Hasan’ı geçen sene, işçi sınıfının küçük gruplar halinde İzban’da, Flormar’da ve daha pek çok grevde direndiği günlerde tanımıştım. Galataport şantiyesinde çalışırken kalp krizi geçirip ölen Dev Yapı İş üyesi Hasan’ı…
Üyesi olduğu sendikayla görüşüp grevlerde, işçi çadırlarında, şantiyelerde çektiğim iki filmin gösterimini yapmak istemiştim. Niyetim hem ulaşabileceğimiz her yerdeki direnişlere destek vermek, hem de ülkenin farklı halklarına mensup işçilerin birbirleri arasındaki önyargıyı kırabilmelerine biraz olsun katkıda bulunmaktı.
Sevgi Dediğin ve Madun Konuşabilir Mi?, Suriye-Rojava / savaş-göç hakkında yaptığım iki filmdi. Sanat insanlar arası yıkılmaz bir köprüydü, iletişimde ince bir empatiydi ne de olsa.
Bir işçi konfederasyonuna, bu çalışmaya destek sunmaları için talepte bulunmuştum, karşılığında ise devlet aygıtındaki bürokrasiye benzer cevaplar almıştım. Üstelik grev ve direnişler yoğun sabotaj ve saldırılar altındayken…
Polisin her zaman olduğu gibi, direnenlerin etten kemikten olduğunu unuttuğu günler yaşanırken…
Ben pes etmeyip ısrar edince iletişim kurmam için, İnşaat İş (Dev Yapı İş)’ten bir yöneticinin telefonunu verdiler. Görüşmeye gittiğimde, gelen iki kişiden biriydi Hasan. Ağırbaşlı, mütevazı ve güler yüzlüydü.
Diğeri ise sendikanın yöneticisiydi.Dinlemekten çok konuşmayı tercih eden, gevrek gülüşlü, samimiyeti sanki geldiği yerde bırakmış gibiydi. Aramızdaki konuşma ilerledikçe adeta bir pazarlığa dönüşmüştü!
Ben bu işi nasıl ‘başarabileceğimizi’ söylerken, yönetici ise nasıl ‘başaramayacağımızın’ korkulu teorisini kuruyordu. Hasan, bir şeyler yapılabileceğine dair imalarda bulunurken yönetici, bahanelerini çok meşruymuş gibi sıralandırıyordu.
Ona göre zaten polis çadırlara müdahale ediyorken bir de bizim destek için film göstermemiz, işçilerle diyalog kurmamız çok zor olurmuş, polis gösterimlerde bizleri, işçileri gözaltına alabilirmiş!
Hayalkırıklığımı gizlemeye çalışarak ısrar ederken yine de işçi sınıfı adına ben utanç duyuyordum.
Sözde bir işçi sendikası ve işçi hakları savunucusu yönetici direnmekten korkuyordu, direnmenin estetiğinden korkuyordu. Kısacası cennetlik işi sınıfını, özünde faşizmin insafına bırakmış oluyordu.
Ama Hasan’ın o mazlum ve umut dolu yüzünü de görüyordum.
Sendikacılığın profesyonelleşmiş, uzlaşmacı, küçük ekonomik talepler sözcülüğüne dönüşmüş olduğunu bir kez daha görmüş oldum ve bu kez bizzat kendim yaşayarak…
BATİS, TÜMTİS gibi birkaç gerçek sendikayı saymazsak, işçi sınıfını yeterince sevmeyen, emekçileri ücretli kölelikten kurtarmayı dert edinmekten aciz sendikalarla dolu bu ülke.
Hasan gibi, her ölen işçinin ardından hatırlanan, saman alevi gibi yanıp sönen bir hak arama söylemi yıllardır devam ediyor.
Dahası onlarca yıldır birçok sendikanın devletle, sermayeyle hatta kimilerinin mafyayla olan kirli ilişkileri, bu yazıya sığamayacak kadar fazla ve korkunç. Godfather, Bir Zamanlar Amerika, Hoffa gibi filmlerde bu ilişki ağı oldukça dramatik olarak gösterilir.
Hasan’ın sendikasının bir zamanlar başka bir hali ve adı vardı. İsmi Yapı İş Sendikası’ydı. Beş bin çıplak ayaklı amele ordusuyla meclise yürüdüğü için “Yalınayak İsmet” ismiyle anılan İsmet Demir’i vardı.
Aliağa Rafinerisi inşaat grevi sırasında grev kırıcılara karşı mücadele ederken katledilen ve son nefesini verirken “greve devam edin” diyen Necmettin Giritlioğlu gibi genç ve yiğit işçi önderi vardı.
Ne de olsa o sendikanın varlığında ve o insanların bilincinde Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın sarsılmaz sosyalist düşünceleri yatıyordu. Doktor, işçiyi ve insanlığı o kadar severmiş ki, kendisinin ve örgütlü insanların bedenine ‘beytülmal’ dermiş. Yani vakıf malı… “Vakıf malına zarar getirmemek bilinciyle yaşamayı” esas almak…
Ve eskiler, zamanın derinliklerinden seslenebilselerdi, acaba şu soruları sorarlar mıydı bugüne: ? İnsanlığın gönüllü köleliği seçmesine vicdanınız nasıl dayanabiliyor?
Umutsuzlukta haklı çıkmaktan bıkmadınız mı? Direnmekten mi korkuyorsunuz, yoksa karşı koymanın gereksizliğine mi inanıyorsunuz? Hasan’lara daha ne kadar ağıt yakacaksınız? İşçi sınıfı cennete gider, ya siz?
İşçi sınıfı elbette günün birinde kendi yolunu bulup kurtuluşunu, kendi özyönetimleriyle kurdukları sendikalarla sağlayacaklardır.
Bunu nasıl başaracaklarının cevabı ise, İşçi Sınıfı Cennete Gider filminde Militana’nın, dostu Massa’ya verdiği cevapta saklıdır: “Nerede bir duvar varsa yıkacaksın”.