdığı kadarıyla bilgi sahibiyim. Bu vakadan sonra kitaplarını edindim, baktım.
Yazar, ruhsal olarak bir yazar mı?
Bana göre, zayıftır.
Çocuk edebiyatı bir piyasadır, hatta yayınevleri bazen çocuk hikâyesi yazsana diye kadrolu yazarlarına teklif götürürler ve Musa’da bu piyasaya girme derdine düşmüş biridir. Şiir yazmış, hikâye yazmış ama çocuk edebiyatında dikiş tutturmuş! Oradan bir yol bulmaya çalışmış.
Dinç’in söz konusu kitabına ise sanırım sosyal medya dokunmalar oldu ve bunun sonucunda tutuklanıp cezaevine kondu.
Dinç’in suçunu biliyor ama hangi maddeden dolayı tutuklandığını tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla hayvanlar arasındaki cinsel münasebetleri, çocuk kitabı diye insanlara yutturan bir pişkinle karşı karşıyayız.
Dinç’le ilgili daha bir sürü şey söyleyebiliriz. Dinç’le ilgili kimi yazılar da okudum. Örneğin bunlardan bir tanesi Ümit Kıvanç’a aitti. Kıvanç’ın yazısının ana ekseni Dinç’ti ve tümden ifade ettikleri doğruydu. Kıvanç vicdanlı bir muharrir olsa gerekti. Kıvanç, Dinç’in kitabını okumuş ve yazdıklarının edebiyatla bir ilgisi olmadığını dile getiriyor. Haklıdır. Yerden göğe kadar haklıdır. Ama Kıvanç, Dinç’i alt etme adına kalemine de epey zeval getiriyor. Ne dese haklıdır, ne dese hak verecek bir yerdeyizdir. Dinç üzerinden yürüyen bu kadar haklılık, bize başkalarını da bize göster hakkını veriyor. Madem ki amacımız edebiyat değildir, amacımız adalete hizmettir, madam ki neşter vuruldu makamımız şataraban olsun, herkesi görelim. Soru ise şudur: Mesele edebiyat mıdır yoksa, adalete suçluyu göstermek, bir ihbar mekanizmasını harekete geçirmek midir?
Peşin!
Dinç’in yazdıklarının edebiyat, çocuk edebiyatı bağlamında hiçbir anlamı yoktur; teknik ve teorik olarak Dinç’in yazdığı bütün kitaplar vasattır, şiirleri kötüdür, yazdığı hikayelerin ne dil ne anlatım olarak bir güzelliği vardır.
Ama!
Dinç’in kitabı toplatıldığı- yazar ve yayınevi tarafından imha edilene kadar toplam dört baskı yapmıştır ve bu, birilerinin, sosyal medyanın dikkatini çekince suç sayılmış, dahası sosyal medyada gösterilen sayfalar eleştiri konusu olmuşlardır.
Çocuk kitaplarında ucuz fantezilerin tiraj yapması yazınsal olarak geldiğimiz yeri gösterir ama sansür bağlamında bir çifte standardın olduğu da açıktır. Yayıncılık sektörünün de bittiği yerdir burası. Kitap editör tarafından okunmamıştır, yazardan geldiği gibi matbaaya gitmiştir.
Daha da uzatabilirim. Dahası diye bir dizi cümle kurabilirim.
Ancak, aynı konuyu başka biri dile getirdiğinde Türk aydınları nedense sessiz kalmışlardır. Ferhan Şensoy’un kitabında hayvanlara (tavuğa) tecavüz ve isimler üzerinden bir ırkçılıkta da söz konusudur. Şu cümle: “… saçma buldu Noemi’yi becerme düşüncesini…” Noemi, bir Yahudi ismidir.
Dinç cezaevindedir ama Şensoy’a dava açılıp açılmadığı belli değildir. Şensoy’un yazdığı yargı bağlamında bir suç sayılmıyor. Şunu anlıyoruz, suçlar kişilere göredir, yoksa suçun vasfının da bir önemi yoktur. Suç unsuru kişilere göre biçim değiştirmektedir. Diyarbakırlı bir yazar bunu yazarsa suçtur ama, Türk bir yazar yazarsa, bu suç değildir, hatta görmezlikten bile gelinebilir.
Peki ya şuna ne demeli?
Söz konusu edeceğim kitap Duran Yılmaz’ın “Keloğlan Ak Ülke” adlı kitabı. Kitap “Yuva” isimli bir yayınevinin “Türk Yazarları Çocuk Dizisi’nden” çıkmıştır. Bu kitapta Hızır adında bir kişi vardır ve Hızır, bir kız çocuğunu istismar ediyor!
Şaka gibi.
Ama bu kitap piyasada satılıyor. Yazarı hakkında bir suç duyurusu bile yok ve aydın diye bildiğimiz kimseler tek kelime etmiyor. Yazmalılar mı? Evet. Suç duyurusu sayılmalı mı bu? Hayır!
Sansür kötüdür!
Başta da söyledim, “Çocuk kitabı” diye pek çok yayınevi eğitim amaçlı kitaplar basıyor ve bu kitaplar çok para kazandırıyor. Bu yüzden yayınevleri kitapları okumuyor, basıyor. Kimse de kitap okumuyor, sadece satın alıyor. Burada yargılanması gereken Türkiye’deki edebiyat anlayışıdır, editör yokluğudur ve her şeyin piyasaya indirgenmesidir.
Çocuk kitabı denilerek de aslında bir edebiyat değil, bir para kırma makinesi gündemdedir ve kötü yazar bu tekele girme adına en berbat hikâyeleri masal diye yutturabilir, yutturuyor da. Yeter ki satılsın.
Türkiye’de özellikle edebiyatta nitelik diye bir dert bitmiştir. Yazar diye bildiğimiz önünde uzun kuyruklar oluşan kimseler, yazdıklarının binde biri kadar kitap okumamış kimselerdir ve en trajik olan, yazarlık, bir yan iştir, ek gelirdir. Kitleyi bulan kaleme sarılıyor. Yazmanın sancısıyla kıvranan yazar dönemi kapanmıştır.
Türkiye’de eleştiri de yoktur. Yayınevleri bir yazarın kitabı çıktığı zaman hangi gazeteye söyleşi verileceğine karar veriyorlar, hangi dergiye kapak olacak diye konuşuyorlar ve hangi “eleştirmene” kitabı yazdıracaklarını düşünüyorlar. Yayınevlerinin fotoğrafçısına, çizerine haber ediliyor, uygun pozlar yakalanıyor ve böylece yazar, tüccara, yayınevi de işyerine dönüyor.
Edebiyatsa, çoksatarsa edebiyattır zaten. Bunlar bir edebiyat disiplini içersinde olmaz. Para verilir, eleştiri yazıları yazdırılır, hatta “eleştirmene” hangi konuları öne çıkacağı konusunda bilgi bile verilir, o da bunu yapar. Bir de simsarlar vardır. Bunlar, kötü kitaba bile müşteri bulurlar. Bir kitabın iki hafta sonra çıkacağı bilgisi verilir, kitap çıkar, bir bakarsın iki gün sonra birinci baskı bitti diye haber edilir. Anlarız, tiraj bile okur değil, bir reklama dönmüştür.
Türkiye’nin edebiyat beğenisi kalmamıştır. “Annem yemek yaparken, babam kahvede otururken Reşat Nuri okuyor” diye kurulan cümleler bitmiştir. Kimi edebiyatçılar seksenli yılların arabeskçileri gibidir. Yayınevleri de “Küçükler” serisini ortaya çıkaran Unkapanı sakinleridir; işleri güçleri yemeklere çıkma, işleri güçleri pazar oluşturmadır. Ne kadar iyi yazdığının hiçbir önemi yoktur Türkiye’de, hangi yayınevinde kimi tanıyorsun sorusu vardır.
Bir de kitabın iyi ve güzel olduğunu hangi yayınevinin bastığıyla ölçülür. Çünkü, okur yoktur. Bir kitap çok satıyor, sonra dizi filmi yapılıyor. Filmde kahraman, “skrm”, “aq” gibi ifadeler kullanılıyor. Bazı dizilerde küfürler başka seslerle kesiliyor. Bu, bitmişliktir, çünkü edebiyat çeşnisi bitmiştir.
Çocuklara dönük porno kabul edilemez ama bu ülkede Suriyelilerin böbreklerinin satıldığına dair edebiyat bile değer bulmuştur, yüz bin satmıştır, insanlar imza için kuyruğa girmiştir. Tek bir satırı edebiyat değeri taşımayan kitap “öykü” diye sunulmuştur. Allahın bir kulu da çıkıp bir eleştiri yazamamıştır.
Sansür doğru bir şey değildir. Bu kitapların “edebiyat” olup olmadığına mahkemeler değil, edebiyatçılar karar verir. Yayınevlerinde çocuk edebiyatı uzmanı kimseler karar verir. Sorun yazılanın ne kadar çocuk edebiyatı olup olmadığıyla ilgilidir. Dinç’in kitapları basıma değer değildir. Suçsa, basıma değer olmayan bir kitabın basılması ve satılmasıdır. Böylesi kötü bir kitabı dil yanlışları, anlatım bozuklukları üzerinden eleştirmek çok kolaydır.
Bağlarken şunu da söylemem gerek, erotizm edebiyatın zor kısmıdır. Öyle her edebiyatçının yapabileceği bir şey değildir. Ciddi bir şeydir.