“Demokratikleşmeden barış olmaz veya güçlü liderler Kürt sorununda çözüm/barış yoluna girdiklerinde doğal olarak ülke demokratikleşir” gibi görüşlerle sözde radikal siyasal tutum alınır. Kürtler, ceberut devletlerle/devletle başbaşa bırakılır…
*
Bir önceki yazımda, iktidarın mevcut politik strateji ve taktikleri nedeniyle, Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025’de kamuoyu ile paylaşılan, PKK’nin kendini feshetmesi ve silahları bırakması için kongresini toplaması çağrısının bir süre sonra siyasi muhatabı olmaktan çıkması ihtimali tespitinde bulundum.
Bunun çatışma çözümünün doğal bir sonucu olacağını belirterek çeşitli uyarılar yapmaya çalıştım. Dün, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla DEM Parti Heyetinden Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile görüştü. Bu aynı zamanda Cumhurbaşkanın Kürt siyasetçilerle 13 yıl sonra ilk teması oldu.
Bu satırlar yazılırken görüşmenin içeriği açıklanmış olmadığı gibi yansımalarının ne yolda olacağı da belli değil. Ayrıca heyetin iki üyesiyle görüşülmesinin bir anlamı var mı, ya da verilmek istenen bir mesaj var mı en azından şimdilik bilemiyoruz.
Bu neden bu yazıda Kürt sorununda barış isteyenlerin, AK Parti muhaliflerinin adı dahi konulmayan 1 Ekim 2024 sonrası gelişmelere genel yaklaşımlarını ele almaya çalışacağım.
İki gün önce Barış Vakfı adına çevrimiçi bir toplantıya katıldım. Toplantıyı uzun yıllardır barış çalışması yürüten bir grup aydın, yazar düzenledi. Toplantıya barış çalışması yürüten sivil toplum kurumları temsilcilerinden ve bireylerden 30 kişi katıldı.
Tartışma konusu 19 Mart İmamoğlu operasyonu sonrası barış ve demokrasi mücadelesinin nasıl ilişkilendirilmesi gerektiğiydi.
Toplantının ilerleyen saatinde ilk kez söz alan 68 kuşağından sayıp sevdiğimiz bir abimiz, “anladığım kadarıyla büyük çoğunluğunuz AK Parti ile barış görüşmelerinin sürdürülmesini düşünüyorsunuz. Peki, barış görüşmelerinin bir kırmızı çizgisi veya sınırı yok mu, her koşulda sürdürülmelidir, ne olursa görüşmeler kesilir” gibi mealen bir soru ortaya attı.
Bunlar tamamen isabetsiz, anlamsız, yabana atılabilecek sorular değil. Son zamanlarda toplantıda yer alan veya almayan muhalif, barış, çözüm savunucusu birçok insanın benzer sorulara yanıt aradığı bir gerçek. Çok farklı nedenlerden kaynaklanıyor. Barış arayışının kırmızı çizgisi esasında barışın kendisidir.
Bu tür sorular ve durumlar, barış mücadelesinde ürkekliği ortaya çıkardığı gibi, siyasal enerjinin yanlış değerlendirilmesi ve sonuç alamamayı, barışın toplumsallaşmasını zorlaştırmaktadır. Anlamak, anlamlandırmak gerekiyor.
Bunların başında, 1 Ekim’den itibaren gelişen sürecin veya başka bir ifadeyle PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın doğru kavranması geliyor.
Dünyanın en yaygın ve kalabalık silahlı örgütünün feshinin nedenlerinin anlaşılmamasıdır. Sürecin klasik bir barış/çözüm süreci olarak algılanması kaynaklık ediyor.
İkincisi sürecin 1 Ekim 2023 sonrası bölgesel ve küresel gelişmelerin muhtemel yönelimlerinin yaratacağı riskler ve fırsatların dayatması ile geliştiğinin yeteri kadar idrak edilmemesidir. Suriye, İran, İsrail, ABD, Rusya etrafında dönem işbirlikleri ve çatışmaların Kürtlerin başını ciddi ölçüde ağrıtma ihtimali atlanıyor.
Bir başka önemli nokta ise Kürt sorununun çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi arasındaki bağın yanlış kavranmasıdır. Başka bir ifadeyle demokratikleşme barış ilişkisinin yanlış kurulmasıdır.
Demokratikleşme olmadan silahlı çatışmanın, savaşın bitirilemeyeceği anlayışının siyasette, akademide sivil toplumda egemen olmasıdır. Pozitif barış, negatif barış arasındaki geçişin ve bağın yanlış ele alınışının son yıllarda yaygınlaşmasıdır.
Önce demokratikleşelim/Tayyip’ten kurtulalım, sonra barış sağlarız, şimdi Kürt sorununun sırası değil, Türk milliyetçilerini ürkütmeyelim gibi yaklaşımlar buradan besleniyor.
Demokratikleşmeden çatışmayı bitiren barış yapan ülkeler vardır, ama barışmadan demokratik bir ülke örneği yoktur.
Yukarıdaki soru, toplumda belli ölçülerde Kürt siyasal harekete, Kürtlere karşı muhalif saflardaki haksız, yersiz “demokratikleşme perspektifinden uzaklaşacaklar, tek adam rejimiyle anlaşacaklar, muhalifleri yarı yolda bırakacaklar” gibi bir dizi güvensizlikten, ön yargılardan ve egemen milliyetçi bakıştan besleniyor.
Bu son husus iktidara karşı barış mücadelesini zayıf düşürüyor, Kürtleri de muhaliflerden uzaklaştırıyor. Barış saflarındaki şoven tutumların kaynağı burası.
Bütün bunlarla cebelleşme donanımına sahip olmadan Kürtlerle barışın toplumsallaşması ve barışın demokratik siyasal iradesinin sağlanmasına katkı sunulamaz.
Ancak yalnızca sayıklama halinde “demokratikleşmeden barış olmaz veya güçlü liderler Kürt sorununda çözüm/barış yoluna girdiklerinde doğal olarak ülke demokratikleşir” gibi görüşlerle sözde radikal siyasal tutum alınır. Kürtler, ceberut devletlerle/devletle başbaşa bırakılır.
/yeniarayis.com/