Türk devleti, tarihi boyunca mağdurlarına karşı neden hep kuşkucu, korkak, komplocu ve hoyratça yaklaşıyor ve davranıyor sorusunun yanıtı, bizi nasıl bir mücadele yoluna girmemiz gerektiği noktasına ulaştırır.
Aleviler, Kürtler ve azınlıklar söz konusu olduğunda her gelişme, her olay devletin kırmızı çizgilerinde hareketlenme yaratıyor. Mersin’den, İzmir’de Alevi evlerine işaret konulması ve HDP eski Eş Başkanı Kürt siyasetinin liderlerinden Selahattin Demirtaş’ın iki yıldan fazladır tutulduğu Edirne Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde hücresinden bir hafta önce geçirdiği rahatsızlığa karşı yaklaşım bunun tipik örnekleri.
Son Selahattin Demirtaş olayından başlayarak her iki konuda ne olduğu kısaca hatırlayalım.
Önceki gün Selahattin Demirtaş’ın avukatı ve kız kardeşi Aygül Demirtaş, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, ağabeyinin ‘’26 Kasım salı günü tutulduğu Edirne cezaevinde hücresinde nefes almakta güçlük yaşadığı için kısa süreli bilinç kaybı yaşadığını” aktardı.
İlk kontrolü yapan cezaevi reviri doktoru üç ayrı konuda tetkik yapılmasını istemiş. Avukatları da hastaneye sevki için 7 gün başvuruda bulunmuş.
Demirtaş kamuoyunu gereksiz rahatsız etmemek için avukatlarından konunun dışarıya aktarılmamasını istemiş. Acil yapılması gereken tetkiklerin 7 gün buyunca yapılmaması ve hastaneye sevk edilmemesi üzerine kardeşi ve avukatı Aygül Demirtaş kamuoyuna duyurdu.
Duyuru sonrasında Demirtaş’ın partisi HDP’nin ve çok daha geniş kamuoyunun gösterdiği duyarlık ve tepki üzerine Selahattin Demirtaş, birkaç saat sonra Trakya Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne sevk edildi. Kısa süre içerisinde gerekli tetkikler yapılarak hayati bir tehlikesi olmadığı kamuoyuna açıklandı; tutulduğu cezaevine gönderildi.
Şimdi de Alevi kurumlarını ve yurttaşlarımızı ayağa kaldıran son bir haftada yaşananlara kısa bir göz atalım. 22 Kasım gecesi çoğunlukla Alevilerin yaşadığı İzmir Gaziemir Yeşil Mahallesi’nde bazı Alevi yurttaşlarımızın evlerinin duvarlarına “Defol Alevi’’ yazıldı. 28 Kasım gecesi Mersin Piri Reis’te bazı Alevi evlerine çeşitli tarihler yazıldı. Daha önce de Adana’da Alevi yurttaşların yaşadığı bazı evlere çarpı işareti konulmuştu.
2012 yılında bu yana zaman zaman benzer şeyleri yaşaması Alevilerin hafızalarında derin yere sahip Çorum, Maraş, Sivas kıyımlarını canlandırıp tedirginlik yaratıyor. Aleviler tedirginlerini ve tepkilerini dışa yansıtıyorlar. Muhalifler ise gizliden gizliye yaşıyorlar.
Nefret siyasetinin ve söyleminin sonuçlarının yarattığı gelişmeler karşısında tedbir almak ve failleri bulmakla yükümlü devlet yetkilileri ise, ”çocuk işi, ideolojik boyutu yok, sarhoş işi, münferit” gibi ciddiyetten uzak, tehlikeyi görmezden gelen açıklamalarla geleneksel devlet yaklaşımını sürdürüyor.
Devlet değişmemek için direniyor. Hatta dünün mağduru siyasal İslamcılar eliyle mağdurlara yaklaşıma mezhepçiliği de ekleyerek katmerleştirdi. Hatırlatmak isterim; Demirtaş da Kürt siyasetçi olduğu kadar Alevi sorunda duyarlı bilinen bir siyasetçi.
Ama dünya değişti. Devlet dün gizlediklerini bugün gizleyemiyor. Çağımız iletişim çağı; sosyal medya ve Alevilerin, Kürtlerin örgütleri komplo tezgahlarını açığa çıkarıyor. Osmanlıda kurdukları oyunlarına benzer tezgâhları bozabilecek güce ulaştı.
Dün Kürtlerin sesini duyurmak için yola çıkan, MGK’nın susturulmasını istediği Özgür Gündem Gazetesi’nin Tansu Çiler’in emri ile bombalanmasının 25. Yıl dönümüydü. Bu ateş sizi de yakar diye Özgür Gündem’e sahip çıkanların dayanışmasıyla Kürtler ilmek ilmek ördükleri mücadeleyle Kürt medyasını yarattılar. Gerçeklerin gizli kalmamasını sağladılar.
Benzer bir misyonu Alevi gazetesi olma iddiasını taşıyan Bir Yol Gazetesi omuzlamayı başardığında devletin mağdura kuşkucu, korkak, komplocu ve hoyratça yaklaşımı ve davranışı yerle bir edilecektir.