Ferhat Tunç: Yılmaz Güney ile yolculuk 

Yazarlar

Dersim’de yeni açılmış ‘Arkadaş Sinema’nın iyi bir müdavimi olarak Yılmaz Güney’in hiçbir filmini kaçırmıyordum; her gün her seansını aynı heyecanla izlerdim. Arada parasızlık yüzünden sinemaya kaçak girdiğim çok olmuştur. Bu yüzden de çok dayak yediğimi hatırlıyorum!

Yılmaz Güney, herkesin idol olarak gördüğü bir sanatçıydı. En büyük hayalimiz onun gibi olmaktı. Onunla aynı cezaevini paylaşmak pahasına İstanbul’a gidip silah yakalatan arkadaşlarımız oldu! 

Bunlardan biri Dersim’de ‘Kunta Kinte’ olarak bilinen ve 12 Eylül darbesi sürecinde katledilen Haydar Çakmak’tı. Bu konuyu yıllar önce yazmıştım zaten.

Sonraki yıllarda Yılmaz Ağabey ile Paris’te tanışmış ve bir ‘12 Eylül’ etkinliği için Paris-Strasbourg yolculuğunu birlikte yapmıştık. 

Dersim’de filmleri yüzünden yediğim dayakları anlatınca kahkahayla gülmüştü. Ardından istediği bir türküyü bilmediğim için tartıştık ve beni otobanda indirip son sürat devam etmişti.

Ferhat Tunç (Ekim 1984) Yılmaz Güney’in P’ere Lahaise Mezarlığı’ndaki kabri başında.

Bir süre sonra dörtlüleri yakarak geri gelmiş, gülümseyerek kucaklamış, “şaka ettim” demişti. Şaka olduğunu biliyordum. O, hepimizin örnek aldığı ebedi özelliği olan bir öncüydü.

Bu yüzdendir ki, Yılmaz Güney tüm yaşamım boyunca rehber edindiğim biri olarak kalacak.

Bu arada, benden bir Ürgüp türküsü olan “Cemalım”ı istemişti. Ben de “Devrimci marşlardan istediğini söyleyeyim ama bu türküyü hiç duymadım” deyince kızmıştı! Sonra türküyü kendisi söylemiş ve araçta bulunan diğer arkadaşlarla birlikte kendisine eşlik etmiştik.

Yılmaz Güney, “herhangi biri” değildi ve halktaki karşılığı da büyüktü. 

Sadece halkın yaşadığı acıları ustalıkla sinemaya aktarmakla yetinmeyip, kurtuluşun yolunu göstermesi de sanatçılığının parçası, hatta özüydü. Cezaevini yaratıcı bir üretim merkezine dönüştürmeyi başarmış ender sanatçılardan biriydi. En güzel romanını orada yazdı. Sinemada uluslararası düzeye taşıyan senaryoyu orada yazdı. 

Hikâyeleri ve şiirleriyle halka ulaşmaya devam etti.

9 Eylül 1984 tarihi hepimiz için sonsuz bir acıyla anılacaktı. Yakalandığı o amansız hastalık nedeniyle Yılmaz Güney adında büyük bir sanatçı artık yaşamıyordu. Erken gelen bir ölümdü ve insanlar bunu kabullenmekte zorlandı. 

Avrupa’da yaşayan on binlerce Türkiyeli, bu beklenmedik ölüm karşısında şaşkındı. Paris sokakları Yılmaz Güney’i uğurlamaya gelen acılı insanlarla dolup taştı. Gözyaşları sel olup aktı…

36 yıl aradan sonra hayal ettiği bir ülke olmaktan hâlâ çok uzağız. Yine hapisteyiz ve sürgünlerde yine gurbet şarkıları söylemek zorundayız. 

Onun “Mutlaka kazanacağız” hayalini gerçek kılmak adına umudumuzu koruyoruz. Ve onu şimdi çok daha arıyor, çok daha özlüyoruz…

İlginizi Çekebilir

Hasip Kaplan: 12 Eylül Darbesi Ve İdamlar
Hasip Kaplan: Yeni İttifak; Ya Sev Ya Terk Et

Öne Çıkanlar