Amûdê’nin toprak ve taş yapılı, eski sinema salonuna giden işlek caddesinden genel insan manzaraları… İşlerini yapan esnaflar, Arapça yazılı tabelalar, bisikletliler-motorlular, eski bir otobüsün (Fox) geçişi, bir çocuğun boynuna astığı kartonla, yeni gelen sinema filmini tanıtması… Sesler iç içedir. Bazıları uzaktan belli belirsiz duyulmaktadır.
SESLER (Kürtçe)
– Baasçıların kime hayrı olur?!
– Aynaya bakınca gördükleri tek şey kendileri..!
BAŞKA SESLER (Kürtçe)
-Bugün sinemaya gitmesine izin vermedim valla. Daha dünkü çocuk, her gün film izlemeye gidiyor.
Ama hiç oturup ders çalışmıyor.
Bu sesler arasında sinema filmini tanıtan çocuk görülür. Boynundaki kartonda bir filmin fotoğrafı, künyesi ve gösterim tarihi Arapça olarak yazılıdır.
ÇOCUK (Kürtçe)
-Dikkat dikkat! Abdülhalim Hafız’ın son filmi “Önemli Bir Adamın Karısı” Şehrazat Sineması’ndaaa… Duyanlar duymayanlara haber etsiiiin.
Caddenin diğer tarafından gelen bisikletli bir genç yaklaşır. Gelip sinema salonunun önünde durur, bisikletini park eder. Sinema salonunun karanlık kapısından içeri girer. Bir odada üst üste dizilmiş film makaraları, iç içe geçmiş eski film afişleri, bazı teknik aletler ve sinematografi makinesi vardır.
Genç adam ışığı açar, makineyi çalıştırır. Makineye bir makara takar. Karanlık ve boş olan sinema salonundaki beyaz perde bir ışık süzmesiyle aydınlanır. Perdede eski, siyah-beyaz şehir ve kasaba fotoğrafları, görüntüleri, Kürtçe otantik bir şarkı eşliğinde akıyordur. Şarkı eski ve hareketli olan “Ew Milkê Kurdan- Kürtlerin Mülkü” adlı parçadır:
Kürtlerin bu yeri
hep hayırlı, bereketlidir.
Bir tarafta maden öbür tarafta
hep altın ve gümüştür…
Şarkı, beyaz perdedeki siyah beyaz maziye renk verirken aniden perdenin ortasında bir ateş parçası belirir. Görüntü yanmaya başlar. Şarkının sesi ise gittikçe boğuklaşıp anlamsızlaşır. Sanki şarkı da yanıyordur.
Bu hikaye, filme çekilmek için Rojava’da savaşsız zamanların gelmesini bekleyen “HASRET” adlı film senaryosunun ilk anlarında geçer. Kısmen kurmaca olan hikayenin aslı, 60 yıl önce Rojava’nın Amûdê şehrinde bir sinemada yakılan yüzlerce Kürt çocuğunun trajedisine dayanır.
Modern çağın egemenlerince yazılan kötülük hikayelerinde, en sık uğranılan mekanlardan biridir sinema. Dün Maraş katliamının 42. yıldönümü olduğunu hatırlayanlar bilirler; bu kötülüğü yapanlar, adı ‘Çiçek’ olan bir sinemaya bomba atarak vahşete başlamışlardı.
İran’da dinsel faşizm iktidara gelmeden kısa bir süre (19 Ağustos 1978 günü) Abadan şehrindeki ünlü Rex sinemasını içindeki 470 kişiyle birlikte yaktılar.
Eskişehir’de 7 yıl önce tarihi Kılıçoğlu sineması “bilinmeyen bir sebepten ötürü” çıkan yangında kül edildi. Batman’ı yıllar sonra sahici bir sinema kültürüyle buluşturan Yılmaz Güney Sineması, önce “bilinmeyen bir sebeple”, sonra “elektrik kaçağı” denilerek yakıldı. Hatay-Reyhanlı’nın 50 yıllık sembolü olan Süs Sineması birkaç önce yandı/yakıldı.
Kapatılan Emek Sineması, Dilan Sineması ve daha niceleri ise yanmaktan beter hale getirildi.
Kimisi bir halkı kırımdan geçirmek, kimisi bir topluluğu korkutup insanlara gözdağı vermek, kimisi de sırf tarihi ve kültürü yok etmek için… Senaryolar farklı, sebepler “bilinmez” de olsa bugün artık bilinen, görünen, hissedilen sonuçlarını yaşıyoruz. Yaşanmamış sayılan geçmişler, susturulmuş tanıklıklar, boşalan meydanlar, çölleşmiş kurak kentler ve renksiz hikayesiz hayatlar…
Sinemaları da yakarlar. Çünkü insan insanla karşılaşmasın, insan insana dokunmasın, mekanlar hafızalarla dost olmasın istiyorlar. Mekanlar, görgü tanıklarıdır. Sanıklar, tanık bırakmak istemiyorlar.
Ama bizim iyi bildiğimiz bir şeyi, onlar bilmiyorlar. Yok oluş yoktur, kayboluş vardır bir zaman. Sinema duvarların değil, hareketin sanatıdır. Kayboluş da hareket’e dahil…
MARAŞ’ın ve diğerlerinin hayaletleri, üzerinizden eksik olmayacak ey sanıklar!