Eyüp Ensari: …HDP’yi kapatabilir mi?

Yazarlar

Milli ifadesi Osmanlı’da, tiyatro etrafında kullanılıyor. Argümanda şu oluyor: Eğer bu topraklarda tiyatro olacaksa, milli olmalıdır. Milli olmanın iki özelliği vardır: İlki, komik, ikincisi, trajiktir.  

Milli, Ermeni, Rum ve Yahudi’ye karşıdır. Bunlar milliyi bozar. İttihat ve Terakki başa geçer geçmez milli bir oyun sahneye konur; bu oyun Vatan Yahut Silistre’dir. Halkın gülme ihtiyacı Abdullah Çavuş, diğer trajik unsurları da ana karakterler üzerinden görülür. Milli, tek kelimeyle Türk’tür ve Kürtlerde Türk olmasalar da, Müslüman olma hasebiyle bunun içinde yerlerini aldılar. 

Millinin oluşumunda iki simge dikkat çeker: Kurt ve kızıl elma. 

Ziya Gökalp’in ilk şiirlerinden biri Türk’ün An’anesi (1913) adını taşıyor ve bir yıl sonra da bu şiir, İttihatçıların Almanya’dan ihraç ettikleri Kızıl Elma mitosuyla birleşiyor; Ergenekon adıyla yayımlanıyor. Bundan önce cılız bir Ergenekon adı vardır ve var olan Ergenekon miti/ adı Moğollar üzerinden ileri sürülüyor. Önce Gökalp’in şiirlerinde alageyik olan klasik motif, daha sonra milli hareketle dişi kurda dönüyor; ilk kâğıt Türk parasının (1927) üstünde de kurt motifi yer alıyor. Böylece imge, mübadele değeriyle sermaye karşısına çıkıyor. Ergenekon’la ilgili Rıza Nur’un (1928) Oğuz-name, Yakup Kadri’nin Ergenekon Destanı (1929) güncellenerek, milli mücadele adıyla yaşamaya başlıyor. 

Kırklı yıllarda, şaka gibi bir adamdan biri, Nihal Atsız, Moğolları, “halis Türk ve Osmanlı” ilan edince, mit bir yere oturtuluyor, okul kitaplarına giriyor. 

Dişi kurdun yol göstericiliği 50’li yıllarda Pecos Bill üstünden de gelişiyor. Pekos Bill, dişi bir kurt tarafından emzirilen çizgi roman kahramanıdır. Ancak Türk dünyası bundan kendini dışta tutamıyor. Hun Türkleri de bu arada görülüyor; Şahap Ayhan, Çocuk Haftası’nda (1947) Atilla üzerinden Atilla Geliyor, Atilla’nın Ölümü adlı çizgi seride bir yan karakter üretiyor, adı: Tankans; daha sonra Tercüman gazetesi üzerinden de Hun Akını’nda (1955) bu isim Tarkan’a dönüyor. Açıktır, Sezgin Burak tarafından Tarkan, Hun savaşçısına dönüyor. Bir çizgi roman kahramanın bu kadar benimsenmesi, benim gibi çizgi roman takipçileri için bir şanstır ama hayat ve siyaset buna izin vermiyor. Altmışlı yıllara (1967) geldiğimizde Hürriyet Gazetesi’nin “Türkiye Türklerindir” sloganının yanına bir de “Atıl kurt” ekleniyor. Tarkan, çok çakma bir karakterdir; Pecos Bill ve Zagor’un Türkçe konuşmuş halidir. 

Yıllar ilerledikçe Tarkan üzerinden Tarkan ve kurt adına yeni mitler üretiliyor. Örneğin Kurt Kanı’nda (1973) ilk kez Tarkan’ın kimlik bilgilerine ulaşıyoruz; kurt emzirmiş, kurt yoldaşlık etmiştir. Pecos Bill’de öyleydi. 

Tarkan’ın aşkları da olur; kadınlar onu deli gibi sever. Kimi zaman kadınlar düşman satında durur ama aşkla Tarkan’a bağlanırlar. Kimi zaman büyücüdürler. Tarkan’ın kurdu kadar kılıcı da kadın bahsinde dikkat çeker. Örneğin Gosha’nın Tarkan’ı ve daha sonra kılıcını görmesiyle bir dehşet anı yaşar: “Tarkan’ın kılıcı.” Freud ne der, nasıl açıklar bilemem… Erotizme şöyle bir açık ara gelmişken, şu notta açıklayıcı olacaktır; Gosha, Tarkan’ın kanını içer! “Oral evre” diye bir şey varsa,  bu o olmalıdır. 

  Tarkan, her fırsatta, her tuzaktan kurtulur. Milli demek de zaten kurtulmaktır. Kimden mi? Elbette ki başkasından…

Kurt ve tilki motifi toplumsal olarak hayvancılık yapan toplumlarda vardır. Kurt sürüye, tilki kümese dalar.

Kurdun politik tarihine baktığımızda paraya basılan bir kurt figüründen (927) başka elimizde bir belge yoktur. Peçevi ve Hacı Kalfa’nın tarihlerinde de bu yoktur. 

Ermeni Tehciri (1894- 1915),  Kürt İsyanları (1924- 1946) ve Trakya olaylarının (1934- 1948) yaşandığı yıllar arasında aydınlarda bir kurt sevicilik başlar. Örneğin 1934’te çıkartılan soyadı kanunuyla kimi münevverler soyadlarını kurt yaparlar; Mahmut Esat Bozkurt ve Mahmut Esat Karakurt gibi. Mahmut Esat’ın “Bozkurt” gibi bir soyadını alma nişastasında Recep Peker’le birlikte inanılmaz bir Hitler hayranlığı da vardır. Ancak Hitler iktidarı dönemi boyunca zaten Türkiye’de çok sevilmiştir. 

Ancak Hitler’i yalnız faşist olduğu için sevilmez. Hitler kurt sever, yemek sofrasında bile kurdunu eksik etmez. Etyemez ama kurdu için en iyi etler bulur. Hitler şakirtleri de et yeme bahsinde Hitler’e uymaz ama onun kurt sevgisini, kılık kıyafetini takdir ederler. Onun gibi bıyıklarını kesmek, onun gibi sert bakmak, sert ve seri konuşmak gibi. Hatta bu sevgi Türk aydınları arasında aşka döner: Nadir Nadi, Peyami Safa, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Said-i Nursi bu aşkı dile getirmede çekinmezler.

Peyami Safa, Hitler yenilince kendinden geçer, bayılır, hastaneye kaldırılır, zor kendini toplar. Safa, Kürt ve Ermeni karşıtı romanı Matmazel Noralya’nın Koltuğu’nu bu buhran sırasında yazar. Cumhuriyet’teki odasında Hitler’in bir fotoğrafı asılıdır. Bu fotoğraf sevgisi Nurettin Topçu’da da vardır; o da Akif ve Hitler’i evinin duvarına asar. Topçu’yu diğerlerinden ayırtan bir fark vardır; diğerleri zaman içinde yenilgiyi sineye çekmişlerdir ama Topçu, hayatı boyunca Hitler hayranlığını hiç bırakmaz. 

Topçu Hitler sevgisi için kimi Türk büyüklerini de emsal olarak görmekten çekinmez. Bu adam bazen Hitler ve Hegel’i bir tutan “felsefi ifadeler” bile kullanır.  Yetmişli yıllarda kurt motifine ve Hitler’e besmele çeken Topçu, bazen kantarın topuzunu kaçırır: “Hitler ideali hülyaya çiğnetti.” 

Topçu’nun bugüne söylediği tek şey budur. Bu, tıpkı Almanya nasıl Hitler’in hayalinde saf Alman’dıysa; Türkiye’de saf Türk olmalıdır tezidir. Bu tez, faşizm ve Hitler dışta tutularak sürekli işlenir; sağcı, solcu ve İslamcı formülleri üzerinde durulur.  Bugün de Topçu’nun bir incir çekirdeğini doldurmayan tezleri tartışmaya açılmaktadır. 

Topçu’yla, Alevi geleneği bir araya gelebilir mi? Gelse de buna Anadolu diyebilir miyiz? Sahi nedir bu Anadolu?

Anadolu neresi?

Anadolu adının, Yunan betimlemeleri dışında Osmanlı topraklarına girişi 1907’dir. 1918’de ise Anadolu ifadesi Türk ve Müslüman ulusçuluğunun coğrafik ifadesi olmuştur. Yunanca bir kavramdır ve 1918 münevverleri de bunu benimsemişlerdir. Bu tarihlerden önce (1907) harita düzeyinde bir Anadolu yoktur. Piri Reis’te yoktur. 

Yoktur! Harita düzeyinde bir Anadolu yoktur. Bir aydın temennisidir. Yenilgiden kurtuluş fikri, o kadardır.  

Bir yanda Yunan’dan nefretle ruhlar örülürken diğer yandan Yunanca kavramlar da 1907- 1938 yılları arasında işlenir. Yakup Kadri, Mustafa Kemal’i Sokrates’e benzetir. Kadri’nin Ankara romanında Ankara bir kent değildir; Kâbe’dir. Anadoluculuk edebiyatın ürettiği bir kavramdır. Buna göre de Anadolu, tüm medeniyetlerin beşiğidir. Oysa Türkiye’de beşiklik gibi bir dert yoktur; kültür dediğimiz bir barbarlık belgesidir. Biri diğerini yok ederek bu topraklarda hükümdar olmuştur. 

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen orduya bir de aydın tefrikaları eklenmiştir. Turan mitine karşı çıkan, Osmanlıyı benimsemeyen, İslamcılığı laiklikle takas eden münevverler Anadolu Mecmuası (1924) adıyla bir de dergi çıkartmışlardır. Halikarnas Balıkçısı, Yunan mitlerini devşirmeyi Mavi Anadolu adıyla yapmıştır. Hatta öyle bir illeri gitmiştir ki, bir romanında bir Hıristiyan kızı kilise gidip yalvarır: “Allah’ım bir Türk’le evleneyim.”  

Açıktır, Hıristiyan kadının kurtuluşu, erkekledir; erkeğin kurtuluşu ise ya Türk ve İslam’ı kabul ya da ölümdür. Dünyanın erkekten kavranılması da ayrıca galiz bir ruh halidir.   

Türklük de ancak bu kadar aşağılanır. 

Baltasına ağacın gözü vardır diye bez bağlayan erdemli Türk resmen aşağılanmıştır. 

Nurettin Topçu da işte bu zurnanın bir deliği olmuştur. Bunların kurduğu Türkiye de Türk ve İslam olanlar vardır. Öteki yoktur. Sadece Türk ve Müslüman vardır. 

Topçu’nun dünyasında Alevi yoktur. Suni Müslüman vardır, önerdiği lider kimi yazılarında Yavuz Selim’le, Gazi Osman Paşa’yla ve dışarıdan İskender’le bir tuttuğu Hitler’dir. Hitler’in Topçu’nun sözlüğünde, Türkçeye çevrilmiş hali; saf Türk’tür. Hatta Müslüman’ın bile Türk olması gibi şartları vardır. 

Topçu’nun edebiyat dünyasında da siyasi dünyasında da öteki’nin bir karşılığı olmadığı gibi öteki sürekli aşağılanır. Altmışlı yıllar boyunca çıkardığı “Hareket” dergisinde bu fikirlerini “edebiyatla” desteklemeye çalıştı. Doğrusu edebiyatı, değnekçisi haline getirdi. Arnavut onun gözünde, “tiksinti kaynağı” idi.

Çizdiği Arnavut Üzeyir, “ at dişleri gibi kocaman ve uzun, seyrek sarı dişleri, yüzüne uzunca bakanları tiksindirirdi.” Arnavut Üzeyir’in tipi gibi ahlakı da pisti: “Üzeyir her sene Ramazan’da kendine hoca, vaiz süsü vererek köylere cerre çıkar, köylüden keçi, kuzu ne bulursa toplar, getirirdi. Bazan da köylünün koyununu çalardı…” 

Topçu’nun nefret halesine getirdiği diğer bir halk Çerkezlerdir. Çerkezler, Topçu’nun “edebiyat dünyasında” fitne sahibidir. Topçu’nun çizdiği Hasibe tipi böyledir; “Hasibe kuş yakalayan bir yılan”a benzetilir. Hasibe, Ana tarafından üç göbek gerisinde Çerkez kanı, baba tarafından üç göbek gerisinde Boşnak kanı…” Yani, karışık kanı olan biri Topçu’ya göre mutebber değildir. Boşnak ve Araplar da zaten, Topçu’nun “iyi millitine” karşı, şer güçleridir. Nihal Atsız’ın deyimiyle bunlar iç düşmanlardır. 

İç ve dış düşmanlara karşı 1948’den itibaren çeşitli dernekler kurulmuştur. Bu derneklerden biri Komünizmle Mücadele Derneği’dir. Dernek İzmir, İstanbul ve Erzurum’da örgütlenmiştir. Derneğin kurucuları arasında Kürtlerde vardı. Fethi Tevetoğlu, İlhan Darendelioğlu, Recai Kutan, Cemal Gürsel gibi isimlerin yanında Said-i Nursi’nin arkadaşlarından Bekir Berk ve Fethullah Gülen ilk akla gelen kimselerdir. Zamanla bu derneğin CİA bağlantılı, kontrgerilla faaliyetlerinin mayalandığı yer olduğu ortaya çıktı. 60 cuntasından sonra, derneğin adı değişti; Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği oldu. 

Derneğin içinde yer alan “İslamcı” kesimler, bilime karşı olduklarından “ilim” adı altında kimi dernekler kurdu. Hala ilim diyen kesimler vardır ve bunlar sosyalizm ve Kürt karşıtıdır. Kürtler ve sosyalistler bunların hedeflerindedir. 

Yetmişli yıllarda başka bir hareket başladı. Komünizm ve Yahudi karşıtlığıyla Komünizmle Mücadele Derneği’yle aynıydı. Tek fark Mustafa Kemal’di; bunlar, Müslüman Kemalistlerdi. Temel ilkeleri antikomünist, anti Siyonist, antiemperyalist olmaktı, adları da Yeniden Milli Mücadele Hareketi oldu. Bu hareketin varlığı ya da yokluğu belli değildi ama 4 Nisan 1970 yılında Konya’da garip bir şekilde sahneye çıktılar. Bir miting yaptılar, şunları istediler: Milli Ordu, Milli Devlet.

Bunlar kendilerine “yeniden” diyorlardı; ilki kurtuluş hareketi Mustafa Kemal tarafından gerçekleşmişti. İkincisi de ellerindeydi şimdi. 

Ancak sol ve Kürt guruplarının güçlenmesiyle bunlar pek bir varlık gösteremediler. Köşeye çekildiler, alttan altta, milli tanımlarına döndüler. Tiyatrodaki trajik ve komik öğeleri siyaset sahnesine çektiler, seksenli yıllar boyunca üniversitelerde örgütlendiler. Kitle ve kalabalık peşinde değillerdi. Az olsun, benim olsun, yeter ki sızabilelim dediler. Sızmak, bu hareketin nişanıydı. Zenginlere gittiler, zenginleşmek için can atanlara gittiler, popüler olana gittiler, popüler olmak isteyene gittiler…

Yoksullar aradılar… Öyle bir yoksullardı ki bunlar, kim onları görse acırdı; bunlar, zor okumuş kimselerdi, bir kalıp sabun evlerine geldiği zaman sevinçten ne yapacaklarını bilmezlerdi… Tıpkı zenginlik gibi, yoksullukta tragedya/ milli için bir gereklilikti.  Zengin olan üye, kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, yeri geldiğinde (Kürt ise) feodaldi, aile albümü Kürt büyükleriyle çekilmiş fotoğraflarla doluydu. Yaşadıkları ilin ticaret odalarında etkindirler. Kardeşlerinin bir ihale almaması halinde kıyametler koparabilir.

Fakir üyesi mütevazılıktan kırılır, karşısında konuşmak bile istemesin, bir sözün varsa bile asla söyleyemezsin, çile romanlarından çıkmış gibidir… Ama adı alttan altta küçük dernek ve gazeteler üzerinden duyulur… Bunlar gazeteci olurlar ama karşıt bir gazetede yazı yazarlar, orda senin dikkatini çekerler; hatta onların senden bahsetmesi bir büyü bile yaratabilir sende.

Sonuç değişmez ama, bunlar sana inanmazlar, senden yana yazıları, senden yana konuşmaları seni kendi çizgine getirmektir. Amacı seni çözmektir, hatta güçlü bir partiysen içine girip seni marjinal hale sokmaktır. TV programlarına çıkıp rahatça “adam edemedik” edebiyatı yapabilirler. İçine girdikleri siyasi partinin her şeyini hor görürler… Format atamadıkları zaman partiyi kapatmayla yüz yüze getirirler…

Bunlar! 

Bundan sonrasını yazıyı okuyanlar tamamlasın… Benden çizgi roman kısmı!

İlginizi Çekebilir

Muhittin Beyaz:  Pandora’dan çıkan milliyetçilik 
Hakan Tahmaz: Militanlaştırılan toplum ve krizden çıkış olasılığı

Öne Çıkanlar