Bugün Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Irak’ın başvurusu üzerine Zaho Perah köyünde 20 Temmuz günü 9 kişinin öldüğü, 20 kişinin yaralandığı saldırıyı görüşmek üzere toplanıyor.
Irak Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi yetkilileri saldırıdan Türkiye’yi sorumlu tutuyorlar. Bu nedenle BM’ye başvuru yapıldı. Türkiye’nin canını sıkacak bir karar çıkma olasılığı yüksek.
Erbil Kürt yönetiminden ilk gelen açıklamanın dilinde Türkiye ile ilişkileri gözeten bir yaklaşım söz konusuydu. Tek başına Ankara’yı suçlayıcı değil, daha çok PKK ile olan çatışmanın sonuçlarına dikkat çeken mahiyetteydi.
Ankara’da ilk gün Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu bir açıklama yaptı. Çavuşoğlu, “TSK’dan aldığımız bilgiye göre sivillere yönelik herhangi bir saldırımız olmamıştır” dedi. Gerçeğin ortaya çıkarılması için Irak hükümetiyle işbirliğine hazır olduklarını belirtti. Dün AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik de haftalık basın toplantısında benzer şeyler söyledi.
Dışişleri Bakanının açıklamasında iki husus dikkati çekiyor. Birincisi “TSK’dan aldığımız bilgiye göre” diyerek topu/sorumluluğu üzerinden atıyor. Diğeri ise, her hangi bir hareket yapılmamış demek yerine “sivillere yönelik bir saldırımız olmamıştır” diyerek, üstü kapalı olarak hedeflerindeki yanılmayı veya piknik yapanların aslında sivil insanlar olmadığını ima etmiş oluyor.
Türkiye bir süre önce sözü edilen köyün boşaltılmasını istemiş ancak köylüler bunu kabul etmemiş. Cezalandırmanın gerekçesi bu olabilir mi? “Benimle değilsen düşmanımlasın” yaklaşımının gereği olarak bütün köylülerin PKK’li olarak addedilmiş olma olasılığı akla geliyor.
Ankara için yıllardır; PKK veya “terör”le mücadele söz konusu olduğunda her zaman, her koşulda gerisi teferruat oluyor. Türkiye sınırları içinde veya komşu ülke topraklarında olması çok fazla bir şeyi değiştirmiyor.
Türkiye’nin 17’si Perah bölgesinde olmak üzere, Irak Kürdistan topraklarında toplam 5’i ana üs, 100’den fazla askeri karakol, kontrol, gözetleme noktası ve 4 bin askeri bulunuyor. Türkiye’nin isteği ve zorlamasıyla 2015 sonrası 600 köy boşaltıldı, saldırılarda 138 sivil öldürüldü.
Perah köyü, Türkiye sınırına altı buçuk kilometre uzaklıkta. Bu arada çok değişik kaynaklar, PKK’nın uzun süredir bölgede bulunmadığını ifade ediyorlar.
Saldırıya karşı yükselen ses
Türkiye, Irak’ta yaşanan hükümet sorununu ve Ortadoğu bölgesindeki siyasal gelişme ve dengeleri gözeterek, işi pek ciddiye almıyor görünüyor. Perde arkasında, derin ilişkilerde ne türden gelişmeler yaşandığını en azında şimdilik bilemiyoruz.
HDP hariç, muhalefet partileri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri; ya Dışişleri Bakanının açıklamasını yeterli buldular ya da izlenen politikayı milli mesele olarak değerlendirip, bölgesel sonuçları olacak saldırıyı ve sivillerin öldürülmesini geçiştirdiler. İktidarın tutumu, son dönemde örneği görülmeyen sessiz destek gördü. Bu olayı muhalif medya da görmedi, gözlerini kapattı.
Ama anladığımız kadarıyla Türkiye bu saldırıyı sessizlikle geçiştirebilecek bir durumda değil. Komşu ülke insanlarının öldürülmüş olmasına bu derece yüksekten bakış, yaklaşım Türkiye’nin başına beklenmedik işler açma potansiyeli taşıyor, hatırlatalım.
Irak hükümeti, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisini Irak Dışişleri Bakanlığına çağırarak Türkiye’yi kınadığını, Türk askerlerinin çekilmesini ve özür beklediğini ifade etti.
Ayrıca Bağdat’ın, Ankara’daki Irak maslahatgüzarını geri çağması ve sınır güvenliği için yeni önlemler alması gündemde. Başbakan Mustafa El-Kazımi, Ortak Harekât Komutanlığının Irak-Türkiye sınırındaki duruma ilişkin bir rapor hazırlığı içinde olduğunu, buna göre gerekli tedbirlerin alınacağını açıkladı.
Ankara’ya karşı Iraklıların tepkisi sokağa yansıdı. Bağdat ve birçok şehirde saatlerce süren gösteriler yapıldı. İlk kez bu kadar yaygın ve kitlesel olarak yapılan protesto gösterilerinde, büyükelçinin ve Türk askerinin Irak’ı terk etmesi istendi. Bazı gösterilerde Türk bayrağı yakıldı. Dikkat çekici bir nokta bu gösterilere Kürtlerin katılımının sınırlı olması, Kürt Federal Bölgesi’nde ciddi ve kitlesel tepki olmamasıdır.
En sert ilk tepki, Irak’ın en güçlü siyasi hareketlerinin başında gelen Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr’dan geldi. Türkiye’nin Irak’ın karşılık vermeyeceğini düşünerek saldırılarını artırdığını ifade eden Sadr, Irak’ın saldırıyı kınamanın ötesinde adım atmasını istediğini açıkladı.
Sadr; Türkiye ile diplomatik temsilin azaltılması; BM’ye şikâyet edilmesi, uçuşların, güvenlik anlaşmalarının askıya alınması, sınır kapılarının kapatılması gibi bir dizi talepler dillendirdi.
Türkiye uluslararası arenada artık siyasal, ekonomik, sosyal gücüyle değil, askeri gücünün yanı sıra daha çok bölgesel jeopolitik yeri nedeniyle çeşitli masalarda yer bulabiliyor. Görünen o ki, bu da her geçen gün hızla törpülenmekte.
Hafta sonu Irak Ulusal Olimpiyat komitesi, saldırıyı protesto etmek için Türkiye’nin ev sahipliğinde Konya’da yapılacak olan İslami Dayanışma Oyunlarına katılmama kararı aldı. Başka ne türden yeni sorunlar belirecek ya da bölgesel siyasi, ekonomik sorunlar ve dengeler Türkiye’nin iç sorununu bölgesel soruna dönüştürmesine izin verecek göreceğiz.
Başka çare yok
Son Astana toplantısında İran ve Rusya, Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekâtına yeşil ışık yakmadı. Zaho saldırısı sonrasında yaşananlardan sonra, Türkiye’nin askeri hareket alanının daha da sınırlanacağına hiç kuşku yok.
Türkiye daha fazla yalnızlaşmamanın ve çatışma bataklığına daha fazla saplanmamanın yolunu bulmak zorunda. Bu yol PKK’nin silahlı tehdidini ortadan kaldıracak adımların cesaretle atılmasıdır. Bu gerçeğin kavranmasının zamanı çoktan geldi ve geçti.
Bu saldırıyla da görüldüğü gibi “körü körüne Türk inadı ve korkusu” Türkiye ve bölge insanına çok ağır bedeller ödetiyor. PKK’nin silahlı varlığını tehdit olmaktan çıkarmanın yolunu, altı yıldır siyasi nedenlerle cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş, son yazılarında çok net ifade etmekte. HDP Eş Başkanları 3 Temmuzdaki 5. Büyük Kongre konuşmalarında bunu bir kez daha hatırlattılar.
Önerilen; PKK liderinin tecridine son vermek, PKK’nin Türkiye’ye karşı silah kullanmamasını sağlamak ve demokratik siyasete katılımın zeminlerini geliştirmek. PKK de daha fazla geç kalmadan bu gerçekliği içselleştirdiği gösteren tutum geliştirmelidir. Barış için yeniden yola koyulmak. Bu, kimilerinin sandığı kadar zor değil. Savaştan, çatışmadan ve yedi düvelle iç sorunlarımızı çözmediğimiz için sürekli kavga etmekten çok ama çok daha kolay olacağından emin olabiliriz. Yeter ki bu yolu seçelim.