Türkiye’nin karanlık dönemlerinde basında parlayan bir ışık gibiydi. Mesleğine tutkuyla bağlı dürüst, mücadeleci ve ideal bir gazeteciydi.
Emeği, cesareti, ilkeli duruşu ve zorluklarla yüzleşme cesareti sayesinde saygın bir kariyer edindi. Birçok kez meslektaşları tarafından yalnızlığa terk edildi, hakkı yenildi, önü kesildi, hak ettiği yere gelmesine ‘sistemle iltisaklı’ olanlarca izin verilmedi ama asla pes etmedi. Kimseye taviz vermedi, kimsenin önünde diz çökmedi.
Yılmak, yıkılmak ya da yaltaklanmak ona göre değildi. İlkeli, tutarlı, cesur ve dürüst özellikleriyle insanların saygısını kazanmış, Türkiye’nin ‘güvenilir’ 3-5 gazetecisinden biriydi.
O ülkenin acımasız ve ahlaksız medya dünyasında uğradığı haksızlıklara, yaşadıkları sorunlara rağmen kendini ve mesleğinin onurunu korumasını bildi. Bu yüzden başı her daim dikti…
İyi yürekli bir insan ve meslektaşlarına ilham veren, çok iyi bir gazeteciydi.
Araştırmacı özelliğiyle mükemmel derecede hassas, güçlü ve titizdi. Analitik zekaya sahipti. Bu sayede sahte ile gerçeği birbirinden ayırt eder, manipülasyon ve yönlendirmeleri engeller, pratik çözümler üretirdi.
Ezilenden, mazlumdan, haksızlığa uğramış olandan yana net ve keskin bir bakış açısına sahipti ama bu bakış açısı onun gerçekleri ortaya çıkarma merakını bir yana itmesine, gerçeği bütün boyutlarıyla öğrenmesine engel değildi.
Gazetecilik ahlakına ve kurallarına bağlı kalmak onun için hayati derecede önemliydi. Meslek hayatı boyunca bundan taviz vermedi. Gerçeği kimseye göre de eğip bükmedi. Çoğu kimsenin dokunmaya cesaret edemediği olayları sabırla deşti; derinlemesine inceledi ve ‘riskli’ haberlerin peşinden gitti. Hangi habere giderse gitsen sonuna kadar giderdi; uğraşır didinir, engelleri aşmasını becerir ve sonunda karanlığa itilmiş gerçeği gün yüzüne çıkarır ve herkesin gözleri önüne sererdi. Ancak burada bitmezdi; haberin devamını da takip ederdi.
Celal Başlangıç böyle biriydi…
İyi yürekli bir insan, çok iyi bir gazeteciydi. Bugün; hem de 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde hayata ve sevenlerine veda etti. Bu veda aslında onun meslek kariyeri açısından bir finaldi. Veda için böyle bir günü seçen hayat bence ona yakışan, anlamlı bir ödül verdi.
Ben Celal’i 80’li yılların ortalarında Türkiye’nin 12 Eylül karanlığından çıkmak için çırpındığı yıllarda tanıdım. Gerçek aşkına bağlı gazeteciliğin ateşten gömlek olduğu zor yıllardı. Cumhuriyet Gazetesi için çalışıyordu ancak, büroda oturmuyor, sürekli bölgede dolaşıyordu. Cizre’de, Şırnak’ta, Uludere’de, Hakkari’de, Van’da, Diyarbakır’da, Ağrı’da sürekli olarak yollarımız kesişiyordu. Nerede gizlenen bir gerçek, üzeri örtülmek istenen bir haber varsa Celal oradaydı.
Celal, o karanlık yıllarda Kürt halkı üzerindeki milli zulmün duyulması, Kürdistan’da yaşanan vahşetin Türkiye ve dünya kamuoyuna ulaşması için çok büyük çaba harcadı. Tehditlere ve baskılara karşın tarihi önemi olan haberlere imza attı. Onu diğerlerinden ayıran en seçkin farkı buradaydı. Celal başkaları gibi gerçeğe gözlerini kapatmadı. Aksini yaptı; gerçeğin peşine düştü ve karış karış dolaştığı Kürt diyarından yaptığı haberleriyle mazlum Kürtlerin sesinin duyulmasını sağladı.
O karanlık günlerden bugüne ulaşan bir Celal, bir de Ragıp (Duran) vardı. İkisi de aslında son 40 yılın canlı tanıklarıydı. (Ragıp şimdi bir başına kaldı. Ragıp’ın bugünden sonra yaşamakta zorlanacağı ağır bir yalnızlığı olacak…)
Celal iki yıla yakın bir zamandır kanser illeti ile mücadele ediyordu. Herkesle ve her şeyle mücadele eden, direnen o koca yürekli adam ne yazık ki bu illete yenik düştü. İki yıl boyunca acı içinde direndi; o çok sevdiği hayatı ve Ayşe’yi (Yıldırım) terk etmemek için var gücüyle ısrar etti, direndi ancak, her fani gibi daha fazlasına gücü yetmedi. Onun da biyolojik saatinin süresi sona erdi…
Ayşe bir melek gibi, hastalıkla geçirdiği iki yıl boyunca Celal’in başucundan ayrılmadı. Ayşe söz konusu olduğunda aslında Celal oldukça şanslı sayılırdı. Ne de olsa Ayşe, Celal için bir eş, bir sevgili, bir meslektaş, bir yoldaştan fazlasıydı. ( Şimdi Ayşe’nin de başa çıkmakta zorlanacağı derin bir yalnızlığı, Celal’in sesini arayacağı yorgun yılları olacak…)
Bu zor döneminde Celal’i yalnız bırakmayan, sürekli olarak yanında olanlardan biri de Kenan’dı. Kenan, (Azizoğlu) derin ve saygın bir vefa duygusuyla Celal’e sahip çıktı. O zor yıllarında Celal’in yanından ayrılmadı, yalnız bırakmadı. ( Kenan için de bundan sonrası daha zorlu geçecek…)
Ölüm aslında ölenden çok geride kalanlar için ’ölüm’ oluyor. Hayat bunu da insana yine ve ne yazık ki ölümle öğretiyor.
Ancak elbette Celal için erkendi, onun ölümünü konuşmak için çok ama çok erkendi…
Ayrıca daha içeceğimiz çok rakı, gazeteciliğe kaldıracağımız çok kadeh vardı…
Kadehler de öksüz kaldı…
Şairin dediği gibi:
Şimdi rakı sofrasında
Kara bir katrandır zaman