Bazen siyasetçiler kimi ifadeleri kullanırlar ve bu ifadeler birden yayılır, bir şey zannederiz ama onlar üzerinden elde ettiğimiz tek bir şey vardır: Yüzeyselliktir.
Konuyu çok fazla uzatmak niyetinde değilim. Konu açıktır ve konunun iki kahramanı vardır; biri Meral Akşener, diğeri Selahattin Demirtaş’tır.
Demirtaş, mağdurdur. Tek bir şey dahi söylemek istemiyorum! Meral Akşener ise!
Akşener barajı zor geçen bir parti başkanıdır; hükümetin de gayri resmi ortağı olma derdi dışında bir derdi yoktur. Kendisini ve partisini devletin çimentosu sayar, öyle bir düşünür ki, kendisi dışında bu ülkeyi seven, ülke insanını anlayan yoktur.
Milliyetçiliğin duygu olarak iki özelliği vardır; ilki kibir, ikincisi narsizmdir.
Demirtaş, “Dışarıda olsaydım bir sabah Başak’la birlikte Meral hanımın kapısını çalar ve kahvaltıya geldik derdim” diyor.
Akşener, buna yanıt vermiyor, bir iki cümle ediyor ama söyledikleri hiç de yabana atılacak, yenilir yutulur gibi değildir ve tuhaf bir şekilde, bugün pek çok sitede, bir erdemmiş gibi de söyledikleri bolca alkışlanıyor.
Akşener, bu “dostça kahvaltı” davetini kibirle karşılıyor, şunu söylüyor:
“Biz partimizi zaten değerler üzerinden kutuplaştıran anlayışı ortadan kaldırmak için kurduk. İnsan odaklı bir bakış açımız var. Bir yere gidince diyorum ki ben propaganda yapmaya değil sizi dinlemeye geldim. Şunu fark ediyorsunuz ki herkes aynı acıların içinde. Bu makulde buluşmak sadece eleştirmek değil, çözüm önerilerini sunmak için çıkılan bu yolculuğun meyvelerini alıyoruz. Bazen bir vatandaş gelip kulağıma ben size haksızlık ettim hakkını helal et diyorlar. İnsanlar birbirleriyle derin dostluklar kurmak zorunda değil ama saygı göstermek zorunda. Bunun yaptığınız zaman derin sorunlar ortadan kalkar. Haberin tamamını okumadım. Ama şunu söylemek isterim. Güneydoğu’da şöyle bir gelenek var, kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Evin en yaşlısı tarafından karşılanır. Sonra kapıdan çıkıp gittikten sonra davanız devam eder. Güneydoğu’nun böyle bir özelliği var.”
Akşener, partisini “değerler üzerinden” kurduğunu söylüyor. Bunu da “İnsan odaklı bir bakış açımız var” diyerek açıklıyor. Yani Demirtaş’ı, bir Kürt siyasetçi olarak değil, partilerinden kaynaklı “insan odaklı” anlayışlarından dolayı kabul edebileceğini söylüyor. Bunun belgesi olarak da yaptığı ziyaretleri sunuyor:
“Bir yere gidince diyorum ki ben propaganda yapmaya değil sizi dinlemeye geldim.” Yani karşısındakini dinliyor, karşıdakini dinlemek dışında bir şey yapmıyor. Büyüklük gösteriyor, dinliyor; propaganda yapmıyor, büyüklük gösteriyor.
Demirtaş’ta olsa olsa bu dinlediği kimselerden biri olacaktır.
Akşener’in dostluk diye bir derdi yok, ama saygı diye bir derdi var! “Her fikirden insanı dinlerim” diyor ama “saygısızlığı” devam ediyor. “Ben seni dinlerim” demek, adam yerine koymak demektir. Çünkü sen adam değilsin ama ben yine de seni adam yerine koyuyorum demektir.
Hızını alamıyor!
Akşener diyor ki “Haberin tamamını okumadım.”
Can alıcı ve sıkıcı olan da budur.
Bizim gariban çocuk dımdızlak ortada kalmakla yetmiyor, gönderdiği mesajın içi de bir çırpıda boşalıyor, sıfıra iniyor. “Yani” diyor Akşener, dediklerinin bende iğnenin ucu kadar kıymeti yoktur, hepsini okumadım bile… Çünkü sen benim eşitim değilsin.
İyi ki okumamış, okudukça kibri tavan yapıyor. Demirtaş şahsında pek çok şey aşağılanıyor. Kürtler aşağılanıyor… Bileşen hukukunu benimsemedim ama bileşen hukuku içinde HDP’ye oy veren sosyalistler de aşağılanıyor.
Bu aşağılanmayı hak eden ne yaptık?
Neymiş, gariban delikanlımız, kapıyı çaldı, kahvaltıya geldi!
Bununla yetinse!
Aşener bununla yetinmiyor, aklınca bize bir de gelenek dersi veriyor. Yani kendisi medeni, biz Güneydoğulu!
Bizim orda, yani Güneydoğu’da Akşener’e göre zil zibil bir yer; burada kan davaları vardır. Vıcık vıcık film senaryosu bile böyle değildir. Sinemada başta Laz olmak üzere bütün kan davalarının temsili Kürtler üzerinden yapıldığından Akşener’i anlayabiliriz miyiz? Hayır! Cehalet diye üstünü örtebilir miyiz? Hayır! Akşener, tarihçidir! Tarih disiplini diye bir şey vardır. Kan davalarını tartışalım mı? Osmanlı’nın verdiği beyliklerden mi yoksa kent- köy karşıtlıklarından mı? Kardeş katlini kutsal sayan kitaplardan mı? Habil, kardeşini öldürdü ve kız kardeşiyle evlendi, bir film senaryosu olabilir mi bu?
Örneğin İklima kimi sevdi; Habil’i mi, Kabil’i mi? Kutsallıklarınız bize kaç savaşa mal oldu? Çıkarttığınız onca savaşta kaç kez öldürdük birbirimizi? Bunun çetelesini tuttunuz mu hiç? Sahi, Osman amcası Dündar’ı niçin öldürdü? Soranlara, “Rumlarla ittifak etti” dedi. Devam edelim mi? Kardeş Katli! Evet, daha bir sürü şey, hatta, Yıldırım Beyazıt! Çok acı çok acı!
Diyelim ki doğrudur Akşener’in dedikleri… Kan davasında düşmanınız kapıya geldi… Akşener, diyor ki “kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız. Evin en yaşlısı tarafından karşılanır.”
Yani şunu söylüyor, evet, Demirtaş eşiyle birlikte kapıma gelir, kahvaltısını yapar, ne söyleyeceği varsa dinlerim ama o kapıdan çıkıp gittikten sonra “davam” devam eder!
Kusura bakmayın, Güneydoğu’nun böyle bir özelliği yoktur.
Bu olsa olsa ülkücü Türk geleneğidir, Türkmen geleneği de değildir. Ak Koyun, Kara Koyun’dan bu yana Türkmenlerde de böyle bir şey görmemişiz. Bu faşizmin geleneğidir.
Ne Kürtler ne de Türkmenler, kapısına gelen adamı, evden ayrıldıktan sonra düşman beller. Hatta, aileden kendini bilmez biri onlara hamlık eder diye ta evlerine kadar götürürler. Kalleş diye bir kelime yoktur Kürtçede!
Burada küçük gibi görülen bir ayrıntı da vardır.
Demirtaş diyor ki, “Başak’la birlikte.”
Kadın kan bitirir, tülbentiyle ocaklar diriltir, kökler yüceltir.
Demirtaş eşiyle kapına dayanacak, sen onu dinleyecek ve sonra düşman hukuku işleyecek, devam edecek!
Yazık!
Ama asıl yazık Akşener’e değildir.
Akşener, evimden çocuğumu alıp öldürse bile benim düşmanım değildir. Düşmanlığın bir vasfı vardır. Ama beni Akşener’in kapısına götüren ve her şeyi bilen kardeşim, suç sende de değildir.