ATV’de yayınlanan Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz adlı dizi ile ilgili konuşan Sedat Peker, kendisine bir gönderme yapıldığını belirterek şunları söyledi: “Tam ben videoyu yayınladıktan sonra diziye bir karakter girdi. Adı Peker. Şoförlük yapıyor. Bir şey söylüyor, oradan diyorlar ki ‘Boş ver sen Peker’i. O hep böyle, boş konuşur’. Oktay Kaynarca benim çocukluk arkadaşım. Onu aradım, anlattım. Yapımcıyla konuştu. Bana döndü ‘Öyle şey mi olur, tesadüf olmuş.’ dedi. Ben mal mıyım? Çocuk muyum? Dizide karakter için ‘Peker de boş konuşmazmış’ dedirtilmesini istedim. Onu yapamayacaklarını, diziden çıkarabileceklerini söylediler” (Bugün ki gazeteler).
Devlet ve sanatın bu kadar iç içe olduğu başka bir dönem olmamıştır. Devletin bir merkezi her alanı kaplamıştır. Yayın piyasası, müzik piyasası bu merkezin elindedir. Bu merkez en büyük zarını TV ve sinema üzerinden atmaktadır. Diziler, filmler bu merkezin propaganda araçlarıdır. İstediği sanatçıyı istediği yere getiren yeteneği değil, tek kelimeyle bu merkezle kurduğu ilişkidir.
Türkiye’deki son yirmi yıldır büyük bir dizi piyasası var ve bu piyasa iki konuya odaklanmış durumdadır. İlk sırayı mafya, ikinci sırayı da tarihi filmler almıştır. Bu dizilerin senaryoları aynı kalemden çıkmış gibidir ve merkez, boyuna vasat oyuncu üretmektedir.
Mafya dizisi şablonuyla çıkan ilk dizi, Kurtlar Vadisi idi. Bu dizide mafya içine giren, bir devlet adamı vardı ve derin devlet, bu dizi de KGT adıyla- Kamu Güvenliği Teşkilatı adıyla bilinirdi. Şimdiki KGT’nin yerini şunlar aldı: Akıncı, Serdengeçtiler, milliciler.
Karşı taraf ise terör örgütleri, uyuşturucu tüccarları ve bu devleti yıkmak isteyen, batılı güçler, başta da İsrail ve Amerika.
Deli Yürek’te bir asker, terhis sonrası mafya içine giriyordu. Deli Yürek’te Kurtlar Vadisi’de teröre ve uyuşturucuya karşıydı. Bunlar kötü dizilerdi, güncel olan, belgesel havası içinde vurdu kırdılı sahnelerle şöyle bir harmanlanıyor, vatan millet edebiyatı yapıyordu. Ucuzdu. Battal Gazi’nin kötü taklidi bile değillerdi.
Öte yandan bu iki dizi, devlete bağlı, göğsü iman dolu, ülkücü mafya güzellemesinden öteye gitmiyordu tabii…
Vatansever mafya, bu dizilerle sanki aklanıyordu. Devlet hangi mafyayı tutuyorsa, Kurtlar Vadisi onu tutuyor, diğerini vuruyordu. Futbol takımı taraftarlığının bile içinin boşaldığı bir yerdi burası. Örneğin Nuriş Kardeşler, bu dizinin süblime ettiği kişilerdi.
Önceki gün Sedat Peker, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisiyle ilgili konuştu. Meğer dizide “şoför Peker” diye biri varmış ve bu adam için “yaramaz” denilmiş. Sedat Peker, bunu fark etmiş ve hemen devreye girmiş. Peker, dizinin başrol oyuncusu Oktay Kaynarca’yı arıyor hemen, sonra orta yolu buluyorlar. Kaynarca, Peker’i diziden çıkarabileceklerini söylüyorlar. Pazarlığa bakın hele!
İşin garibi havaalanına gelen herkes ilk önce Oktay Kaynarca’yı görür; Türkiye’nin itibarlı tekstil firmalarından biri olan Kığılı’nın reklamı onun üzerinden yapılıyor.
Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz/ Kurtlar Vadisi’nin, Polatsız halidir ama orada Alpaslan diye adam vuran biri var; çakma Polat!
Neyse, bu dizide bir Laz aile var. Silah tüccarı ve imalatçılarıdır. Ne kadar güzel bir konudur oysa, laz tabancalarının hikayeleri, köyde dövülen namlular…
Dizideki aile, milli bir ailedir. Milli tanımının bu kadar küçüldüğü başka bir mecra yoktur. Her bölümde asılan asılıyor, kesilen kesiliyor. Bu aile, devletin/hükümetin menfaatlerini savunuyor! Uyuşturucuya ve teröre karşıdır. Son zamanda dizide bir başka yan var; sızıntılar, ki bunlarla Gülen kast ediliyor.
Bu dizinin oyuncuları bölüm başına uçuk paralar alıyor. Başrolün fiyatı, bölüm başı 120 binden başlıyor… Başrol bunu alıyor. Yani ayda 480 bin lira, bir yetenek yoksuluna veriliyor. Kurtlar Vadisi’nden bugüne bu adamın oyunculuk namına bir adım illeri gittiği olmadı. Tek fark, Kurtlar Vadisi’nde, Süleyman Çakır’ın gittikçe saçları dökülüyordu; Eşkıya’da ise Hızır’ın saçları uzuyor.
Her dizide derin devlet bir şeyle ifade ediliyor. Akıncılar diye bir dizi de var. Burada yine üç konu var: Uyuşturucu, terör ve devleti yıkmak isteyen güç olarak Haritacılar. Akıncı için bir mitte uydurulmuş; Fatih miti! Süpermen ve Batman çakması bu adam, derin devletin, derin bir kişisiyle birlikte her bölüm, haritacıların bir yüzünü bize gösteriyor. Öldürüyor da öldürüyor. Bir de bu adamın, akıncının bir işi de var: Tarih öğretmeni, kibar mı kibar, kızlar peşinde koşuyor, ayrıca sporcu!
Kabadayı figürü, eski askerdir formülü Deli Yürek’le birlikte işlenmişti. Maraşlı adlı yine kasıntı bir karakter, derin devlet adına, boyuna adam öldürüyor.
Ancak öyle bir bu adamlar öldürülüyor ki, izleyici de başrole düğümlendiğinden hepimiz toptan taraftar oluyoruz.
Ramo’da var tabii. Orda derin devlet, yine uydurulmuş ama aslında devleti temsil eden bir güç içinde yer alıyor: Serdengeçtiler.
Hepsi de masum başlıyor. Maraşlı başlangıçta, tıpkı Akıncı’nın tarihçiliği gibi o da sahaflık yapıyor, köpek besliyor. Sonra bir anda köpek ve kitapçı dükkanı yok oluyor. Dilsiz kız, aman yarabii! Ramo, babasının katilini arıyordu, bir pompacıydı, sonra babası, amcası, serdengeçti çıkıyor.
Bu diziler aynı kalemden çıkmış senaryolarla izleyici karşısına çıkıyor. Örneğin Roma’da bir adam öldürme biçimi vardı: Bir mermi başa, iki mermi göğse. Bu bir imza! Sonra Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da, bu imza Alpaslan tarafından tekrarlanıyor. Akıncı dizisinde bu imza yine tekrar ediliyor. Akıncının kız kardeşi, haritacılardan biri tarafından öldürülüyor; üç mermi sıkılıyor: Biri başa, bir sağ, diğeri sola. Nedir bu? İmza.
Açıktır, senarist diye bildiğimiz kimseler yoktur artık. Devletin, adını bilmediğimiz kültür sanat kuruluşuna hizmet eden kimseler vardır.
Son iki aydır Teşkilat diye doğrudan MİT’i konu alan bir dizi başladı. Türkücü Yavuz Bingöl’ün de oynadığı bu film, doğrudan TRT’de yayımlanıyor. Devletin, kendi TV kanalı üzerinden, kendi istihbarat örgütüyle ilgili filmler yapması önemlidir. ABD’de bunu yapar, başka ülkelerde… Oyuncu seçimi de kendisine yakın olanlardır. Kimse itiraz etmez. Ancak, diğer TV kanallarının aynı senaryo etrafında vatanperver mafya edebiyatıyla sürekli canlı tutulması, akıl tutulmasıdır.
Mafyanın erdemleri olmaz. Birileri bir yerden yazının sonuna kadar gelmişse elbette, Çukur diyeceklerdir, o başka…
Çukur’da, aynı kalemlerin elinden çıkan senaryoların laciverdidir. Orada da vatanperverlik ölçütleri vardır. Çukur’a uyuşturucu girmez. Çukur’un kurucusu İdris’te, uyuşturucuya karşıdır. Ne yapar? Silah işi. Yani Eşkıya Dünyaya Hükümdür Olmaz’ın, mahalle versiyonudur; arada, duvar yazıları da, yoksul kesimin gazeteleri olarak hoş verirler, doğrudur!
Şöyle bir kurnazlık vardır, kimi solcular Çukur’a büyük önem verir. Solcu derler hatta, mahalle, kabadayı, Sicilya’daki yoksul köylüler vs. Ama Çukur’u solcu yapanda, soldan görülen Ercan Kesal’dir; Kesal yerine Nacati Şaşmaz ya da Serdar Gökhan oynasaydı, kuşkusuz, sağ ile sol arasındaki virgül de kalkardı. Yamaç ise, onu bizden yapan Cem Karaca idi; onun şarkıları. Cem Karaca, Allah, Allah dediği zaman da bizdendi, ezan okuduğu zaman da, hatta kendisi bizden olmadığı zaman da bizdendi. Erkin Koray’da öyle, bizdendi. Bugün de bunlar bizdendirler. Onları bizden alan bir kültür ve yapay bir tarihin öznesi kimselerdir.
Dizilere yön veren merkez, elbette bunu düşünmüştür. Solun tutunduğu “baba katli”, “ensest”, “eşcinsellik” meselesine gelince, Çukur’da bunlar, çerezdir: Selim’le gelişen eşcinsel renkler, ünlü hamam sahneleri, yetersiz bir erkek olarak sunumu, hatta, Selim’dendir diye bildiğimiz Akın’ın asıl babasının Kahraman oluşu gibi imalar, Ayşe’nin, şimdi aksanlı bir Türkçeyle Kürtlere sevdirilen bir adamla evlenmesi, pedikürcülüğü…
Yok, yok, yok; Metin Erksan bu ülkeye fazladır. Bir kehanet: Çukur’un finali amcanın ölümüyle olacaktır. Son anda, Perihan Savaş en büyük gerçeği açıklayacaktır: Amca, Yamaç’ın babasıdır. Zaten, amca da alttan altta eski bir aşık olarak yerini koruyacaktır.
Tarihi dizi filmlerse sıtkı sıyıran filmlerdir. Hepsi, gönderme doludur. Hepsinde devletimiz elden gidiyor edebiyatı vardır. Devleti temsil eden bu dizilerse, devlete yazıktır, yaşasın Hulusi Kentmen