Türkiye parlamentosu dün HDP Milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığını kaldırdı. AKP, MHP, CHP ve İYİ Parti’nin oylarıyla Kürt siyasetçinin vekilliği düşürüldü.
Öte yandan Kürt halkının demokratik iradesini temsil eden Semra Güzel’in vekilliğinin düşürüldüğü Meclis toplantısı Kürt siyasetine karşı açık bir darbenin gerçekleştirildiği ‘sembol’ bir güne denk getirildi.
Bundan 28 yıl önce; 2 Mart 1994’te bir Meclis darbesiyle dönemin DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılmış; Kürt vekiller Leyla Zana, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Hatip Dicle, Selim Sadak, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak, Meclis çıkışında apar topar gözaltına alınmış, zindana gönderilmişlerdi.
Şimdi benzer bir süreç Semra Güzel için işletiliyor. Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin karar Resmi Gazete’de bugün yayınlandı ve Türkiye’nin Adalet Bakanlığı dosyayı ‘gereğinin yapılması’ için savcılığa gönderdi. Bulurlarsa şayet, Semra Güzel’i de zindana atacak; zindandaki binlerce Kürt siyasetçinin yanına koyacaklar…
Türk devleti bir sonuç vermese de bildik siyasetinde ısrar ediyor. Bunu yaparken Kürtlere bir de ‘sembol’ günler üzerinden subliminal mesajlar gönderiyor. 2 Mart tarihinin bu anlamda bilinçli seçildiği anlaşılıyor. Geçmişte de buna benzer çok olay yaşandı.
Örneğin; Türk devleti Serekaniye ve Girê Sipi’yi işgale PKK lideri Öcalan’ın Suriye’den çıkarıldığı gün olan 9 Ekim’de başladı. Yine Öcalan’a idam cezasını Şeyh Sait ve arkadaşlarını idam ettiği 29 Haziran günü verdi. Aynı şekilde Afrin işgalinin tamamlanmasını da ‘Çanakkale Zaferi’nin kutlandığı 18 Mart gününe denk getirdi.
Kürtlerin olmasa da Türk devletinin hafızası bu anlamda çok güçlü; bizde unutma eğilimi olsa da devlet yaptıklarının unutulmasını istemiyor. Bu yüzden her olay, her vesileyle hafıza tazeliyor.
Diğer yandan HDP’li vekil Semra Güzel’in dokunulmazlığını kaldırılması Türkiye’nin 7 yılı aşkın bir süredir bütün olanaklarını kullanarak uygulamaya çalıştığı Kürtleri ‘çökertme’ siyasetinin devam ettiğini; bundan vazgeçmediğini gösteriyor. Devlet, bu türden bir beklenti içinde olanlara net bir biçimde ‘heveslenmeyin’ diyor. Kaldı ki kış boyunca devam eden içerideki kara operasyonları ile bölgesel düzeydeki saldırılar da hız kesmeden devam ediyor. Operasyonların ilkyazla birlikte yayılacağı, ‘çökertme’ planının bu yıl da bütün cephelerde uygulacağı anlaşılıyor.
Görülebildiği kadarıyla dünyadaki yeni duruma; Ukrayna’daki kritik savaşa rağmen Türkiye cephesinde değişen bir şey yok. Ayrıca bunun olabilmesi için içeride ve dışarıda güçlü bir zemin de yok.
Tam da burada; dünyada yaşanan son gelişmeler, özellikle de Ukrayna savaşı ışığında dış dünyanın, özellikle de Batı dünyasının tavrına dikkat çekmek istiyorum. Zira, bunu dikkate almadan Kürtlerin geleceğine dair bazı öngörülerde bulunmanın zor olacağını düşünüyorum.
Şöyle ki; bütün eleştirilerine rağmen ABD ve Avrupa Birliği, izlediği Kürt siyaseti nedeniyle Türk devletine karşı somut bir adım atmaktan bugüne kadar kaçındı ve kaçınmaya da devam ediyor. Amerika ve Avrupa mesele Kürtler olduğunda ‘kınamak’ ya da ‘uyarmak’tan öteye gitmedi. Yaptığı sayısız ‘uyarılardan’ biri bile bugüne kadar somut bir yaptırıma dönüşmedi.
Aksine Sur, Nusaybin, Cizre ve Yüksekova başta olmak üzere Kürt yerleşim birimleri tanklarla yerle bir edilirken susmayı seçti. Rojava işgal edilirken ve dünyanın gözleri önünde Afrin’de, Serekaniye ve Girê Spi’de insanlık suçları işlenirken görmezden geldi. Üstelik de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun raporlarına rağmen.
Rojava ve Ukrayna elbette aynı şey değil; ‘aynı ağırlıkta’ değil ancak, bir haftadır devam eden Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında Batı çok hızlı, çok radikal, hayati derecede önemli ve somutlar adımlar attı. Tüm dünyayı Rusya’ya karşı – haklı olarak- ayağa kaldırdı. Yaptırımlarla Rus ekonomisini çökme riskiyle karşı karşıya bıraktı.
İşgalin daha birinci haftasında Putin’i Ukrayna’da işlediği insanlık suçları nedeniyle uluslararası bir mahkemede yargılamanın yolunu açtı. Ayrıca Rusya’ya karşı savaşması için Ukrayna’ya ‘gönüllü’ yolladı. İngiltere gibi ülkeler bile savaşa gitmek isteyen vatandaşlarına destek vereceğini açıkladı.
Ne var ki aynı İngiltere IŞİD’e karşı insanlık adına savaşmak için Rojava’ya giden vatandaşlarını ‘terör örgütü’ üyeliğiyle yargılamış, bazılarını ülkeye dahi almamıştı.
Bugün Putin’i yargılamak için yoğun çaba harcayanlar, yıllardır Erdoğan’ı kollamış, yaptıklarını onaylamasalar bile dokunmamışlardı. Yine bugün Rusya’ya karşı savaşmak üzere Ukrayna’ya gidenleri alkışlayanlar, IŞİD’e karşı savaşanları yargılamışlardı, halen de yargılıyor. İngiltere’si, Almanya’sı, Fransa’sı, Amerika’sıyla Kürtler söz konusu olduğunda geçmişte çifte standart uygulayanlar, bugün de bu politikalarını sürdürüyorlar.
Bunu görmek ve üzerinde düşünmek gerekir.
Öte yandan dış dünya böyle de Türkiye’nin içerisi çok mu farklı? Hayır değil, orada da çifte standardın alası yaşanıyor. Egemen siyaset, egemen medya ve ırkçılıkla zehirlenmiş sivil toplumdan vazgeçtik, kendilerine ‘sol’, ‘sosyalist’ ya da ‘komünist’ diyenler bile çifte standart uyguladılar.
Bugün Dombas’ın özerkliğini savunanlar, Putin işbirlikçisi cumhuriyetleri selamlayanlar dün Rojava’nın özerkliğine karşı çıkıyorlardı ki halen de çıkıyorlar. Aynı şekilde yine bugün Ukrayna’daki direnişi selamlayanlar da, dün Rojava’daki direnişe ya dudak bükmüş ya da devletin elindeki ‘terör’ yaftasını yapıştırmışlardı. Böyle sayısız çevre ve sayısız çifte standart örneği var.
Elbette böyle bir dünya ve böylesi bir Türkiye gerçekliğinde Kürtlerin daha dikkatli ve gerçekçi olmaları, ayrıca kendilerini gözden geçirmeleri gerekiyor.
Zira Batı dünyasının çifte standartçı tavrında sadece Türkiye’nin NATO üyesi olmasının ya da Avrupa ile güçlü ekonomik bağlarının bulunmasının etkisi yok, Kürtlerden kaynaklanan nedenlerin de etkisi var.
Bunların da üzerinde düşünmek; Kürtlerin bu parçalı, bölünmüş hali devam ettikçe, ‘ulusal birlik’ gerçekleşmedikçe kimsenin Türk devletini Kürtler yüzünden karşısına almayacağını görmek gerekiyor ki bunu da en iyi Türk devleti görüyor.
Dolayısıyla bir yandan Batı dünyasının çifte standardını teşhir etmek, diğer yandan ise üzerimize düşeni yapmak, içeride birliği sağlamak zorundayız. Bunu yapmaz isek önümüze çıkan fırsatları kaçırmış, yeni yüzyılı da ıskalamış olacağız.
Demedi demeyin…