CHP’nin 28 Eylül 2019 tarihinde yaptığı Suriye konferansı olumlu, olumsuz yönleriyle tartışılıyor. İktidar çevresi veryansın ediyor.
Bir önceki Kürt Kapanı ve CHP başlıklı yazımda CHP’deki pozitif hareketlenmeden söz etmiştim. 9 Yıl sonra Suriye konferansı yapılmış olması bunu doğrulayan bir gelişme. Kapsamı, içeriği eksikleri bakımında böyle.
CHP’nin kamusal alanda politikalarını geniş çevrelerle birlikte tartışması, CHP’nin değişimini, dönüşümünü arzulayanlar veya yerel seçim başarısı nedeniyle çeşitli beklenti içine girenler acısından önemli bir çalışma.
CHP’nin iktidar partisinin Suriye politikasından ayrıştığı ve ortaklaştığı noktaları daha net görünmesini sağlayan bir konferans oldu. Sonuç bildirgesi bunun belgesi.
Konferansın konuşmacılarının çeşitliliği ve bir çoğunun konularında yetkin olmaları çalışmayı nitelikli kılan önemli ve kıymetli bir tercih olmuş. Bu günkü koşullarda, konuşmacıların doğrudan sahadaki temsilcilerden olmasının imkânsızlığı anlaşılabilir.
Suriye Hükümetinin ve SDG’nin doğrudan temsilcilerinin konuşmasına izin verecek olgunlukta ve anlayışta bir yönetim yok ülkemizde ne yazık ki. Sahadaki siyasal güçlerin görüş ve tutumlarını yetersiz de olsa, dolaylı yansıtma çabası önemli olmuştur.
Bu konuşmacıların öneri ve yaklaşımlarının sonuç bildirgesinde kapsanmaması, CHP’nin siyasal tercihini gösterir. Birkaç konuşmacının Suriye’nin üçte birinde etki olan ve silahlı dinci radikal gruplara karşı mücadele eden Kürtlerin ve müttefiklerinin talepleri ve durumları üzerine yaptıkları değerlendirmenin sonuç bildirisinde yer verilmemiş.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açılış konuşmasında sarf ettiği “ Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlama amacıyla Suriye’de sürdürdüğü terörle mücadelenin meşruluğuna inanıyoruz. Ancak bu mücadelenin Şam yönetimiyle ilişki kurularak sürdürülmesi gerektiğine inanıyoruz” sözler sonuç bildirgesinin ruhunu oluşturmaktadır.
Bu bakımından Suriye Kürtlerinin var oluş biçimleri ve geleceklerinin nasıl belirleyeceklerine konularındaki CHP’nin tutumu, İktidar partisinin tutumuyla örtüşüyor. CHP’nin tutumunda radikal bir değişiklik söz konusu edilebilecek bir sonuç çıkmadı konferanstan. Türkiye’nin güvenlikçi Kürt politikalarına içerde olduğu gibi Suriye’de de destek veriyor.
Sonuç bildirgesinin kendi içinde çelişkiler içermesi, CHP’nin Kürt politikasından kaynaklandığını söylemek abartı olmaz. CHP, Kürt sorununda statükocu çizgisini, Suriye’de de aşabilmiş değil henüz.
Konferanstan iki gün önce Ankara Güvenlikli Bölge politikasının çerçevesini açıkladı. Açılış konuşmasında Kılıçtardoğlu’un söylediği sadece ne yapılacaksa Şam ile diyalog içinde yapılması önerdi. Aksi halde “Türkiye’deki Suriyelilerin, zorla Fırat’ın doğusunda, Türkiye’nin saptayacağı yerlere yerleştirilmesinin, o bölgedeki demografik yapının değiştirilmesini hedeflediği eleştirisine yol açacağıydı.” uyarısı oldu.
Görüldüğü gibi CHP, Türkiye’nin SDG’nin kontrol ettiği bazı bölgeleri yeniden inşa ederken Şam’ın rızasının alınmasını istiyor, yeterli görüyor. Bölgenin demografik yapısını değiştirme girişimin açacağı sosyal, kültürel ve siyasal sorunlar önemsemiyor. Bir anlamda milli duruş sergiliyor.
Konferans sonuç bildirgesinde hem “Suriye’nin farklı dil, din, mezhep ve etnik aidiyetlerin bileşimiyle oluşan çoğulcu bir yapı olduğunda söz edilmiş hem de Anayasa Komitesi’nin çalışmalarına dış müdahalelerden uzak biçimde, Suriye halkının ortak çıkarları zemininde bir mutabakat sağlamaya odaklanması savunuluyor. “ Bu ne yaman çelişkidir.
Üç ülkenin onayı ile oluşturulan Anayasa komisyonunda sözü edilen çoğulcu yapısının bir kesimini dışında tutuğu bilinerek, dışlanmış olanlardan söz edilmesi bir tutarsızlık değil mi?
Suriye’de de cin şişeden çıktı. Geriye dönüşü yok. SDP güçlerinin kontörlüdeki kentlerden süpürülmesinin geri bedelinin ne olacağını kestirmek zor.
Şişeden çıkan cinin geri sokulması nasıl zor ise, Suriye’nin eskisi gibi Şam’dan idare edilmesi de zor olur. Suriye’yi bekleyen ademi merkeziyetçi bir idari sistem ve yönetim modeli.
Şam’ın herşeyi belirlediği bir süreç yeni bir Irak demektir. Irak’ta dışlananlar İŞİD ve benzerlerin gelişmesine zemin hazırladı. Aynı yanlışın şimdi Suriye’de yapılmasının eşiğindeyiz
Konferansın ruhunu yansıtan “Şam’la temas kurulmalı” yaklaşımı Esad rejimiyle açık bir işbirliği ve ilişki çağrısı. İran ve Rus üzerinden dolaylı ilişkinin yeterli olmadığını ilanıdır. Bunda yeni de anlamsız da bir şey yok.
Ancak sonuç bildirgesinde veya Genel Başkan dahil CHP’lilerin konuşmasında rejime yönelik hiçbir eleştirinin dile getirilmesi sorun. 9 yıl süren savaşta yaşanan büyük zulümde, insanlık trajedisinde ve göçte Suriye’nin politikasının etkisi ve yıkıcı sonuçları görülmeden Suriye’ye barış gelemez.
Türkiye’nin, Suriye topraklarına askeri operasyon eşiğinde olduğu bir süreçte, ana muhalefet partisinin bu yaklaşımı Kürtleri daha fazla ABD’ye itmek anlamına gelmektedir. Bu da ne yazık ki, Suriye’de ve bölgede barışın tesis edilmesini kolaylaştıracak bir şey değil.
Yanlış politikalar nedeniyle Suriye meselesinin aktörü olmuş ülkelerin durumunu gözetmeyen bir çözümün gerçekleşmesini beklemek bu günüm dünyasında hayalperestliktir.
Bütün bu yaklaşımlar son yerel seçimlerle yaratılan değişim beklentisini gerçekleşmesini zora sokan bir yaklaşımdır. Aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği ve hazırlıklarını başlayan Kürt raporunun güncelleme çalışmasının da nasıl bir sonuç doğuracağına gösteriyor.
Suriye’nin artık eski gibi sadece Şam’da yönetilmesinin zorluğunu göremeyen veya kabul etmeyen; Suriye rejimini sorgulamaktan imtina eden; 9 yıldır “Şam’la diyalog kurulmalı” sözünün ötesine geçmenin fırsatının ve zeminin doğduğu bir süreçte, geleneksel politikalardan ve prangalardan kopamayan CHP, kendi etki alanını sınırlıyor. CHP’nin sınırlarının değişmesinin zorluğunu gösteriyor.
Türkiye’nin olağanüstü süreçten çıkması, normalleşmesi Suriye’deki gelişmelerle artık doğrudan bağlı bir konu. Bu duruma gelmesinde iktidarıyla ana muhalefetiyle elbirliğiyle başarıldı. Suriye Kürtlerini anlamayan, Türkiye’nin Kürt hallerini iyileştirmesi fazlasıyla zor.