Günay Aslan : Katil mi değil mi; önce dinleyin, sonra bir karar verin

Yazarlar

Bundan tam 96 yıl önce; 24 Ekim 1925 tarihinde, Muş ili Varto ilçesine bağlı Dadina (Ölçekli) köyünde gözaltına alınan yoksul köylüler Şeyh Sait isyanına destek verdikleri gerekçesiyle kurşuna dizildiler.

Dadina köylüleri 32 kişiydi. Çoğu aynı ailedendi.  Şeyh Sait öncülüğündeki isyana katıldıklarına dair herhangi bir delil, kanıt, hatta ipucu bile yoktu. Ancak buyruk kesindi ve kurşuna dizileceklerdi.

Öyle de oldu… 

Sabah saatlerinde gözaltına alınan Dadinalı köylüler akşam saatlerinde Galyan yaylasında, Newala Dıza (Hırsızlar Vadisi) denilen alanda kurşuna dizildiler ve oraya topluca gömüldüler.

Köylülerin yakınları korkudan yıllarca sesini çıkaramadı. Kadınlar çocukları yaşasın, yaşlılar başka kimseye bir şey olmasın diye suskunluğa kapıldı. Kimse acısını bir başkasına dillendirmeyi, yarasını göstermeyi ve ‘yasak saha’ ilan edilen lanet yaylaya gitmeyi göze alamadı…

*

Bundan tam 89 yıl önce; 9 Temmuz 1930 tarihinde Van ili Erçiş ilçesinde, Türk ordusu Zilan Deresi’ne yönelik bir harekat başlattı. İlk olarak bölge bir uçtan diğerine çembere alındı. Bölgedeki bütün köy ve meralar bir hafta içinde adım adım kuşatıldı ve kimseye kaçma imkanı bırakılmadı.

16 Temmuz 1930 günü düğmeye basıldı…

9.Kolordu Komutanı Salih Paşa’nın (Omurtak) komuta ettiği birlikler bölgede ‘taş üstüne taş, gövde üzerinde baş bırakmamak’ amacıyla köyleri basmaya başladı. Ağrı İsyanı’na destek verdiği gerekçesiyle Zilan bölgesi ‘tedip ve tenkil’ harekatına maruz kaldı.

Köyler yakıldı, yaylalar, meralar, tarlalar bombalandı. Köylüler; genç, yaşlı, kadın, çocuk olduklarına bakılmaksızın bazen tek tek, bazen topluca kurşunlandı.

Asker kısa sürede Zilan’da 15 bin cana kıydı. 200’ e yakın köyü yakıp yıktı, on binlerce insanı esir aldı ve sürgünlere yolladı…

*

Bundan tam 82 yıl önce ; 4 Mayıs 1937’de, 15 uçaktan oluşan bir filo Dersim’e bomba yağdırmaya başladı.

Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun “Tenkil Harekatına Dair’ kararnamesi gereği hava kuvvetlerine bağlı uçaklar Munzur vadisini, Zel vadisi, Laç vadisini, Dersim dağları, yaylaları, köyleri, meralarını yangınlar içinde kana buladı.

 ‘Cumhuriyetin kahredici ordusuna Dersim’i mahvetme’ emri verilmişti.

Emir gereği bebekler, kadınlar, yaşlılar ayırt edilmeden kurşuna dizdiler. İnsanların kafalarını kestiler ve kesilen başları paşalara ‘hediye’ olarak gönderdiler.

Dönemin Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in CHP’nin şimdiki lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na anlattığı gibi, ‘Mağaralara iltica eden Dersimliler’e karşı ordu zehirli gaz kullandı; Dersimliler fareler gibi zehirlendiler…’ 

4 Mayıs’ta başlayan ‘Dersim Tertelesi’ sonbahara ulaştığında arkasında on binlerce ölü bırakmıştı. 

On binlerce Dersimli de tıpkı Zilan’da olduğu gibi esir alınmıştı. Bunlar da geçmiş hayatlarından ve yurtlarından koparıldı; Türk ve Sünni toplumun çoğunlukta olduğu yerlere sürgüne yollandı.

Dersim halkının lideri Seyit Rıza, oğulları ve yol arkadaşları Usene Seyit, Fındıq Ağa, Hesen Ağa, Usene Sey Rızay, Hesene İvrami de 15 Kasım 1937’de Elazığ’da idam edildi. İdam edilenlerin Elazığ- Malatya yolu üzerindeki bir kışlada yakıldıkları iddia edildiyse de, bugüne değin mezarlarının yeri bilinmiyor.

Bir mezarlarının olup olmadığı da…

*

Bundan tam 76 yıl önce; 28 Temmuz 1943 tarihinde Van ili Özalp ilçesine bağlı Koçkıran köyünün İran sınırıyla bitişik Sefo Deresi’nde 33 yoksul Kürt köylüsü elleri arkadan bağlanmış ve yere diz çöktürülmüş olarak kurşuna dizildi.

Kurşuna dizilenler arasında yürüyemeyecek kadar yaşlılar, bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar, nişanlılar, yeni evli olanlar vardı. 

Sorgusuz-sualsiz ve suçsuz-günahsız yere kurşuna dizilen bu insanlara son istekleri, ve son sözleri dahi sorulmadı. 

O gün orada katledilen yoksul köylülerin sesini infazcı askerlerden başka duyan olmadı.

Büyük ozan Ahmed Arif’in dediği gibi; ‘O gün orada ölümü acımasız uyguladılar/ mavi dağ dumanını/ ve uyur-uyanık seher yelini/ kanlara buladılar…‘  

Türk askerinin kurşuna dizdiği 33 yoksul Kürt köylüsü hakkında verilmiş bir mahkeme kararı yoktu. Kurşuna dizilmelerine yol açacak herhangi bir suçları da yoktu. 

Tek suçları (!) Kürt olmaktı.

Bu nedenle onları kurşuna dizen devlet katliama gülünç gerekçeler hazırladı. Yalan beyanlara ve sahte belgelere dayalı uyduruk raporlar yazdı. 

33 Kürt köylüsünü Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle Van 226 Alay- 2. Tabur Komutanlığı’na bağlı süvari birliği kurşuna dizmişti.  Birliğe sınır taburunda görevli subaylardan Nejdet Bilgez, Bilal Bali ve Durmuş Özbek komuta etmişti.  

Türk devleti planı ve programını önceden yapmış, bu köylüleri bile- isteye katletmişti.

Katliam planı Ankara’da çizilmiş, dönemin Cumhurbaşkanı İnönü, ‘Doğunun Aslanı’ ilan ettiği Teşkilatı Mahsusa’dan yakın arkadaşı 3’üncü Ordu Komutanı Orgeneral Muğlalı’yı bunun için görevlendirmişti. 

Muğlalı’nın katliam için seçilmesi tesadüf değildi elbette. Muğlalı Paşa, Ermeni ve Rum katliamlarını gerçekleştirmiş olan ‘Teşkilat-ı Mahsusa‘ nın önemli bir üyesiydi. 

Katliamın amacı da Kürtlere gözdağı vermekti. Kürtlere seslerini çıkarmamaları için belli aralıklarla gözdağı vermek, halkın sevdiği ve saydığı insanları asmak ya da kurşuna dizmek  ‘devlet refleksi’ydi… 

Muğlalı bu gerçeği  yargılandığı mahkemede açıkça itiraf  etti. Devletin Kürtleri sistemli olarak imha etmesi gerektiğini ifade etmekten çekinmedi; ‘Kürtlere normal ölçüler ve devlet anlayışı içinde yaklaşılması mümkün değildir‘ dedi…

*
Bundan tam 30 yıl önce; 19 Ocak 1989 tarihinde Siirt ili Şirvan yolu üzerindeki Kasaplar Deresi’nde bir toplu mezar ortaya çıkarıldı. Siirt Tugayı’nın çöplük olarak kullandığı Kasaplar Deresi’nde gözaltında işkenceyle öldürülen ya da çatışmalarda ‘ölü ele geçirilen’ insanların cesetleri atılıyordu.

Olayı ortaya çıkaran gazetecinin ısrarlı çabaları sonucu derede kazı yapıldı ve küçücük bir alanda birkaç saat içinde 6 ceset çıkarıldı. Bunun üzerine Ankara’dan gelen bir emirle kazıya son verildi.

Kasaplar Deresi de önce ‘yasak saha’ ilan edildi, ardından üzerine asfalt döküldü. Olayı ortaya çıkaran gazeteci ise gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı ve hakkında dava açıldı; 2,5 yıl da hapis cezası aldı…

*

Bundan tam 26 yıl önce; 2 Ekim 1993’te Muş iline bağlı Altınova (Artinis) köyünde, sabahın erken saatlerinde askerler bir eve baskın düzenlediler. Ev dokuz nüfusu Öğür ailesinin eviydi. Ailenin bütün fertleri de evdeydi.

50 yaşındaki baba Mehmet Nasır, hamile eşi 40 yaşındaki Ayşe, kızları 17 yaşındaki Sevim, 12 yaşındaki Sevda, 6 yaşında Aycan ile oğulları 7 yaşındaki Şakir, 4 yaşındaki Cihan, 3 yaşındaki Çınar ve bir yaşındaki Şirin; hepsi de derin bir uykunun içindeydi. 

Askerler eve birbiri ardına yangın bombaları attılar. Kırılan camlardan içeri düşen bombalar yüzünden evi alevler sardı. Öğür ailesi neye uğradığını şaşırdı. Alevlerin arasında kalmışlardı…

Can havliyle dışarı kaçtılar fakat, dışarı çıkamadılar. Zira evin etrafında mevzilenmiş askerler dışarı çıkmaya çalışanlara kurşun yağdırıyordu. 

Emir kesindi; kimse dışarı çıkmayacak, hareket halindeki herkese ve her şeye kurşun yağdırılacaktı. 

Baba Nasır ile büyük kızı Sevim daha kapıya çıkamadan yaralanmışlardı. Evdekiler kurşun yağmuru yüzünden dışarı çıkamadılar…

Köy kuşatıldığı, bütün evler sarıldığı ve yaylım ateşi devam ettiği için köyden kimse yerinden kalkamadı. Kurşun yağmuru yüzünden kimse başını kaldırıp da ne oluyor diye bakamadı.

Öğür ailesi alevlerin içinde çırpınıp kaldı. Onların kulakları sağır eden feryatlarını duyan olsa da yardım eden olmadı. 

O sabah orada ailenin bütün fertleri diri diri yakıldı…

Askerler geri çekilip gittikten sonra yanmış küle dönmüş eve giden köylüler kömür gibi yanmış ve parçalanmış cesetlerle karşılaştılar. Dokuz kişilik aile tanınmayacak durumdaydı…

O gün orada yanmış küle dönmüş o evden kömür gibi yanmış bedenlerin ve parçalanmış cesetlerin arasından bir kedinin de cesedini çıkardılar.

Kedi, baba Nasır Öğür’ün kızı Aycan için Van’dan getirdiği, bir gözü çağla yeşili, öteki  kehribar sarısı olan, uzun tüylü, uzun kuyruklu süt beyazı Van kedisiydi…

*

Bundan tam 26 yıl önce; 11 Ekim 1993’te Muş ili Kürt Meydan köyünde 3 yaşlı Kürt köylüsü; Yusuf Söylemez, Fadıl Baran ve Vahdettin Yalçın komandolar tarafından gözaltına alındı.

Alındıktan kısa bir süre sonra 3 köylü Murat nehrinin kıyısında kurşunlandı. Köylülerden Vahdettin Yalçın yaralı olarak kurtuldu. Yakın bir köye sığındı. Oradan Muş Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastanede gözaltına alındı. Yaşadıklarını kimseye anlatmaması koşuluyla tedavisi yapıldı. 

Yalçın yaşadıklarını yedi yıl boyunca kimseye anlatamadı… 

*

Bundan tam 26 yıl önce; 11 Ekim 1993’te Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Alaca köyünden Salih Akdeniz, Behçet Tutuş, Bahri Şimşek, Şerif Avar, Hasan Avar, Mehmet Şah Atala, Nusrettin Yerlikaya, Turan Demir, Celil Aydoğdu, Ümit Taş ve Abdi Yamuk gözaltına alındı.

Gözaltına alınan 11 köylü hakkında o güne değin herhangi bir dava açılmamıştı. O güne kadar hiç biriyle ilgili bir soruşturma dahi yapılmamıştı. Hepsi de işinde gücünde olan; suçsuz günahsız insanlardı. 

Onların da suçu (!) Kürt olmalarıydı…

Sadece Kürt oldukları için gözaltına alınan bu köylüler, Kulp kırsalındaki bir mağarada kurşunlandılar. Orada bir çukur açıldı ve hepsi de birbiri ardına o çukurun içine atıldı… 

Aradan 11 sene geçtikten sonra 2004 yılında Kulp’a bağlı Keper mezrasına yakın bir mağarada toplu mezar ortaya çıkarıldı. Toplu mezardan alınan kemiklere DNA testleri yapıldı. Test sonucunda bu kemiklerin askerlerin gözaltına aldıkları Alacalı köylülere ait olduğu anlaşıldı

*

Bundan tam 8 yıl önce; 28 Aralık 2011 tarihinde, Şırnak ili Uludere ilçesi Roboski köyünde çoğu çocuk yaşta 34 yoksul Kürt köylüsü savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledildi.

Türk savaş uçakları 34 genç insanı o gün orada paramparça etti; acılı anne ve babalara çocuklarının katır sırtında taşınan parçalanmış cesetleri verildi… 

Dönemin Başbakanı Erdoğan, ‘ordumuz kendisine verilen görevi samimiyetle yapmıştır‘ diyerek katliamı gerçekleştiren Genelkurmay’a açık destek verdi.

Dönemin başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan birçok olayda olduğu gibi Roboski’de de ordunun sivil ve savunmasız Kürtlere karşı işlediği insanlık suçunu gizlemeyi esas alan bir politika izledi. 

Bu yüzden  aradan seneler geçmesine rağmen Roboski katliamının da  ‘hukuki kovuşturmasından‘ bir sonuç elde edilemedi…

*

Bundan tam 3 yıl önce; 20 Ocak 2016 tarihinde, sokağa çıkma yasakları döneminde Cizre’deki ‘vahşet bodrumunda’ Birleşmiş Milletler’in elindeki bilgilere göre 100’den fazla genç insan canlı canlı yakıldı…

*

Bundan tam 3 yıl önce ;….

Bundan tam 3 ay önce; …

Bundan tam 3 hafta önce;…

Ve,

Bundan tam 3 gün önce; bir Türk televizyonunda, ‘Türk devleti katil mi, değil mi?’ tartışması yapıldı. 

Tartışmanın yankıları 3 gündür sürüyor…

Piran’dan Zilan’a, Dersim’den Sefo Deresi’ne, Kasaplar Deresi’nden Artinis’e, Kulp’tan Roboski’ye, Sur’dan Cizre’ye toplu mezarlardan ise insan çığlıkları, vicdan ve adalet haykırışları yükseliyor…

Önce o çığlıklara kulak verin,  katil mi değil mi daha sonra karar verirsiniz…

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz : CHP’nin Suriye Konferansı
Osman Özçelik : Qehremanekî Bêdeng; Mehmet Sincar

Öne Çıkanlar