Ortadoğu’da son zamanlarda dikkat çeken önemli bir takım gelişmeler yaşanıyor. Bölgenin ezeli düşmanları Suudi Arabistan ile İran, bir süredir Irak’ın ev sahipliğinde görüşüyor ve görüşmelerden ‘olumlu’ sinyaller geliyor. Yakın zamanda savaşın eşiğine gelen; Yemen’de vekalet savaşı sürdüren iki ülke şimdi ‘yumuşama’ mesajları veriyor.
İran’ın yeni güç dengelerini gözeterek başlattığı ‘diplomatik açılım’ Suudi Arabistan ile sınırlı da değil; İran, Amerika ile de epeydir görüşüyor. Ayrıca Viyana’da devam eden nükleer anlaşma müzakerelerinden de ‘olumlu’ açıklamalar geliyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani önceki gün, Amerika’nın ülkesine uyguladığı ana yaptırımların kaldırılması ile ilgili sorunların çözüldüğünü açıkladı. Ruhani’ye göre, “Bazı detaylarla ilgili müzakereler’’ ise devam ediyor…
İran’ın nükleer anlaşmada ilerleme sağladığı, Suudi Arabistan ve Amerika ile ilişkilerini ‘normalleştirmeye’ çalıştığı yeni dönemde Türkiye ile ilişkilerinde ise gerilimler yaşanıyor. Taraflar üzerini örtmeye çalışsalar da başta Irak ve Suriye olmak üzere birçok meselede yaşanan gerilimlerin hangi yöne evrileceğini ise çok sayıda dinamiğin belirleyeceği gözleniyor. Ortadoğu’da başlayan yeni dönemin iki ülke arasındaki kırılgan fay hatlarını tetiklemesi ihtimalini yabana atmamak gerekiyor.
Aynı şekilde Türkiye de 8 yıldır neredeyse kanlı bıçaklı olduğu Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkilerini ‘normalleştirmeye’ çalışıyor. Bu üçgende başlayan diplomatik temaslar da sürüyor ve taraflar ilişkilerin geleceğine ilişkin ‘sıcak’ açıklamalar yapıyor. Bu satırların yazıldığı saatlerde Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ‘ikili ilişkileri ve bölgesel konuları görüşmek’ için Suudi Arabistan’daydı.
Bu arada Türkiye ile İsrail de yakınlaşıyor. Son günlerde Mescid-i Aksa’da yaşanan olaylar nedeniyle sürecin ötelenmesi ihtimali belirse de, ilişkileri yeniden düzenleme çabasının akamete uğraması beklenmiyor. Türkiye- İsrail ilişkilerinin bütün zorluklarına karşın ilerlemesi ve yeni bir konjonktüre taşınması olasılığı daha güçlü görünüyor.
Öte yandan Irak, Mısır ve Ürdün yeni bir Arap bloğu oluşturmaya çalışıyor. Suudi Arabistan- BAE -Suriye arasında da ‘sorunları çözme’ görüşmeleri sürüyor. Bunlara ek olarak muhataplarının Arap-İsrail yakınlaşmasını ‘genişletme’, İsrail- Rusya ilişkilerini ‘geliştirme’ arayışları da devam ediyor.
Bölgede son günlerde yaşanan durum kabaca böyle. Ancak buradan hareketle bu ülkeler arasındaki sorunların hemen çözüleceği, herkesin el ele vereceği, bölgede istikrar ve barış üreten yeni bir düzenin hayata geçirileceği gibi bir yanılgıya düşmemek gerekiyor.
Bölgedeki ve ülkeler arasındaki kronik sorunların çözümü kolay değil fakat, Türkiye, İran, İsrail gibi kimi ülkeler Arap Baharı’ndan sonra elde ettikleri kazanımları konsolide etmek, bazı ülkelerde kayıplarını telafi etmek; hasılı kelam hepsi de çıkarlarını korumak ve geliştirmek amacıyla harekete geçme ihtiyacı hissediyor.
Bu nedenle yeni pozisyonlar alıyor, yeni politikalar üretiyor ve bölgede yeniden konumlanmaya çalışıyorlar. Ortadoğu’nun önümüzdeki günlerde çok dinamik bir biçimde yeni güç mücadelesine ve ittifaklar sistemine tanıklık edeceği anlaşılıyor.
Elbette bütün bunları Joe Biden’ın Amerika’da Başkan seçilmesiyle başlayan yeni küresel trendden bağımsız ele almak mümkün değil. Bölge devletlerinin politikalarında yaşanan değişimler ve yeni ittifak arayışları, Amerika’nın öncülüğünde yeni bir küresel sistemin kurulacağı öngörüsünden kaynaklanıyor.
Bölgede olan biteni aslında uluslararası normları, kurumları ve ilişkileriyle; yeni bir güvenlik ve ekonomik sistemiyle dünyanın ve elbette bölgenin yeniden yapılandırılmasına ‘hazırlık’ olarak değerlendirmek gerekiyor.
Ne de olsa dengesizliğin ‘denge’ haline geldiği ve küresel sistemin yerle bir edildiği Trump dönemi sona ermiş ve şartlar değişmiştir. Şartlar değiştiği için şimdi politikalar ve ittifaklar da değişiyor. İç dengeleri değişen Amerika yeni dönemde dünya dengelerini değiştirmeye hazırlanıyor ve bu yüzden tüm dünya gibi bölge ülkeleri de kendilerini yeni duruma ayarlamaya; yeni hamleler ve stratejiler geliştirmeye çalışıyor.
Önümüzde ay Brüksel’de yapılacak NATO zirvesi bu anlamda tarihi bir dönüm noktası olacağa benziyor. Biden’ın da katılacağı, NATO ve Avrupa Birliği liderlerinin yanı sıra Rus lider Putin’le de zirvenin yapılacağı, ‘Haziran görüşmeleri’, dünyadaki yeni durumu anlamak ve gidişatı kavramak açısından önemli ipuçları verecektir.
Diğer yandan; dünyadaki değişimin, özellikle de Ortadoğu’daki yeni güç mücadelesinin; ittifak arayışları ve ‘yeni rol’ rekabetinin Kürtler için de ciddi sonuçları olacaktır. Dolayısıyla bir bütün olarak Kürt siyasetinin de dönüp yeni döneme bakması ve bölgede yaşanacak değişimlerin sonuçlarını şimdiden hesaba katması gerekiyor.
Son yıllarda kuzeyde, güneyde ve Rojava’da ciddi kırılmalar yaşayan Kürt siyasetinin yeni döneme uygun pozisyon alması ve politik açılımlar yapması hem kendisine yönelik tehditlerin bertaraf edilmesi hem de geleceğin kazanılması açısından hayati önem taşıyor.
Her şeyden önce bölgede Kürtlerin -sınırlandırılmış da olsa- bir rollerinin olacağını kabul etmek ve bunun için işbirliği yapmak ve bu rolü paylaşmak amacıyla harekete geçmek gerekiyor.
Yeni dönem Kürt siyasetin iç sorunlarını aşmasını ve ‘ulusal bir konsept’ ekseninde anlaşmasını artık zorunlu kılıyor. Koşullar bunu dayatıyor. Kaldı ki Kürt siyasetinin sorunları iç siyasal çekişmeden çok, bölgesel düzlemdeki konumlanmasından; Kürt partilerinin farklı kamplarda yer almalarından kaynaklanıyor. Fakat şimdi konjonktür bunun aşılması için yeni fırsatlar sunuyor.
Ortadoğu’da devletlerin düşmanlarıyla bile diyalog ve işbirliğinin yollarını aradığı yeni dönemde Kürt siyaseti eski politikasını ve birbiriyle uğraşma tavrını daha fazla sürdüremez. Kürt siyaseti bölgede üstleneceği rolü rasyonel olarak paylaşan, bütün partilerin kazanacağı kalıcı işbirliği ortamını sağlayan politik bir hamle yapabilir ve bu sayede küresel aktörler (Amerika ve Avrupa) ile bir denge oluşturabilir; böylece kalıcı siyasi işbirliği için fırsatlar üretebilir.
Görülebildiği kadarıyla Biden yönetimi bölgesel güç dengelerini hala etkileyebilecek önemde olan Kürt dinamiğine -Erbil merkezli- önemli bir rol biçiyor. Fakat Erbil’in yani Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bu rolü tek başına üstlenmesi ve bunun gereklerini yerine getirmesi de zor görünüyor.
Bunun için Kürt dinamiğinin yeniden şekillenmesi ve Kürtlerle ilgili rolün PKK ile de paylaşılması; onun da sürece katılması daha gerçekçi bir seçenek olarak ortaya çıkıyor. Bunun nasıl olacağına ise Kürtlerin kendi aralarında diyalog içinde karar vermeleri gerekiyor ki bir süredir KDP ile PKK arasında başlayan ve bütün zorluklarına rağmen devam görüşmelerin bu eksende başlamış olduğunu ummak istiyorum. (Bu anlamda Kürdistan Bölgesi Başkanı Neçirvan Barzani’nin askeri danışmanı Babekir Zebari’nin Türk operasyonları ve askeri üslerine yönelik açıklamasını önemsiyorum ve devamının geleceğini düşünüyorum.)
Ayrıca bölgesel ‘Kürt ekseni’ için KDP-PKK işbirliğine iki tarafın da ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. PKK ile işbirliği olmadan, Erbil’in kendisine yönelik İran ve Türk kuşatmasını kırması, tehditleri göğüslemesi ve bunları dengelemesi mümkün görünmüyor.
Aynı şekilde KDP olmadan PKK’nin de, Türkiye’nin bütün iç ve dış imkanlarını kullanarak uygulamaya koyduğu ‘çöktürme’ planını kırması; Türk devletinin güneye taşıdığı ve Kürtlerin geleceğine karşı kullandığı ‘savaş’ dayatmasını boşa çıkarması mümkün görünmüyor.
Bu olmaz ise; Kürtlerin birbirleriyle didişmesi, bölgesel gericiliğin Kürt siyaseti üzerindeki vesayetinin derinleşmesi ve bu arada kuzeyi tasfiye eden Türkiye’nin güneye ve Rojava’ya yerleşmesi; zaman içinde buraları işgal etmesi; özcesi ‘Kürt jeopolitiğini’ ele geçirmesi ihtimali yüksektir.
Fakat dünya bunu istemiyor…
Dünya -hak ettikleri kadar olmasa da- bölgede Kürtlerin de bir yeri, bir statüleri olsun istiyor ama herşeyden önce bunu bütün toplumsal kesimleriyle Kürtlerin istemesi; Kürt siyasetinin de bunun gerektirdiği politik hamleleri ve stratejileri geliştirmesi gerekiyor…
Ortadoğu yeni bir konjonktüre geçiyorken, Kürt siyaseti olduğu yerde kalmaya; düşmanlarını bırakıp birbirine ok atmaya devam ederse, bu son fırsatı da kaçırmış olur ki bu vebalin altından hiçbir parti kalkamaz.
Kimse kalkamaz zira, Kürt dünyasında vebalin ağırlığı ödenen bedelin büyüklüğüyle ölçülmektedir…