Hakan Tahmaz: Bağdadi sonrası Suriye ve Türkiye

Yazarlar

IŞİD lideri Ebubekir El Bağdadi’nin ABD operasyonuyla öldürülmesi Ortadoğu ve Batı için kritik bir gelişme. 20 değişik ülkede 200 fazla büyük ve kitlesel katliama imza atmış bir terör örgütü liderinin öldürülmesi tabi ki, ilgiyi hak ediyor.

Her zaman olduğu gibi, tartışma ve ilgi operasyonu yapanların ve görev alanların başarı ve kahramanlıklarıyla sınırlı kaldı. Bu yolla, IŞİD benzeri terör örgütlerinin gelişmesine zemin hazırlayan küresel ve bölgesel devletler aklanıyor.

Bin Ladin, Zerkavi’nin öldürülmesinde de neredeyse aynı tartışmalar yaşandı. Kullanma süresi geçmiş örgütlerin “vizelerinin” iptali operasyonları, aynı zamanda yeni terör örgütlerinin doğum habercisi olduğu unutuluyor. Terör örgütlerinin gelişmesi için emperyalist güçlerin elleriyle yarattıkları elverişli sosyal ve siyasal zeminin sorgulanması hep es geçiliyor.

Aslında son yıllarda dünyanın başına büyük dert olmuş olan ve sayısız insanın yaşamını elinden alan ve milyonlarca insanı yerinden yurdunda eden cihatçı terör örgütünün nasıl iç siyasete malzeme edildiğinin oyununu izliyoruz, televizyon ekranlarında.

Bunun cazibesine kapılmadan Bağdadi’nin öldürülmesi öncesi kaldığımız yere dönmekte yarar var. Ankara Moskova Muhtırasının süresi de oldu. Yeniden Suriye’ye dönmekte yarar var.

Kürt Meselesi
Kürtlerin yüzyıllık jeopolitik çıkmazın içinden ne derece sıyrılıp çıkacaklarına tanıklık ettiğimiz bir dönem yaşıyoruz.
ABD-Türkiye ve Rusya-Türkiye arasında imzalan iki ayrı Suriye mutabakatıyla, ABD tarafından Irak işgali ile başlayan yeni Ortadoğu yaratma savaşlarında yeni bir merhaleye geçildi.

Süreç, Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla dört ülkede yüz yıldır Kürtlerin sürdürdükleri “varoluş mücadelesinin” yeni koşullarının, biçimlerinin daha belirginleşmesiyle sonuçlanacak gibi görünüyor.
Kürtlere, yüz yıl sonra yine “kendi kaderlerini tayin hakkı” çok görüldü. Sevr Anlaşması imzalandığı dönemi akıllara getiren bir süreç yaşanıyor.

Kürtler için “Dağ Türkleri, postal yalayıcılar” dönemi kapandı. Bizim Kürtler, bizim olmayan Kürtler ayrımının yapıldığı bir dönem başladı. Kürtlerin varlığı eskisi gibi inkâr edilemez oldu. Ama hakları sınırlanıyor. “Modern dünya” Kürtlerin temel haklarını pazarlık masasında meze yapmaya devam ediyor.

Güneyde olanlara bakalım. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin 25 Eylül 2017 Referandumu hatırlamak gerek. Kerkük ve statüsü net olmayan bölgelerin durumunu netleştirmek için yapılması gereken referandumu, bin bir bahaneyle, hukuksuz erteleyen Bağdat yönetimine 10 yıl ses çıkarılmadı. Erbil ile ilişkileri Bağdat tek taraflı keyfine göre kurdu. Ama Erbil yönetiminin referandumuna katılanların yüzde 92,7’si kullandığı evet oyları ve Güney Kürtlerinin siyasal iradesini ayaklar altına alındı, tanınmadı. Kerkük, hukuksuz bir biçimde Bağdat’a bağlandı ve Erbil Kürt yönetimi dizayn edildi.

Türkiye’ye ise, ”dağda değil, ovada siyaset yapsınlar” ve “Kürt sorunu benim de sorunum, anayasal zeminde demokratikleşerek çözeceğiz” diye yola çıkıldı, Oslo süreci, çözüm süreci derken “devletin beka” sorunu icat edildi. Kentler yıkıldı, sokaklar harabeye döndü, seçilmiş yerel yöneticilerin yerine kayyım atamak olağan uygulama oldu.
Çoğu tutuklandı, HDP’li milletvekilleri için dokunulmazlık diye bir şey kalmadı. Sokakta siyaset yapmalarına müsaade edilmiyor.

Daha da kötüsü bunlara karşı büyük bir sessizlik hâkim. Kürt olmanın, Kürtlerin hakları konusunda kelam etmenin, terör ile özdeştirildiği siyasal bir ortam inşa edildi.

“Kürtler kardeşimiz” sözünün sadece laftan ibaret olduğu hissiyatı Kürtler arasında yaygınlaştı. Her gün çok sayıda Kürt’ten, “insan, kardeşine hiç böyle yapar mı” sorusunu duyar olduk.

Türkiye’nin dışarda askeri operasyonlarına ve içerde güvenlikçi politikalarına “terörle mücadele” gerekçesiyle destek veren ulusal ve ulus ötesi güçler, demokratik siyaset alanının yok edilmesine usulü itiraz ediyorlar.

Özetle Türkiye, Kürt kimliğinin varlığını kabul etmenin gereği olan temel hakları anayasal ve yasal güvenceye almaya yanaşmıyor. Komşu ülkelerdeki Kürtlerin kazanımlarının sınırlandırılması için elinden geleni fazlasını yapıyor. Bölge ülkelerindeki egemenlik paylaşımı tartışmaları gelecek kaygısına yol açtı.

Kürtleri bastırma harekâtları ve başka bir ülkenin egemenlik hakkına müdahaleye kadar vardırıldı. Türkiye’nin, Kuzey Suriye topraklarına 9 Ekim 2019 tarihli askeri ve siyasi müdahalesinin gerekçesi “sınırda terör koridoruna izin verilmemek” ve Kürtlerin müttefikleriyle özerk, kanton ve başka biçimde ve isim altında bir tür “yerel egemenlik alanı” inşa etmesine Türkiye’nin bekası için izin vermemektir.

Türkiye, ABD ve Rusya ile iki ayrı mutabakat metni imzalayarak, her iki hedefine de hem ulaştı hem ulaşamadı.

Tehdit savuşturuldu, sorun derinleşti.

Kürtlerin Suriye’de, IŞİD’e karşı geliştirdikleri müthiş mücadele ile inşa ettikleri yerel egemenlik alanlarının eskisi gibi sürme olasılığı kalmadı. 29-30 Ekim’de ilk kez Cenevre’de toplanacak olan Anayasa Yazım Komitesi çalışmalara başlamadan önce, Kürtlerin kazanımlarını büyük ölçüde berhava edildi. Türkiye, bölgesel ve küresel denge ve çatışmalardan yararlanarak bu sonucu elde etti.

Bu nedenle, Türkiye tehdidi savuşturmuş gözüküyor. Ama sorun büyüdü. Her şeyden önce Kürt cini şişeden bir kere çıktı. Kürtler, yüzyıllık mücadelelerinde Ortadoğu savaşlarında ağır bedeller ödediler ama azımsanamayacak şeyler kazandılar. Artık Kürtlerin, Şam’dan, Bağdat’tan, Ankara’dan eski gibi yönetilmelerinin sosyal, siyasal ve toplumsal zemini kalmadı. Kürtlerin egemenlik istekleri siyasi ve askeri güçle, ulusal ve uluslararası mutabakatlarla bastırılabilir, ortadan kaldırılamaz, bu gerilimli durum bir yüzyıl daha eski gibi sürdürülemez.

Her iki mutabakat metninden ve tarafların açıklamalarından anlaşıldığı gibi konuyu değerlendirmede oldukça farklılıklar mevcut. Mutabakatların hayata geçirilmesi sırasında bunlar daha net açığa çıkacak, nitekim öyle olmaya başladı.

Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) komutanı Ferhat Abdi Şahin’in ABD Başkanı Donald Trump’la görüşme ihtimali ve ABD, Rusya askeri ve siyasi yetkilileriyle bu süreçte kurduğu ilişki ve PYD yetkililerinden İlham Ahmed’in, ABD Temsilciler Meclisinde ağırlanmış olması, mutabakat metinlerine onay verenlerin gerekçelerinin farklı olduğuna ilişkin emarelerdir.

Bütün bu ilişkiler aynı zamanda Kürt siyasal hareketinin diplomasi alanında beklenmedik bir sıçrama yapmasını sağladı. Kürt siyasetinin en zayıf olduğu alan diplomasi alanıydı. Bu dikkate alındığında, Türkiye’nin bundan sonra karşı karşıya geleceği problemin kapsamının geliştiğini görürüz.

Bu süreçte Kürt sorunu artık dünyanın sorunu haline geldi. Bölge ülkelerin tek tek veya ortaklaşa çözüme kavuşturamadığı problemin muhatapları, çözüm aktörleri alenen çoğaldı. Rusya, ABD gibi iki dünya gücü başta olmak üzere birçok emperyal güç odağının dahil olduğu bir Kürt meselesi var artık.

Bu bakımda Türkiye, yaklaşan tehdidi ötelemeyi başardı ama Suriye gerilimi süresini uzattı. Suriye Anayasa Yazım Komitesi’ni çalışmalarından ne çıkacağını göreceğiz. Sınırdan uzaklaştırılmış Kürtlerin, bugün zorla rıza göstermek durumunda kaldıkları hali, ilelebet sürdürmelerine, ulaştıkları Kürtlük bilinci izin vermez.

Türkiye’nin askeri ve siyasi müdahalesi karşısında farklı Kürt dinamiklerinin sergiledikleri karşı duruş bunun emaresidir. ABD, Rusya, İran bunun farkında ve hiç kuşku yok ki bunu değerlendirmeye çalışacaklardır.
Ortadoğu’nun demokratik geleceğinin en başat dinamiği olma özelliğine sahip Kürtlerin, sürdürülebilir bir düzenin oluşmadığı koşullarda etki güçlerini artırmaları kaçınılmaz.

Sonuçta, Türkiye’nin Kürt meselesinin Suriye ayağında izlediği siyaset sürdürülebilir değil. Türkiye’nin başı Suriye politikası nedeniyle daha çok ağrıyacağa benziyor.

/hakantahmaz.com/

İlginizi Çekebilir

Nurten Ertuğrul: Ağlayan Arınç ve KHK’lılar Sorunu
Müslüm Yücel: Mele Selim’in romanı; Dideban 

Öne Çıkanlar