Merkezi Londra’da bulunan Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (DPI) Başkanı Kerim Yıldız Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada, ‘Türkiye’de yeni bir Çözüm Süreci’nin başlamış olma ihtimali çok yüksek’ dedi.
Dikkatinizi çekerim;Yıldız yeni bir Çözüm Süreci’nin ‘başlaması’ ihtimalinin değil, ‘başlamış olması’ ihtimalinin ‘çok yüksek’ olduğunu söylüyor.
Söz konusu DPI ve başındaki Kerim Yıldız olunca açıklamayı ciddiye almak gerekiyor zira, Yıldız’ın başındaki kurum yıllardır Türkiye’nin Kürt sorununun görüşmeler yoluyla çözülmesi için çalışmalar yürütüyor.
Kürt sorununun barışçıl-siyasal çözümü amacıyla toplantılar, konferanslar, çalıştaylar düzenliyor. Belli aralıklarla tarafları ziyaret ediyor; Ankara’ya, Kandil’e, Brüksel’e, gidiyor. Oslo’da olduğu gibi taraflar arasındaki görüşmelere aracılık ediyor.
Dolayısıyla basın ve siyaset dünyası şurada kalsın, barış özlemi, özgürce ve insanca yaşama özlemi içinde olan sıradan bir insan için bile bu açıklama önem arz ediyor.
Öte yandan elbette bu açıklamadan yola çıkarak KCK ile Türk devleti arasında görüşmelerin yeniden başladığından ve ‘yeni bir Çözüm Süreci’nin başlamış olduğundan’ söz edemeyiz.
Taraflar bu konuda tersini söylediğine göre, illa böyledir diye ısrar da edemeyiz…
KCK’den ve Türk devleti ya da hükümetinden teyit eder mahiyette bir açıklama gelmedikçe, onlara rağmen, ‘görüşüyorlar’ demek ve bunun üzerine yorum bina etmek etik değil. Ayrıca böylesi bir durumda yorumun isabetli olması da mümkün değil.
Hal böyle olunca görüşme var mı, yok mu sorusunu bir kenara bırakmak; görüşmeler yerine gelişmelere odaklanmak; gelişmelerden bir takım sonuçlar çıkarmaya çalışmak daha doğru gibi görünüyor.
Gelişmelere bakınca da IŞİD sonrası sahne alan İran gerilimiyle birlikte Ortadoğu’da kartların yeniden karıldığını görüyoruz. İran meselesi gelinen aşamada ciddi bir krize dönüşmüş durumda ve kriz gün geçtikçe derinleşiyor.
Bölgeden hemen her gün tansiyonu yükselten yeni bir haber geliyor. İran krizinin etkileri hızla bölgeden tüm dünyaya yayılıyor ve bölgesel dinamiklerle küresel güçleri yeni duruma uygun tutum almaya zorluyor.
Herkes kendi çıkarına uygun politik tutum ve pozisyon almaya çalışıyor zira, İran meselesi sonrası Ortadoğu‘da kurulacak yeni jeopolitik denge herkes için büyük önem arz ediyor.
İran meselesinin nasıl çözüleceğinin, bölgenin gelecekte nasıl şekilleneceğinin, yeni dengeleri kimlerin belirleyeceğinin ve dolayısıyla kimin kime ne vereceğinin ve yine kimin kimden ne elde edeceğinin öngörülemediği bir süreç yaşanıyor ve bölge karmaşanın, kaosun artacağı bir sürece doğru sürükleniyor.
Bölgenin içinde bulunduğu bu durum elbette bölgenin diğer dinamikleri gibi Kürt siyaseti ve Türk devletini de ciddi manada etkiliyor ve onları da yeni tutum almaya zorluyor…
Türkiye’ye gelince;
Erdoğan’ın başında olduğu Türkiye’nin İran meselesini fırsat olarak değerlendirdiği ve bölgesel kazanç elde etme yolunda cesaretlendirdiği gözleniyor. Türkiye’nin izlediği proaktif politikadan bu anlaşılıyor.
Bölge yeni dengeye doğru giderken Türkiye elindeki kozları hem bölgede stratejik kazanç sağlamak hem de Kürt meselesinde arzu ettiği sonucu almak için oynamaya çalışıyor.
Başarır mı başaramaz mı ayrı konu ancak, İdlib’de Suriye, Tel Rifat’ta İran’la karşı karşıya gelen, Akdeniz’de ABD ve AB’ye dayatmalarda bulunan, yine İdlib’ten Kandil’e kadar uzanan geniş coğrafyada operasyonlar yapan ve savaşa hazırlanan Türkiye, uluslararası sistemin, bölgesel ve küresel güçlerin karmaşık yapılarından ve karşı karşıya kaldıkları zorluklardan faydalanmak istiyor.
Kimi yerde şantaja başvurarak, kimi yerde uzlaşma arayarak kendi çıkarları ekseninde azami sonucu almaya çalışıyor.
Türkiye’nin hedeflerinin başında Kürtlerin etkisini kırmak ve yapabilirse onları kontrol altına almak geliyor. Bu amaçla belli bir strateji çerçevesinde çok yönlü, çok boyutlu aktif bir politika izliyor.
Amerika’ya YPG’nin sınırdan çekilmesi, ‘güvenli bölgenin’ kendi denetimine verilmesi, ÖSO’nun Fırat’ın doğusunda görevlendirilmesi, ayrıca PKK’nin Kandil’den ve Şengal’den çıkarılması ve bastırılması için dayatmalarda bulunuyor.
Türkiye, Amerika’yla İdlib’te Esad’a karşı sürdürdüğü ilişkiyi ve işbirliğini Fırat’ın doğusuna taşımak istiyor. Bu konuda Rusya ile de belli bir uzlaşma zemini yakalamış görünüyor.
ABD Dışişleri Bakanı ve CİA eski Başkanı Pompeo’nun geçen ay Soçi’de Putin’le yaptığı görüşmenin ardından Suriye’de ortaya çıkan gelişmelerden Türkiye’ye bir rol verildiği anlaşılıyor.( Kaldı ki Putin artık Esad’dan ziyade Erdoğan’la iş tutmaya önem veriyor.)
Amerika ise İran krizi ve daha bir dizi nedenden ötürü Türkiye’yi yanında tutmak istiyor. Bu yüzden Türkiye’nin taleplerini Kürtlerle pazarlığa açıyor. Amerika Fırat’ın doğusuyla ilgili olarak Türkiye’nin tavrını yumuşatmaya, Kürtlerle uzlaştırmaya çalışıyor.
Özel Temsilci Jeffrey bunun için yoğun çaba harcıyor. Aylardır taraflar arasında mekik dokuyor. Jeffrey geçenlerde taraflar arasında ‘uzlaşma zemini yakalandığını’ söyledi ancak, Kürt tarafı bunun ‘kesin olmadığını’ pazarlıkların sürdüğünü belirtti.
Kürt meselesini bir varlık-yokluk meselesine çeviren Ankara bütün imkanlarını zorlasa ve savaş hazırlıkları yapsa da arzu ettiği sonucu alacağından emin görünmüyor. Aksine Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riski de var. Riskin boyutları öngörülemediği için o da ister istemez görüşmelere kapıyı açık tutuyor.
Türkiye’nin resmi yetkilileri ‘doğrudan görüşme yok’ dese de, ‘dolaylı görüşmeler’ yapıldığını kabul ediyor ve anlaşıldığı kadarıyla ‘dolaylı görüşmeler’ uzun süredir devam ediyor. Kimi siyasal gözlemciler İmralı’nın kapılarının uzun bir aradan sonra yeniden açılmasını da buna bağlıyor.
Türkiye’nin Kürt meselesiyle Suriye’nin Kürt meselesi iç içe geçmiş olduğundan Rojava’yla ilgili her tartışma, pazarlık ve arayışın PKK ve Öcalan’la birlikte yapılması kaçınılmaz oluyor.
Gelişmeler bunun böyle olduğuna işaret ediyor ancak ortada henüz bir uzlaşma işareti görünmüyor. En azından Türkiye’nin mevcut politikasında bir değişim yok. Buna dair somut bir işaret de yok.
Gelişmeler ışığında ‘dolaylı görüşmelerin’, arayışların, pazarlıkların ve paralelindeki savaş hazırlıkları ile operasyonların bir süre daha daha devam edeceği gözleniyor. Şartlar ve koşullar herkes için ağır olduğundan, karmaşık ve kaotik durum daha bir koyulaştığından kesin bir şey söylemek zor.
Tarafların uzlaşması halinde elbette Türkiye’nin yeni bir normalleşme ve çözüm sürecine evrilmesi gündeme gelecektir. Uzlaşmanın sağlanamaması halinde ise savaş Rojava’yı da içine alacak şekilde yayılacak ve şiddetlenecektir. Başka bir alternatif mümkün görünmüyor.
Sorunun sürümcemede kalmasına ve uzatmaların da uzatmalarının oynanmasına bölgedeki yeni durum izin vermiyor…
Kürtlere gelince:
Şartlar Kürt siyasetini de kendini gözden geçirmeye, yeni duruma uygun tutum belirlemeye zorluyor. Ne de olsa Rojava için olduğu kadar kuzey ve güney parçaları için de ciddi zorluklar, engeller ve riskler içeren bir süreç yaşanıyor.
Fakat Kürtler açısından sorun sadece Türkiye’nin dayatmalarından, tehditlerinden ve operasyonlarından kaynaklanmıyor. Aynı şekilde İran’la ilgili alınacak tutum da ciddi sorunlar üretiyor. Zira Amerika, Kürtleri bir bütün olarak İran karşıtı cephede görmek istiyor ve açıkçası bunu zorluyor. Amerika Kürtlerin coğrafi ve siyasi zorluklarını hesaba katıyorn görünmüyor.
KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, bundan bir süre önce ‘Amerika’nın Kürtleri İran karşıtı koalisyonda yer almaya zorladığını, PKK’nin buna engel olduğunu ve bu yüzden haklarında yakalama kararı çıkarıldığını’ söylemişti.
ABD’nin bu konuda sadece PKK’ye değil YNK’ye de baskı yaptığı ve kimi dayatmalarda bulunduğu biliniyor.
Öte yandan PKK yöneticilerine yönelik olarak Şengal’de ve Kandil’de insansız hava araçlarıyla yapılan suikastleri ve son olarak Xaxurk’e yönelik ‘Pençe Operasyonunu’ ABD’den bağımsız ele almak da mümkün görünmüyor. Irak hava sahasını kontrol eden Amerika’yla Türkiye arasında bu amaçla bir ‘koordinasyon’ sağlandığı yaşanan olaylardan anlaşılıyor.
Bölge Kürtlerinin bir bütün olarak İran karşıtı cephede birleşebilmeleri pek olası değil. Her şeyden önce bunun için bazı şartların yerine gelmesi, bazı güvencelerin elde edilmesi gerekiyor. Hepsinden önemlisi de Kürtler arasındaki sorunların aşılması, Kürt siyasetinin ortak bir hedef etrafında bir araya gelmesi gerekiyor.
Ayrıca kabul etmek gerekir ki kuzeyi ve güneyiyle Kürt hareketinin eli bundan 5 yıl öncesi kadar güçlü değil. İzlenen yanlış politikalar nedeniyle ciddi zorluklar yaşanıyor. Yetersizliğin, dağınıklığın ve savrulmaların önüne geçilemiyor.
Kürt siyasetinin tarihin bu kırılma anında bir sonuç alabilmesi ve tarih sahnesinde tutunabilmesi için kendine bir ayna tutması ve bir an önce toparlanması, koşullara uygun bir biçimde, nitelik, verimlilik ekseninde yeniden yapılanması gerekiyor.
Siyasetin de, toplumun da çıkarları bunu zorunlu kılıyor…
Bu nedenle görüşmelerden önce gelişmelere odaklanmak, kendini sorgulamak ve toparlanmak daha bir önem arz ediyor…
/Nupel/