Seçimlerde HEDEP ile kurulacak veya kurulmayacak ilişki salt taktik meselesi değildir, Kürt sorunuyla imtihandır. Seçmen denetimine açık olmayan her türden politik ittifak ve işbirliği kirlidir veya kamusal denetimden kaçmaktır, seçmeni ve toplumu maniple etmektir.
*
Mayıs seçimleri yenilgisi, CHP’nin 38. olağan kurultayında genel başkanın ve yönetimin değişmesine yol açtı. Yeni yönetimde çok sayıda yeni kişiye yer verildi.
Şimdi merak edilen, yönetim değişikliğinin ne derece politikalara, siyaset yapış tarzına ve yönetim anlayışına etki edeceğidir. Burada kuşkular, kaygılar, güvensizlikler ağır basıyor, sürüyor.
Bunun iki nedeni var. İlki, yönetim değişikliğini örgütleyen isimlerin neredeyse tamamının CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun A takımında yer almaları ve bir kısmının seçimlerinin kazanılması durumunda hükümette görev almaya hazırlanmış olmaları.
İkincisi ise yüzyıllık yanlış cumhuriyetin sorunlarından kaynaklı siyasal bagajın ağır yükünün yol açtığı güvensizlik, ön yargı ve politik değişime karşı son birkaç yıla kadar partinin takındığı büyük direnç.
Türkiye son birkaç yıldır çoklu kriz yaşıyor. Krizi aşmanın ilk adımı olarak görülen Mayıs seçimlerinden beklenen sonuç elde edilemedi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’nin değiştirilmesinin ve “tek adam rejiminden” kurtuluşun fırsatı yaratılamadı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun izlediği politikalarla, CHP’nin görüşlerinden fazla taviz vermesi, partiyi sağa kaydırması ve yönetim tarzıyla kurumsal işleyişten uzaklaşmasının bu sonucu doğurduğunu iddia edenler yönetime geldi.
CHP’nin 8. Genel Başkanı Özgür Özel ve yeni yönetimin ilk sınavı beş ay sonra yapılacak yerel seçimler olacak.
İstanbul, Ankara gibi batı kentlerinde izlenecek seçim stratejisi ve ittifak taktiği, politik değişimin yönünün nasıl bir çerçeveye oturtulmaya çalışılacağının göstergesi olacak.
Önlerinde iki yol var. Birincisi İYİ Parti’nin Türk Milliyetçisi çizgisini merkeze alarak seçim ittifakı yapmaktır. Bu, 14 Mayıs seçimlerinde Millet İttifak’ında yer alan ve almayan muhalefetin diğer partilerini en hafif deyimle kenara itmek olur. Hafta başından itibaren bu doğrultuda iki parti arasında kısa paslaşmaları izliyoruz.
CHP’nin yeni yönetimi, aynı zamanda HEDEP ve Kürtlerle 2019 yerel seçimlerindeki gibi bir ilişki geliştirmeye çalışabilir. HEDEP eskiden olduğu gibi dolaylı olarak muhatap alınmaya çalışılacak gibi görünüyor.
HEDEP buna rıza göstermeyecek gibi görünüyor. CHP’nin bu yaklaşımı sonucu HEDEP’in üçüncü yol politikası gereği her yerde kendi adayı ile seçime girmesi ve iktidar partisiyle ilişkileri normalleştirme çabasına yönelmesi anlaşılabilir bir tutumdur.
Muhalefet partilerinin Kürt sorununa yaklaşımları HEDEP’te yeni bir kulvar değişikliğine yol açabilir. HEDEP, önümüzdeki beş yıllık süreçte barış ve çözüm için fırsatlar yaratmaya veya doğan fırsatları değerlendirmeye odaklanabilir. Buna ilişkin net sinyaller mevcut.
Bu nedenle CHP’nin bu yöntemleri ve yaklaşımları, 2024 yerel seçimlerinde İstanbul gibi illerde bekledikleri sonucun alınmasını engelleyeceği gibi, Türkiye’nin çoklu krizden çıkışına hizmet eden bir politik yaklaşım da olmayacaktır.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve yeni yönetim, önce sadece yerel seçimleri (özelde İstanbul’u) kazanmaya mı odaklanacaklar, yoksa Türkiye’yi değiştirmeye, dönüştürmeye ve kazanmaya mı odaklanacaklar, buna karar vermek zorundalar. İkisi arasındaki bağı sağlam ve doğru kurmazlarsa ikisi de gerçekleşmeyebilir.
İkisine birlikte odaklanmak, CHP 38. Olağan Kurultay Bildirgesi’nin özellikle de “CHP’ye göre Kürt sorunu özünde bir demokrasi sorunudur ve” diye devam eden cümlesinin gereğini yapmayı, HEDEP ve Kürt seçmenle demokratik, açık ve denetlenebilir bir ilişki kurmayı gerektirir. Yerel seçimlerde bütün partilerle eşit ve doğrudan ilişki tercih edilmeden bu olmaz.
Seçimlerde HEDEP ile kurulacak veya kurulmayacak ilişki salt taktik meselesi değildir, Kürt sorunuyla imtihandır.
Seçmen denetimine açık olmayan her türden politik ittifak ve işbirliği kirlidir veya kamusal denetimden kaçmaktır, seçmeni ve toplumu maniple etmektir.
21.yüzyılda politikalarında radikal değişime, yenilenmeye, kuruluş felsefesinden kopuşa cesaret edemeyen partilerin yönetimleri, günü kurtarabilir ama geleceği kazanamaz.
Sezgin Tanrıkulu ya da Şemdinli örneği
Kemal Kılıçdaroğlu, son üç yıldır Kürt sorununun demokratik çözümü için küçük, ama CHP çizgisi için anlamlı adımlar attı. Ama en son insan hakları mücadelesinin en ön saflarında yer alan, barış insanı, partinin 12 yıldır milletvekili olan Sezgin Tanrıkulu’nu kurtlar sofrasına atma noktasına savruldu. Bundan doğru dersler çıkarılmalıdır.
Keza CHP’nin yeni yönetimi, 18 yıl önce 9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli kitabevini bombalayanların beraat ettirilmesinden ders çıkarmalıdır. Halk; olayın failleri olan astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateşi olay yerinde silahlarıyla birlikte yakaladılar ve yetkililere teslim ettiler.
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olaydan üç gün sonra “nereye giderse gitsin, sonuna kadar gideceğiz, devlet içindeki yasadışı örgütlenmeleri açığa çıkaracağız” dedi.
Genel Kurmay ikinci Başkanı Yaşar Büyükanıt ise kamuoyuna “ astsubayları tanırım, iyi çocuklar” açıklamasını yaptı.
İddianamede Yaşar Büyükanıt’ın ismi geçince hükümet soruşturmayı yürüten savcı Ferhat Sarıkaya’yı görevden aldı.
Uzun süre Yargıtay ve yerel mahkemeler arasında gidip gelen dosyada, 3 sanık hakkında 20 Aralık 2021 tarihinde verilen beraat kararını en sonunda Yargıtay onayladı ve dosya kapatıldı.
Yeni yönetimin ders alacağı böylesine binlerce, on binlerce vaka, hukuksuzluk, mağduriyet dosyası var. Bunlar cumhuriyetin birinci yüzyıl bakiyesi.