Hakan Tahmaz: Barış, demokrasi mücadelesi ve adalet arayışı

Yazarlar

HDP’nin 15 Haziran’da başlattığı ‘Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü’ sonuçlandı. Eş Genel Başkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar yürüyüşün sonuç deklarasyonunu Ankara’da açıkladılar.

Deklarasyonun “çatışma kısır döngüsüne son verilmesi ve sorunların diyalog yoluyla çözülmesi çağrısında bulunuyoruz. Türkiye’de huzur ortamının tesis edilmesi isteniyorsa, bunun yolu demokratik siyasetten ve müzakereden geçmektedir. Bunu sağlayacak bütün adımların atılması için herkes üzerine düşeni yapmalıdır” cümleleri, bugünün Türkiye’sinin en anlamlı çağrıları. Deklarasyonda, ölümleri durdurma ve barış çağrısı yapılıyor.

Diğer taraftan çeşitli illerin baro başkanları “Savunma Yürüyor” sloganıyla, avukatlık ve baro yasasında yapılmak istenen değişikliğe karşı, bir anlamda evrensel adalet mücadelesi veriyorlar. Karşılaştıkları kötü muameleye ve engelleme çabalarına  dünya şahitlik ediyor. Bunlara benzer onlarca emekçi direnişi, KHK mağdurlarının hak arayışları gibi birbirinden ayrı, parça parça mücadeleler ülkenin dört bir yanında sürüyor.

Buna karşın, muhalefet partileri ve çeşitli sivil toplum örgütleri, adalet ve demokrasi gibi sınırlı siyasal içeriklerle mücadele etme yolunu seçerek veya önceleyerek, yanlış bir strateji izliyorlar. Cumhur İttifakı’nın kararlı bir biçimde inşa etmeye çalıştığı milliyetçi otoriter “yeni Cumhuriyetin” kronikleşmiş sorunlarına karşı, bütünlüklü bir stratejiden yoksun davranmış oluyorlar.

Kendisine muhalefet partisi diyenlerin veya kendisini muhalefet cephesinde tanımlayanların, bu hayati konularda ne derece sonuç alabildikleri malum. Daha önce de yazdığım gibi, Cumhur İttifakı karşısında hegemonik bir muhalefet bloku yok, muhalefet fazlasıyla dağınık. Dahası ortak politik paydaları sadece Erdoğan karşıtlığı olan siyasal dinamiklerden söz edebiliyoruz. Erdoğan karşıtlığı o derece keskin ve dar bir alana sıkıştırılmış durumda ki, bu tutum, Kürt sorununun yakıcılığını ve barışın aciliyetini görmeyi engelliyor ya da Kürt sorunun ötelenmesinin tolore edilir olduğunu sanıyor.

Belleksiz kalmak

Türkiye, beka sorunu gerekçesiyle uygulamaya koyduğu “güvenlik” eksenli politikaları ve uygulamalarıyla, adaleti ve demokrasiyi tam anlamıyla ilga etti. Beka sorununa Kürt sorunu ve barış arayışlarının kaynaklık ettiği malum. Kürt çatışmasını bitirecek bir yola girilmesinin, bugünkü siyasal krizden çıkışı sağlayacağı bir başka gerçek.

Türkiye’nin demokratikleşmesinin kilidini açacağı kesin olan Kürt sorunu konusunda, “muhalif” siyasi partilerin ve toplumsal muhalefet güçlerinin belleksiz hareket etmeleri ciddi bir sorun.  Türkiye’yi demokratik muhalefetsiz bırakıyor. 2020 yılında, 1990’lar yaşanmamış gibi barışsız, adalet ve demokrasi aramak, mücadele etmek, iktidarın “yeni bir bellek” yaratmasına hizmet eder.  

Bu tutum; siyaseti, emek hareketini, sendikaları, meslek örgütlerini ve sivil toplum örgütlerini hafızasızlaştırmaktır.  Adalet ve demokrasi mücadelesinin barış ile olan güçlü bağını koparmak, sorunların kalıcı çözümünü getirmeyecektir.

Toplum, siyasal krizin, savaş ve çatışma politikalarının nedenlerini bilmeyecek ve doğru algılayamayacak. Bu noktada, muhalefet partilerinin ve güçlerinin, Cumhur İttifakının Kürt karşıtı ve beka kaygısıyla, içeride ve dışarıda yürüttüğü güvenlik eksenli politikalarından farklı olarak, nasıl bir güvenlik politikası önerdikleri veya iktidar bloku ile ayrışma ve ortaklaşma noktaları nelerdir gibi sorular ortaya çıkıyor.

Muhalefet partilerinin hak ve özgürlükleri geliştirecek, kurumsallaştıracak alternatif insani güvenlik politikaları nelerdir veya bunlar var mıdır?

Türkiye “dış güvenlik sorununu” iç tehdit ve güvenlik sorunu olarak değerlendiriyor. İç ve dış güvenlik sorunlarını aynı sepete koyuyor. Bu, içeride ve dışarıda ciddi sorunlar oluşturuyor. Yalnızlaşan Türkiye krizden krize sürükleniyor. Bu sorunun çözümüne ilişkin muhalif partilerin önerileri nelerdir?

Suriye’de, İran’da yaşayan Kürtlerin tercih ettikleri siyasal yaşamın ve idari sistemin, Türkiye için güvenlik sorunu oluşturması, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin temel haklarının ipotek altına alınması, hangi politika ve yaklaşımla son bulacak veya son bulacak mı? Bu sorulara verilecek yanıtlar, aynı zamanda muhalefetin ne kadar demokrat olduğunu ortaya çıkaracak.

Sivil toplum etkinleşmeli

CHP, son birkaç yıldır muhalefetin sürükleyici gücü olmaya aday. Barış konusuna daha ciddi yaklaştığına dair sinyaller veriyor, arayışlar sergiliyor. Ama ulusalcı çizgisiyle hesaplaşmış değil. İYİ Parti, Türk milliyetçisi geçmişine sıkı sıkıya sarılmış durumda. Gelecek Partisi ile DEVA Partisi’nin siyasal bagajları kendilerini oldukça sınırlıyor gibi görünüyor.

Muhalefet partilerini zorlayacak, teşvik edecek, uyaracak sivil toplum ve toplumsal duyarlılık ise diplerde sürünüyor. Yine de siyasetin içinde bulunduğu çıkmaz sokaktan çıkışını, pekâlâ sivil toplum kuruluşları kolaylaştırabilirler. Eskisi gibi bir çözüm süreci olması mümkün değil, ama sivil toplum kurumları yeni bir çözüm sürecinin önünü açarak, demokratik muhalefet hareketinin filizlenmesine vesile olabilirler.

Sivil toplum kurumlarının rollerini oynayabilmelerinin ilk adımı, gettolaşmış hallerinden çıkmaları olabilir. Demokratik kültürün gelişmesine, kaynakların rasyonel kullanılmasına, kapasite geliştirilmesine öncelik verilerek, toplumsal kutuplaşmanın ve Kürt çatışmasının insan yaşamına etkilerini zayıflatan çalışmalar yapabilirler. Tüm siyasi ve sosyal tarafların katılacağı, çözüm sürecinin diyalog zeminlerini kurabilirler, güçlendirebilirler.

Bir anlamda sivil toplum, kendi misyonunu oynayarak barış fikrinin güçlenmesi eksenli çalışmalara ağırlık vermeli. Türkiye’nin   Erdoğan ve barış olmak üzere iki başat sorunu arasında bugün güçlü bir bağ olduğunun farkında olarak, bunları birbirinden ayrıştırmak gerekiyor. Her ikisinin çözüm dinamikleri farklı. Bu saatten sonra Erdoğan barışın aktörü olamaz. Ancak Erdoğan’dan kurtulmak da tek başına barışı getirmez. Barışın önünü açacak bir yaklaşıma sahip olmayanların etkin olduğu bir süreçte, belki de barış çok daha uzaklara ötelenecek.

Diğer yandan iki sorunu doğru ve isabetli ayrıştıramamak, barış çalışmalarında diyalog zeminini çok fazla darlaştırır. Sivil toplum kurumu muhalefetin arka bahçesi olduğunda, işlevini yerine getiremez. Toplumun bir kesimine baştan sırt çeviren veya karşısına alan sivil toplum kurumu, barış çalışmasında istenen etkiyi yaratamaz.

Yeni cumhuriyetin inşası sürecinde tamamen etkisizleştirilen sivil toplum kurumlarının, bugünün koşullarında barış çalışmalarını yürütmelerinin zorlukları ortada. Açmazın kendisi tam da burada. Demokratik siyaset alanının genişletilmesine katkı sunacak, demokrasi, adalet, eşitlik   mücadelesinin önündeki engellerin aşılmasına hizmet eden anlamlı bir barış çalışması yapmadan,  toplumu dönüştürücü işlev ve sonuç üretemez. Sivil toplum ve siyaset kurumları bu gerçekle yüzleşmek durumundalar.

Barış için daha ne kadar bekleyeceğiz sorusunu önce sivil toplum kuruluşları sormalılar. Sorunun etrafında dolanmak, sorunu ortadan kaldırmıyor. Kürt sorununun kendiliğinden sona ermediği, siyasetçilere sık sık hatırlatılmalı. Barış fikri canlı tutulmalı, barışa giden yolu döşemedeki atalete son verilmeli.

 

İlginizi Çekebilir

Hasip Kaplan: #OyMoyYok SÜPER
Sibel Özbudun: Gezi/ Haziran Hakikati

Öne Çıkanlar