Neoliberal kapitalizmin uzunca bir süredir kendi krizini aşma amacıyla güvencesizlik ve yoksulluk kıskacında kadın emeği ve bedeni üzerindeki denetimini arttırma çabası pandemiyle birlikte hız kazandı.
Bir yıldır süren salgın koşulları ataerkil kapitalizmin tümüyle eşitsizliğin, ayrımcılığın ve sömürünün sistemleştiği bir yaşamı dayattığını göstermiş oldu. Kapitalist devletler salgına karşı halk sağlığını öncelemek yerine sermayeyi önceleyen politikaları tercih ettiler.
Sermayeye sonsuz sömürü alanı yaratma girişimleri için öncelikli olarak kadın emeği hedef alınıyor. Bir yandan kadın yoksulluğu ve işsizlik oranları katlanarak artarken, diğer yandan yaygınlaştırılan esnek ve güvencesiz çalışma biçimleriyle kadın emeği hem değersizleştiriliyor , hem de kadınların kamusal alandan tasfiyesi kolaylaştırılmak isteniyor. Sosyal politikaların uygulanmaması nedeniyle hane içi bakım yükü tamamen kadınların omzuna yüklenerek kadınların toplumsal rolü ev-yaşlı-çocuk bakım üçgeniyle sınırlı tutulmak isteniyor.
AKP-MHP iktidar bloğunun uzun süredir tekçi, gerici, militarist ideolojisini toplumda hakim kılmak için kadın kimliğine ve kazanımlarına dönük gerçekleştirdiği cinsiyetçi saldırılar da bu süreçte yeni boyutlar kazanarak devam etti. Kadın kazanımları sürekli hedefte tutularak, muhalif kadınlar üzerinde hukuksuz gözaltı ve tutuklamalar eksik edilmeyerek kadınlar iradesiz kılınmak ve toplumsal özne olmaktan çıkarılmak isteniyor.
Evde kal çağrıları kadınlar için ev içi şiddet riskini arttırmış olmasına rağmen önleyici tedbirler almak bir yana dursun, çıkarılan infaz yasasıyla kadınlar failleriyle aynı evde yaşamaya zorlandı, şiddete uğradıklarında kadınların alabileceği destekler kısıtlandı ve şiddeti önleyici yasaların esnetilmesi sağlandı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açılarak adeta şiddet teşvik edilmiş oldu. Cezasızlık politikası erkek şiddetinin güvencesi olurken, öz savunma hakkını kullanan kadınlar ise ağırlaştırılmış cezalarla hüküm giymeye devam ediyor.
Tüm bu saldırı ve sömürü politikaları kadınların bin yıllardır süren eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ne kadar bir mücadele olduğunu bir kez daha gösterdi. Dünyanın dört yanında pandemi fırsatçılığıyla cinsiyetçi uygulamalar hayata geçirilmek istenirken, kadınlar bulundukları her yerde yeni direniş biçimleri yaratarak iktidarlara geri adım attırmayı başardılar ve makbul kadın sınırlarına hapsolmayacaklarını da yeniden ilan etmiş oldular.
Böylesi tarihsel bir eşikte Kesk’ li kadınlar olarak yaklaşan 8 Mart’ ı erkek – devlet-sermaye şiddetine ve sömürüsüne karşı direnişin ve dayanışmanın daha güçlü örgütlemesi için önemli bir fırsat olarak görüyoruz. Bu yıl 8 Mart’ı bizi yok sayan, değersiz gören, varlığımızdan korkan bu sömürü düzenine karşı ”SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ, DEĞİŞTİRECEK GÜCÜMÜZ VAR” şiarıyla karşılıyoruz.
Bir yandan DİSK, TMMOB VE TTB ‘li kadınlarla ortaklaştırdığımız taleplerimizi kadın emekçilerle buluşturmak için işyeri çalışmaları yürütüp diğer yandan alanlarda tüm kadın örgütleri ve siyasi partilerden kadınlarla alan eylemlerinde kitleselliği yaratmak için çalışmalar yürütüyoruz.
8 Mart’ ta öne çıkan taleplerimizi; pandemi koşullarının arttırdığı kadın işsizliği ve yoksulluğuna karşı etkili adımlar atılması ve güvenceli insanca yaşayacak ücretle güvenli gelecek koşullarının oluşturulması, kadın istihdamının önündeki en büyük engel olan bakım yükünün toplumsallaştırılması ve ücretsiz,nitelikli, anadilinde hizmet üreten mahalle ve işyeri kreşlerinin açılması,İstanbul sözleşmesi tartışmalarına son verilerek , sözleşmenin ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanması, yetki ve karar mekanizmalarında eşit temsiliyetin sağlanması ve 8 mart’ ın kadınlar üçün ücretli izin günü sayılması gibi başlıklardan oluşturduk.
/* KESK Kadın Sekreteri/