Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi dünyanın farklı bölgelerinde ciddi krizlerin ve çatışmaların yaşandığı, belirsizliklerin arttığı bir döneme denk geldi. Bu belirsizlik sürecinde Trump’ın Ukrayna’da ve Ortadoğu’da süren savaşlar konusunda nasıl bir politika izleyeceği özellikle merak ediliyor. Trump her ne kadar, yeni bir savaş çıkarmayacağını ve ‘mevcut savaşları sona erdireceğini’ söylese de ne yapacağına ilişkin tartışmalar sürüyor ve buna dair sayısız görüş dilendiriliyor.
Aslında yakından tanıyanların da ifade ettikleri gibi Trump, ‘savaş değil anlaşma’ peşinde konuşuyor. Önceliği bu ancak onunla anlaşmak kolay değil zira, ‘anlaşma’ demek Trump’a taviz vermek, şartlarını kabul etmek anlamına geliyor. Trump sorunların çözümü için muhataplarından taviz talep eden bir yapıya sahip. Taviz kopardığı sürece onun için sorun yok, sorun istediğini alamayınca ortaya çıkıyor. Böylesi bir durumda narsist kişiliği devreye giriyor, gözü dönüyor ve yıkıcı gücünü karşındakinin üzerine boca ediyor.
Dolayısıyla hem Avrupa’da hem de Ortadoğu’da önceliği anlaşmaya (!) vermesi; Ukrayna ile Filistin savaşlarının sona ermesi amacıyla ‘toprak karşılığında barış’ çözümünü (!) gündeme getirmesi olası görünüyor.
Kaldı ki Zelenskiy ve Putin’in de bunun farkında oldukları gözleniyor. Şartların yeni dönemde birçok açıdan Putin’den yana seyrettiği de ortada. Putin, seçimden hemen sonra yaptığı açıklamada Trump’la konuşmaya hazır olduğunu söyledi ve tam da Trump’ın beklentilerine uygun bir teklif yaptı. Rus lider, ‘’Ukrayna’nın sınırlarını güncel olayların dinamiklerine göre tanıyacaklarını’’ açıkladı.
Putin, Ukrayna sınırının yeniden çizilmesini’ öneriyor. ‘’Yeni Ukrayna sınırlarının belirli bölgelerde yaşayan halkın egemenlik kararları doğrultusunda belirlenmesi gerekiyor’’ diyor. İşgali ilhak ile tamamlamak istiyor ki Trump için de zaten Ukrayna’daki savaşın sona ermesinin yolu buradan geçiyor.
Ayrıca sadece Trump’ın değil, Avrupa’daki aşırı sağ müttefiklerinin de buna razı olduklarını hatırlatmak gerekiyor.
Demem o ki; Avrupa’daki savaşta Trump’lı dönemde çanlar artık Zelenskiy ve Ukrayna için çalışıyor. Ne de olsa Amerika hedeflerine ulaştı sayılır. Amerika Avrupa’yı Çin’den uzaklaştırmayı ve yeniden kanatlarının altına almayı başardı. Savaşın uzamasının artık Amerika’ya bir faydası yok. Trump da zaten bunun için geliyor.
Öte yandan Trump’ın ikinci döneminin Ortadoğu için ne anlama geleceği en çok merak edilen konuların başında geliyor. ABD’nin yeni başkanının Ortadoğu’da 7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden savaşa ilişkin nasıl bir politika izleyeceğine, çatışmalı süreci nasıl yöneteceğine ilişkin de sayısız görüş dilendiriliyor.
Kimi siyasal gözlemcilere göre Trump, Amerikan çıkarlarını güçlendirecek yeni bir Ortadoğu yaratmak istiyor. Gazze’deki drama bir önce son vermek, damadının önceki dönem sürdürdüğü Abraham Anlaşmalarını genişletmek, bölgede İran karşıtı güçlü bir cephe inşa etmek ve İran’a boyun eğdirmek istiyor.
Trump’ın İran’la da önceliği ‘anlaşmaya’ vereceği çokça yazılıp çiziliyor. Kimi siyasi gözlemciler ‘’Trump’ı Hamaney’le el sıkışmış olarak görebiliriz’’ derken, kimileri de, ‘’Kasım Süleymani gibi Hamaney için de ölüm emri verebilir’ diyor. Burada da öngörüler bir uçtan diğerine gidip geliyor ve kimse ne olacağını kestiremiyor. İran meselesi söz konusu olduğunda belirsizlik daha da artıyor.
İran meselesinde bilinen tek şeyin Çin ile ticaret savaşlarını alevlendirecek olan Trump’ın acelesinin olduğudur. Dolayısıyla baskıyı yükseltecek ve çok hızlı sonuç almak isteyecektir; bunun neye mal olacağını ise kestirmek kolay değildir.
Bazı siyasi gözlemciler Trump’ın Netanyahu’ya görevi devralmadan önce İran meselesini ‘bitirmesini’ söylediğini ileri sürüyor. ‘Nükleer tesislerde dahil nereyi vuracaksan vur, ne yapacaksan yap, ben gelinceye kadar tamamla’’ dediği iddia ediliyor. Analistler medyada bunu açıkça ifade ediyor. Bunlara göre ‘’Netanyahu ortalığı ateşe verdikten sonra Trump barış elçisi olarak sahneye çıkabilir. Buradan hareketle Kasım ve Aralık ayları çok çetin geçebilir. Trump, Ortadoğu’da zaten sarsılmış olan dengeleri koltuğuna oturmadan önce şiddetli bir biçimde sarsabilir.
Elbette böyle bir dönemde Ortadoğu’da ahlaksız çıkarlara kurban edilmiş, ülkeleri işgal, temel insani hakları gasp edilmiş Kürtlerin ne olacağı sorusu da önem kazanıyor. Ortadoğu’nun kronik Kürdistan sorununa bir çözüm bulunacak mı, bölgenin kadim halklarından Kürtlerin yeni Ortadoğu’da bir yerleri, statüleri ve güvenceleri olacak mı sorusunun yanıtı Kürtler için özellikle hayati önem arz ediyor.
Kaldı ki Trump’ın seçilmesinin ardından bu daha sık soruluyor ve herkes buna bir yanıt bulmaya çalışıyor. Elbette buna bir yanıt vermek de kolay değil. Zira, kördüğüme dönüşen Suriye meselesinin ve Suriye’deki yakıcı Rojava meselesinin ne olacağı sorusunun yanıtı Trump’ın izleyeceği politikada yatıyor ki belirsizlik hali burada da devam ediyor.
Trump’ın Suriye’deki (Rojava) Amerikan askerlerini çekip çekmeyeceği sorusuna kimse kesin bir dille ‘evet’ veya ‘hayır’ diyemiyor. Trump’ın asker çekeceğini söyleyenler de var, Amerika’nın bölgesel hedefleri açısından askerlerini bölgede tutmaya devam edeceğini söyleyenler de…
Trump döneminde Girê Sîpî ve Serekaniyê’nin işgal edilmesinin Kürtlerin hafızalarından silinmesi mümkün değil. 5 yıl önce Kürtler derin bir travma yaşadı ve Trump’ın yeniden seçilmesi ister istemez bu travmayı da tetikliyor.
Rojava meselesinde kritik bir sürecin daha yaşanacağı anlaşılıyor. Rojava’yı bir beka sorunu olarak gören ve Suriye Kürtlerini kendi topraklarında söz ve karar sahibi yapacak bir oluşuma izin vermek istemeyen Türkiye, bu kritik süreçte harekete geçebileceğinin işaretlerini veriyor. Türk devletinin yoğun bir biçimde savaş hazırlıkları yaptığı biliniyor.
Erdoğan’ın Trump’la Rojava’nın kaderiyle ilgili bir ‘al-ver’ siyaseti izleyeceği de tahmin ediliyor. Erdoğan’ın ve Türk devlet yetkililerinin girişimlerinden, Trump’ın seçilmiş olmasından duydukları sevinçten (!) bu anlaşılıyor. Ancak buradan bir sonuç alabilir mi Türk devleti, bu da şüpheli elbette.
Ayırca Türkiye, ‘hayat-memat’ meselesi olarak öne sürdüğü Rojava’dan asker çekilmesine karşılık Trump’ın kendisinden isteyeceklerini verebilir mi? İran karşıtı cephede yer alabilir mi veya Karadeniz’i Amerikan savaş gemilerine açabilir mi? Bunun da garantisi yok ve ayrıca Türkiye’nin bu kirli pazarlıktan pek bi şey elde etmesi mümkün değil. Rojava belki zarar görebilir ama Türkiye de çok şey kaybedebilir.
Amerika’nın eski Suriye Özel Temsilcisi ve eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de buna dikkat çekiyor. Bugün yaptığı açıklamada Jeffrey,’’ Amerika’nın Suriye’den çekilmesi İran’a ve Esad rejimine yarar’’ diyor. Türk dostu Jeffrey bunun Türkiye’nin çıkarlarına da zarar vereceğini söylüyor.
Ne var ki Ankara’da Kürt düşmanlığı öylesine derin ve öylesine travmatik bir özellik kazanmış ki yeter ki Kürtler özgür olmasın. Yeter ki ‘Kürt anasını görmesin…’’ İsterse dünya yansın…
Kendisini esir alan ve kör eden bu zihniyetten kurtulmadıkça Ankara’nın huzur bulması, Kürtlere de huzur vermesi mümkün değil. Bu gidişle kendisiyle birlikte Kürtleri de ateşe atacak, uçuruma sürükleyecektir. Onun peşinden koştuğu ‘yok etmeyi’ amaçlayan bir çözüm (!) günümüz gerçekliğinde mümkün değildir.
Diğer yandan Türkiye’nin de Trump daha koltuğuna oturmadan, onunla pazarlığa başlamadan harekete geçme ihtimali vardır. Bu birkaç aylık dönemde Türk devleti Kürtleri darbelemek, pazarlık masasında elini güçlendirmek isteyecektir. Rojava’ya yönelik yeni operasyon hazırlıkları, içerideki kayyum atamaları ve baskılar buna işaret ediyor. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık da bugünkü açıklamasında bunun yaratacağı tehlikeye dikkat çekiyor. Bayık yeni dönemde Türkiye’nin Rojava ve Şengal’e saldırabileceği uyarısını yapıyor.
Türkiye’nin Kürt sorununu çözmeden Ortadoğu’da bir rol üstlenemeyeceğini de belirten Bayık, Türkiye’ye Kürt sorununun demokratik çözümü için çağrıda bulunuyor. Siyasal çözüm için Öcalan’a işaret ediyor ve ‘’Önderliğimizin geliştireceği çözümün arkasında olacağız’’ diyor. Bayık’ın bu açıklamaları hem ‘’PKK Öcalan’ı reddediyor’’ diyenlere bir yanıt anlamı taşıyor hem de kritik bu süreçte Türkiye’ye kalıcı ve adil bir çözüm için fırsat sunuyor.
Türkiye’nin Kürt meselesinde yaşadığı tıkanmanın aşılması ve içine düştüğü açmazdan kurtulması için bu fırsatı değerlendirmesi gerekiyor ancak Türkiye’nin tersi istikamette yol aldığı ve Kürtlere doğrulttuğu silahı elden bırakmaya yanaşmayacağı anlaşılıyor.
1 Ekim’de MHP lideri Bahçeli’nin öncülüğünde geliştirmeye çalıştığı ‘iç barış’ sürecinde yaptığı çağrılara rağmen savruluyor. Türk devleti aslında karar vermekte zorlanıyor. Kürtleri ve Kürdistan’ı ne yapacağını, nasıl yapacağını bilemiyor. Savaş dışında bir seçenek (!) üretmediği içindir ki sürükleniyor. Sürüklendikçe de tehlike büyüyor ve yakınlaşıyor…
Böylesi bir haleti ruhiye içinde ve bu konjonktürde Trump’la oturmanın da onu kurtaramayacağını görmesi, yol yakından savaştan dönmesi, Kürtlerle kalıcı bir barış için ikna edici bir konsept geliştirmesi gerekiyor…